Annem’e ve Annem’e

Küçük çocuğun aklı çok karışmıştı. Ona duâ etmesini öğrettikleri günden itibâren  her gece yatağında  kiminle konuşuyordu acaba? Acaba o konuşurken gerçekte onu tek duyan, yün tavşanı Mıstık mıydı? Yoksa başka bir duyan da var mıydı?

 

Karar verdi, Allah hakkında sorular soracaktı çevresindeki insanlara ve aldığı cevapları birleştirip kafasında Allah’ın resmini çizecekti. Hemen işe koyuldu. Anneannesine, dedesine, annesine, çevresinde yaşı büyük kimi gördüyse ona sormaya başladı “Allah nedir?” diye. Ama bu iş, hiç de düşündüğü gibi kolay değildi; bunu insanların kendisine verdikleri zıt cevaplardan anladı. Bir sorduğu diyordu ki “Allah sever”, bir başkası diyordu ki “Allah cezalandırır”. Çocuk anladı, Allah’ı tanıması için “Allah nedir?” sorusu çok doğru bir başlangıç olmamıştı. O da karar verdi: “Ne”yi “nasıl” ile değiştirecekti.

 

Dedesinin yanına gitti ve sordu: “Allah kulunu nasıl sever dede?” Dedesi, şöyle dedi: “Hani annen seni dokuz ay karnında taşıdı, sancılarla doğurdu, bin bir meşakkat içinde ama sana hiçbir şey yansıtmamaya çalışarak büyütüyor… Senin için canını, tüm hayatını düşünmeden, değil bir dem, hayatın her deminde bir an senden vazgeçmeden verir. Hatırlıyor musun dün haberlerde seyrettiğimiz anne kediyi? Yanan evin içine yedi kere art arda girip yedi yavrusunu da dışarı çıkarmış ama sonra  kendi yanıkları çok derin olduğu için ölmüştü. Bak o anne kedi; ona kedi anne denmez. Çünkü onun anneliği kediliğinden önce gelmiştir. İşte tüm anneler böyle severler evlâtlarını, kendiliklerinden önce… Bir çocuğa annesinin sevgisi Allah’ın sevgisi karşısında denizdeki bir köpük gibidir. Şimdi anladın mı bakalım Allah nasıl sever kulunu.”

 

Dedesinin bu cevabından çok memnun kalmıştı çocuk. İlk defa Allah’la  ilgili kafasında ciddi anlamda bir fikir oluşmaya başlamıştı. Dedesinde muhakkak çok daha fazla bilgi vardı. Karar verdi, dedesine sormaya devam edecekti.

 

“Peki, Allah kendinden var ettiği kuluna neden ceza verir?” diye sordu çocuk.

 

“Hani” dedi dedesi “sen çok küçükken ateşle oynamayı çok seviyordun da bu nedenle iki kere ablanı, kendini ve evi yanmaktan son anda kurtardılar. Ama sen yine de ateşle oynamaya devam ettin. Annen de kendini ve sevdiklerini incitmemen için senin yaptığın haylazlıklara bir karşılık verdi. Verdiği ceza karşısında annenin canı daha çok yanmıştı seninkinden. Evet o zaman çok üzüldün, canın da çok yandı ama bir daha da ateşle oynamadın. O zaman annene seni cezalandırdığı, canını yaktığı için ne çok kızmıştın. Sen sonra o hâdiseyi unuttun da annen senin aldığın ceza karşısında nasıl üzüldüğünü hiç unutmadı. İşte Allah da kulları kendi nefisleriyle oyuna dalıp kendilerini incitmesinler diye oyunlarına bir karşılık verir de seni, senin yaramazlıklarından dolayı incinmekten korur. Sen Allah’tan gelene o an için ne kadar üzülsen de zamanla unutursun ama Allah o gün kulunun üzüldüğünü hiç unutmaz.”

 

“Peki dede, Allah kulları arasında ayrım yapar mı? Kulundan vazgeçer mi?” diye sordu çocuk.

 

“Hiç olur mu?” dedi dedesi. “Meselâ bir anne için en hayırlı evlâdı da en hayırsızı da birdir. Bak komşumuz Şükriye Hanımlara…. Bir oğlu annesini hep arar sorar, herkese iyilik yapar. Hiç ailesini üzmeden okudu işe girdi evlendi. Diğer oğlu ise nerede akşam, orada sabah… Hayırsızın teki; bir baltaya dahî sap olamadı, ama sen git bir de Şükriye Teyzene sor. Oğulları için ‘iki gözümün nurları’ der de sevgide ikisini de birbirinden ayırmaz. Hâlâ hayırsız olan oğlunun düzelmesini sabırla bekler, ‘oğul, sana bir şey olursa benim ciğerim yanar’ diye ekler.

 

Şimdi sen diyebilirsin ki, eğer iyi çocuk olmamla kötü çocuk olmam arasında bir fark yoksa, annem beni her hâlükârda ayırım yapmadan ablam kadar severse, ben de o zaman yaramazlık yapabilirim. Aslında bir fark vardır , tek fark eden bir evlâdın annesinin yanağında gamze, diğerinin iki kaşı arasındaki çatıklık olmasıdır. Anne, evlâtlarını ayırmadan sevme ve onlardan asla vazgeçmeme konusunda bir karar vermez ama sen bir karar ver, gamze mi olmak istersin annenin yanağında? Yoksa gözünde nem mi? İşte Allah da kulları arasında hiç ayırım yapmadan sever ve bu sevgiden asla vazgeçmez. Aynı anne gibi şartsız ve beklentisizdir ama sen kul olarak bir karar vermelisin.”

 

***

 

O gün Allah hakkında çok şey öğrenmişti çocuk  ve bu onu çok mutlu etmişti. “Bu kadar ‘nasıl’ olduğunu bildiğim bir varlığı gece rüyâmda da muhakkak görürüm artık” diye düşündü ve o gece heyecanla erkenden yatmaya karar verdi. Yatar yatmaz anneannesinin ona öğrettiği duâları okudu; ama bu sefer çok emindi kendisini duyanın yalnızca Mıstık olmadığına… Daha duâsını bitiremeden döndüğü sağ yanından daldı uykuya ve bütün gece rüyâsında annesini gördü.

The following two tabs change content below.

Simitçi

Sıcak bir yaz günü güzel bir Ege kasabasında sabırsızlığının ilk işareti olarak erken dünyaya gelmiş bir bebekmişim. Hatırladığım bütün çocukluk hatıralarım ailemle beraber mutluluk ve neş’e içinde geçirdiğim gıpta edilesi güzel yıllar. Derken ilk aşkının ani ölümü ile gerçek sevgiliyle küs geçen gençlik yılları, çocukluk yıllarını takip eden hatıramın temel taşları. İnancını kaybetmiş, imanını ise kaybedip kaybetmemeyi artık hiç de umursamayan yıllar. Ben ilk ne zaman O'nu duydum, ya da O ilk benimle ne zaman konuştu hiç hatırlamıyorum. Ben ne kadar uyudum, O beni nasıl uyandırdı bunlara hafızamın içinde cevap bulmam zor. Küstüğüm sevgiliyle aramızı nasıl yaptı, vallahi ben de bilmiyorum. Ben kim miyim? Simitçi. Simit satarım, tekkenin önünde gelenlere, gidenlere, sabit kadem olanlara olmayanlara, içeri girenlere kapısından dönenlere simit satarım…

Son Yazıları: Simitçi (Profiline git)

1 cevap

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın