“Annelik bir şey öğretmeye kalkmak değil, hâl etmek ve uygulamaktır”
Hz. Peygamber’in “cennet anaların ayakları altındadır” hadis-i şerifi ile şereflendirilmiş bulunan annelik makamının hakikati, muhakkak ki çok yüce… Bu hakikati bir nebze olsun anlayabilmek için bu sayımızda Cemâlnur Hocamızla annelik konusunda sohbet ettik.
Müge Doğan: Hocam, anneliği bize maddî ve mânevî yönleriyle anlatır mısınız? Cennet, neden annelerin ayaklarının altında?
Cemâlnur Sargut: Dünyaya gelmek, Allah’ın insanlara verdiği en büyük fırsat ve lûtuftur. Zira birlikten ayrılmak ve tekrar birliği tanımak için yegâne fırsat, bu dünyadır. Dolayısiyle Ken’an Rifâî Hazretleri, “Cennet anaların ayaklarının altındadır” hadisini değerlendirirken “en büyük ana olan dünyanın ayakları altındadır, yani bu dünyada cennete kavuşmayan öbür âlemde cenneti bulamaz” buyuruyorlar. İşte bu dünyadaki cennete kavuşmanın yolu da annen vâsıtası ile bu âleme gelmekten geçer. Annenin tabiî ki seni bu âleme getirmekte çok büyük rolü olduğu gibi aslında seni beslemekte, büyütmekte ve mânevî gıda vermekte de çok büyük rolü vardır. Onun için çocuk doğarken, babanın adı ile doğar çünkü çocuğun ezelî nasibi, ezelî ismi babadan geçer. Fakat o ismin gelişmesi, açığa çıkması asıl dünyaya gelmekten maksadı, annenin rahmi yahut rahim tecellisi vâsıtası ile zuhûra geldiği için ölürken anne adı ile gömülür.
Dolayısiyle anne, Peygamber Efendimiz’in de üzerinde uzun uzun durdukları gibi dünyada en çok değer verilmesi, sevilmesi gereken kişidir. Hattâ “en çok kimi seversiniz?” dendiğinde üç kere anne, sonra baba demesi, annenin ne kadar yüksek seviyede bir mânâ taşıdığını mânevî açıdan insana öğretir. Peygamber Efendimiz’in ne yaparsak yapalım anne hakkını ödeyemeceğimiz ile ilgili birçok hadisi var. Hz. Ali’ye “annen, baban veya komşun şakî ya da ahlâksız da olsa sen onu başında taşımak zorundasın” demeleri, dünyaya gelmenin ne büyük bir önem taşıdığını Peygamber’in defalarca vurgulaması ile alâkalı olsa gerek. Tabiî anne bir de mânevî bir anne ise ve insana Allah aşkını öğretiyorsa, yahut hâli ile yaşayarak gösteriyorsa artık o annenin kıymetini biz düşünelim. Yani Peygamber’le yaşamak gibi bir şeydir, böyle bir anne ile beraber olmak…
Annelik her şeyden daha önemli… Çocuklar sırtlarında Kâbe’ye götürüp tavaf ettirseler gene de ancak belki iki veya üç gün karnında taşımasının karşılığını ödeyebilirler diye düşünüyorum ben âcizâne…
“Annelik vasfı dünyadaki vasıfların en yücesidir”
Müge Doğan: Hz. Mevlânâ “Aşk bizim anamızdır, biz aşktan doğduk” diyor. Biraz bunu açar mısınız?
Cemâlnur Sargut: Allah “istedim ki bilineyim” buyurduğu zaman “aşk ettim ki bilineyim” diye çeviriyor Hz. Mevlânâ bunu. Dolayısiyle Allah’ın rahman ve rahmet sıfatından tecelli ediyoruz. Yani yaradılışta Allah’ın kullanmış olduğu, bize lûtfettiği enerji bu rahmet enerjisi. Rahmet ve Rahim enerjisi -bu ikisi- analığa ait özellikler. Yani merhamet ve aşkla yaratılıyoruz ve o aynı aşk ile korunuyoruz. Orada kullanılan yüksek seviyeli enerji, aşkî enerji… Onun için “ümm”, ana oluyor. Peygamber’in de ümmî oluşunda Bursevî Hazretleri “ümm” kısmını almış ve O’nun bütün insanlık âleminin anası olduğunu, herkesin ondan var olduğunu söylüyor. Gene Hz. Musa’yı düşünürsen, onun için öldürülen bütün erkek çocuklarının vasıflarının ve isimlerinin de kendinde toplandığını düşünürsen, Musa’nın bütün o çocuklarının anası olduğunu anlarsın. Buradan bakarsan, her mürşidin de kendi öğrencilerine analık yaptığını görürsün. Onun için Mevlânâ “biz anayız, biz bağıl bağıl süt veririz” diyor. Süt burada mânevî ilim demektir. Bir de mânevî bir anne ile besleniyorsan şâyet, yani o anne hem senin mürşidin hem de annen ise, onun verdiği sütün her damlası seni maddî-mânevî besleyecek demektir. Mürşidin sütü (ilmi) ise seni ömrünün sonuna kadar kuvvetli ve bütün hastalıklara karşı antikor sahibi kılacak demektir. Dolayısiyle annelik vasfı dünyadaki vasıfların en yücesidir.
Müge Doğan: Peki hocam, size annelik yapmış şahsiyetleri tanıyabilir miyiz?
Cemâlnur Sargut: Tabiî benim bir kere duâsı ile dünyaya gelmeme sebep olan Nazlı Annem var.. Peygamber Efendimize Hz. Ayşe “ben Allah’ıma şükrederim, beni o korudu” dediği zaman, Hz. Ebu Bekir de “Peygamber’e şükretmezsen Allah’a şükretmiş olmazsın. Sebebe şükretmeyen Allah’a şükretmez’” buyurmuşlar. Benim ezelî nasibime göre dünyaya gelmemin zamanını ayarlayan Nazlı Annem. Onun duâsı ile bu âleme gelmişim. Gerçekten kol-kanat gererek bana annelik ettiler; zira küçücük yaşımdan itibâren vermeyi, Allah’a yönlenmeyi öğrettiler. O kadar çok hâtıram var ki onunla beraber yaşadığım. Benim için o kadar kıymetliydi, o kadar değerliydi ki sana anlatamam. O vericilikte zirvedeydi. Herkes Hz. Ebu Bekir gibi, Osman gibi, Ömer gibi farklı adlar taşırlar. Hz. Ali gibi bütün adları bir arada taşıyan sultanlar da vardır. Nazlı Annem biraz Hz. Ebu Bekir meşrepliydi. Efendimiz de “ölmeden önce ölü görmek isteyen Nazlı’ya baksın” buyurmuşlar. Hiçbir şeyi yoktu. Evlâtlarını da Allah yolunda fedâ etmiş bir sultan. İki evlâdı da kendisinden önce vefat ettiğinde “çok şükür” diye karşılayan bir sultan… Kendisine ait hiçbir şey yoktu; bu âlemde sadece başkaları için çalışırdı. Çok yüksek seviyede bir âlimdi ama onu göstermezdi. Akıl almaz tevâzu vardı kendisinde.
“Sâmiha Anne, devrimci bir mürşid-i kâmildi”
Sonra tabiî Sâmiha Annem ile de uzun uzun yaşadım. Kim ne derse desin hayatımda en çok şey öğrendiğim kişi, Sâmiha Anne’dir. Çünkü O bana mürşidlik etti. Gerçi onların üçünü birbirinden ayırmam çok zor. Biri bu âleme gelmeme sebep oldu, diğeri mürşidlik etti. Annem de maddî-mânevî o mürşidliği yaşayarak gösterdi. Onun için üçünün hâlini, tavrını ve eğitimini birbirinden ayırmakta zorlanıyorum doğrusu. Üçü de bir benim için. Ama Sâmiha Anne ile her gün her gece birebir yaşamadığım hâlde, beraber olduğum her saniyede idrâkimin çok fazla arttığını hissettim. Beni Allah’a götürdü. Yani “mürşid kimdir?” diye sormuşlar Hacı Bayramı Veli’ye; “Allah’a kulunu, kulunu Allah’a sevdiren kişidir” demiş. Allah sevgisini öğretti, mürşid sevmeyi öğretti; mürşid vâsıtası ile Allah’a ulaşmayı öğretti… Peygamber aşkını anlattı ve gösterdi.
Ayrıca Sâmiha Anne’nin çok mühim bir özelliği de, bir soru sorduğunuzda cevabını kitaplarından çok rahat alabilmenizdir. O, kitapları ile tasavvuf ahlâkını, edebini, insanlığı bize öğretti ve anlattı. Sadece bize değil, bütün dünyaya anlattı. İnşaallah kitapları İngilizceye çevrilirse, bütün âlem onun mânâsından yararlanabilecek. Sâmiha Anne, devrimci bir mürşid-i kâmildi. Çünkü kadın şeyh nasıl olur, kadın mürşid nasıl olur; onu öğretti dünyaya. Aynı zamanda ritüellere bağlı değildi; yani klasik şeyh anlayışı ne Ken’an Rifâî Hazretleri’nde ne de Sâmiha Anne’de görülmüyordu. Devrin şeyhiydi o. O belki devamlı zikir çektiren, o şekilde bir nefsî terbiyeyi öngören bir şeyh olmasa da, acılar-sıkıntılar ve kendi terbiye sistemi ile bizi Allah aşkına, Allah’a doğru yönlendirdi. Hiçliğimizi ve yokluğumuzu bize öğretti.
Müge Doğan: Anneniz Meşkûre Sargut’un önce biraz maddî anneliğinden, sonra mânevî anneliğinden bahsedelim mi?
Cemâlnur Sargut: Annem öncelikle bence bütün annelerin yapması gereken bir şey yaparak bize çok önemli bir şey öğretti. Hiç koruyucu olmadı, arkamızda durmadı ve hatta acılarla karşılaşmamız için biraz da uğraştı. Ben anneciğimin devre devre benim böyle acılarımın üstüne kızgın damga bastığını bilirim ki dağlansın diye. Ama Allahıma binlerce şükrediyorum ki ben kendi ayaklarımın üzerinde durmayı, Allah aşkını yaşamayı, hâdiselerden etkilenmemeyi annemin bu eğitimi ile öğrendim. Kardeşimde de aynı şeyi görüyorum şimdi. Bunun yanında da aşırı sevgi dolu bir tarafı da vardı. Celâlliydi ama çok da sevgi doluydu. Ben annemi üzdüm; çünkü az yedim, hayatta hep sıkıntılarım oldu… Onlara üzüldüğünü biliyorum. Anneydi bir taraftan, ama bunları belli etmedi. Hep yanımda oldu ve hep beni kuvvetlendirdi ama doğru yaşamamı sağladı, dengeye gelmeme sebep oldu. Aşırılıklarımdan beni kurtardı. Allah ondan râzı olsun.
“Ben annemi hep mutlu ve huzurlu gördüm”
Maddî anneliği hakikaten mükemmeldi ama mânevî anneliği gerçekten tartışılmaz. Çünkü hayatının her zerresi, her ânı Efendisi için geçen bir anne ile yaşadım ben. Sabah kalktığında resimleri öpen, namazını vaktinde kılmayı bize öğreten, şeriata son derece düşkün, şeriat edebini, abdest almanın önemini devamlı anlatan ama bunları yaparken de sıkıcı olmayan, mecbûriyet getirmeyen fakat zevk hâline getiren bir anneydi. O bakımdan Allah ondan râzı olsun ki, biz şeriatı çok sevdik onun sâyesinde. O da mürşidi ile sevmiş tabiî bunu. Meselâ ezan okunur okunmaz kılardı namazını… Beş dakika bile geçirmezdi. Bize de kızardı geçirdiğimiz zaman.
Onun hiçbir hâdise ile yıkıldığını görmedim. Hz. Fâtıma’nın üç-dört gün sancısı varmış fakat çok da açmış dört-beş gündür.. Peygamber Efendimiz teşrif etmişler “ay ne mutlu sana Fatmacığım” diye… O‘nun sancısının ve açlığının ona lûtuf olduğunu anlatan şekilde onu rahatlatmış ve yüceltmişler. Meselâ benim ciğerim dediği Hz. Fatma’ya “ah vah, aç mısın kızım” diye sarılmamışlar. İşte annemin tarzı buydu. Annem bizim çektiğimiz acılarda “ay ne şanslısın, ne mutlusun” yahut tekrar zor bir hayata başlayacaksak “hadi git, zorluklarla adam olacaksın” diye bize hep zorluğa, zorluğa alışmaya, zorluğu sevmeye yönlendirdi. O yüzden de biz çok zevkli ve dengeli bir hayat yaşadık ömrümüz boyunca.
Sonradan ben şunu öğrendim ki kendi yaşadıklarımdan, eşimden ayrıldığım zaman, çocukların bu hâdiselerden etkilenmemesinin tek bir yolu var anneyi mutlu ve huzurlu görmesi… Böyle olduğu zaman her şey çok güzel oluyor. Ben hep annemi mutlu ve huzurlu gördüm. Babamın hapse girişinde bütün sıkıntılarda hep annemi mutlu ve huzurlu gördüm. Babamın hapse girdiği gün secdedeydi ve “çok şükür Hz. Yusuf’un hayatına eşlik ediyoruz” dedi. Borçlara girdiğimiz gün hiç problem etmeden yaşadı ve onun için mükafat üstüne mükafat yağdı annemin üzerine. O da çok zevkli bir hayat yaşadı ve çok sevildi herkes tarafından… Hürmet edildi, sayıldı… ve evlâtlarının kendi yolunda olduğunu gördü. Hayatta en istediği şey buydu. Hatta küçükken bize “eğer benim yolumda olmazsanız evlâdım olmadığınıza dair gazeteye ilân veririm” derdi. Son zamanlarda çok şükür hep bizlere şükrederek yaşadı hayatını ve ihvan konusunda da emin olarak vefât etti. Yani “gözüm arkada değil” dedi her zaman. Bu tabiî çok önemliydi. Ölümü çok severdi, ölümü isterdi. Hattâ öleceğini de bence biliyordu. Ona göre programlanmıştı. Allah’ın büyüklüğünü ölümüyle de bir kere daha bize gösterdi. Çok şükür, ben dünyanın en şanslı evlâdıyım diye düşünüyorum. Asuman için de tabiî bu böyle… Netice olarak birbirine çok bağlı iki evlât yetiştirdi çok şükür.
Müge Doğan: O halde analık bizim anladığımız anlamda devamlı fedâkârlık yaparak onun üstüne düşmek, onu koruyup kollamak değil, ama güçlü bir mânevî duruş ile hâl ederek örnek olmak mıdır?
Cemâlnur Sargut: Tamamıyle hâl etmek, bir şey öğretmeye kalkmak da değil ama uygulamak, yapmak… Yani çocukları bezdirmemek fakat peşlerini tâkibi de bırakmamak… Yani o aradaki dengeyi bulamazsak anneliği doğru dürüst yapıyoruz demeyelim. Tabiî ki hiçbirimiz doğuştan ana doğmuyoruz, yavaş yavaş öğreniyoruz tecrübelerle ama benim annemde öğrendiğim buydu. Hiçbir şeyimize üzülmez, hiçbir şeyimizi fazla problem etmez, herşeyi dâimâ ümitle karşılardı. Yani öyle bir güzel müslümandı ki ümit ile korku arasında yaşamayı bize öğretti. Hep ümit içinde yaşadık. Yani maddî konularda da. Bugün bir kapı kapandı ise yarın bir kapı açılır aşkı ile yaşadık.
Müge Doğan: Çok teşekkürler efendim.