Ücret Beklemeden

Genelde duygu yüklü yazılara teşne olan bu kalem, mesele annelik olunca duygusuna mesafe koymayı yeğledi. Belki de konu nevii gereği tarife sığmaz bir duygusallığı barındırdığı için genlerinde saklı olan çocukça inadı tuttu. Ya da belki nefsinin en ağır sınavlarını anneliği üzerinden yaşadığı için de olabilir. Anneliğin kutsiyeti, Allah’ın hâlik ismine mahzar oluşuyla âşikâr değil mi zaten? Hem kendi anamda apaçık şekilde gördüğüm hem de sırf bana gelen iki emânete değil, dünyanın bütün evlâtlarına boğazımda bir düğüm, içimde kıpırtıyla bakmama vesile olan yine Allah’ın bu lutfu değil de nedir? Bir de Hayy ismini gönlüme üfleyen var ki O’nun analığı tarife sığmaz… Salt yaradılışa vesile olan değil, dirilten, insan eden…

 

Velhâsıl mesele annelik olunca yazılacak, anlatılacak çok şey olur. Lâkin annelik duygusu yerine sorumluluğu üzerinden konuşalım bugün.

 

Annelik, duygusuyla doğulsa bile gereklerini yerine getirmek bir dizi sınav ve hatâlar yaşanması gereken bir tecrübeden ibaret. Bu müessese, yapılan yanlışların getirdiği hesaplaşmalarla öğreniliyor. Ya da aslında her çocuk kendi özgün karakteriyle müstakil bir yol tutturup giderken anne “yine yanlış yapıyorum galiba” zannını vücuduna bir dövme gibi yapışmış buluyor ve annelik tam mânâsıyla hiçbir zaman öğrenilemiyor.

 

Batı normlarının başarı kodları üzerinden kendini tarif etmeye şartlanmış bir yetişkin olarak ilk emânetimi kucağıma aldığımda başarıyla sonuçlandırmaya mükellef olduğum yeni bir projeye başladığımı sandım. Bebeğimi iyi beslemeli, iyi giydirmeli, aynı anda on hobi ile donatmalı, en iyi okulda okutup ayrıcalıklı bir birey olarak yetişmesini sağlamalıydım. Onu gelebilecek tüm risk ve tehlikelerden korumalıydım. Önceleri onun kişilik özelliklerini ve hayattaki duruşunu koşulsuzca şekillendirebileceğim gibi bir zanna kapıldım.

 

Sonrası mâlûm… Benim emânetlerim bana koskocaman bir “çalım” atıp benim projem olmadıklarını bir bir göstermeye başladılar. Mülkün Allah’a ait olduğunun, evlâdın ise yalnızca emânet olduğunun delilini koydular ortaya… Daha ilk günden itibaren aslında hiçbir konu üzerinde kontrol sahibi olmayacağımın farkına vardım. Ama yine de beklentilerimden kopamadım. Onlar üzerindeki hayallerimden, planlarımdan, zihnimdeki kurgulardan boşanamadım.

 

Sonra bir gün bütün yükümü çeken, beni adam etmeye çalışan ve her evlâdına yaptığı gibi bana da kendi makamımdan öğreten kâmil anamın benden hiçbir ücret istemeden yani en ufak bir değişim karşılığı talep etmeden irşad edişinin farkına vardım. Heyhat, benim kâmil anam, evlâdının sorumluluğunu her iki âlemde de taşıyan anam, hiçbir ücret beklemezken ben kendi emânetlerim üzerinden beklentiye girerek, onlarla ilgili talep yaratarak nasıl da ücret bekliyordum: Derslerinde başarılı olsunlar, gayretli olsunlar, çalışkan olsunlar, hayırlı olsunlar, mutlu olsunlar… Liste böyle uzar gider.

 

Haydi kendime haksızlık etmeyeyim; beklentilerimde salt maddî dünyanın şekilcilikleri yoktu elbet; güzel huylarla ve ahlâkî erdemlerle donanmaları dileği vardı.

Güzel ahlâkı kuşanmış, hâliyle barışık, kendine yeten bireyler yetiştirmek niyâzımın nesi yanlış olabilir ki? Ama yanlış işte, o bile yanlış… Zira emânetim hatâya düştüğünde, Yeşilçam’dan fırlamış bir edâ ile başımı geriye doğru atıp, gözlerimi devirerek “Ben sizin için…” diye başlayan cümlelerim ücret istemek değil de nedir? Oysa benim kâmil anam, her gün usanmadan anlattıkları yetmeyip bir de her an hâlinde izlediğim ahlâk-ı Muhammedî’nin güzelliği içinde, nefsimle başbaşa kaldığımda düştüğüm yanlışları hiç yüzüme vurmadan tatlı bir tebessüm ile beni kucaklamaya devam etmiyor mu?

 

Annelik sorumluluğu yalnızca kendini adam etme gayretinden oluşuyor. Çocuklarla ilgili olarak kalemimden önceden dökülmüş olan şu satırlar özetlemiş annelik sorumluluğumu:

 

Dürüstlük bekliyorsam onlardan; önce kendim her ne koşulda olursa olsun yalandan uzak durmalıyım ve ölçüm doğruluk olmalı.

 

Sosyal anlamda geçimli olmalarıysa meselem, önce ben farklılıklara hürmet etmeyi, insanların kusurlarını büyütmemeyi öğrenmeliyim.

 

Zorluklar karşısında hemen pes etmemelerini istiyorsam, işlerimi yaparken azimli ve sebatkâr olmaya gayret etmeliyim.

 

Hazımlı ve hoşgörülü bireyler görmek istiyorsam karşımda, önce kendim meselelerimi sükûnet ve hoşlukla halletmeyi öğrenmeliyim.

 

İmanlı ve idrakli yetişkinler olarak onları görebilmekse niyâzım, her geleni Allah’tan bilip şikâyeti bırakabilmeyim, olanla yetinip hep şükredebilmeliyim, küllî akla rapt olabilmeliyim.

 

Her koşulda herkese iyilik yapmak için fırsat gözlemeliyim ki onlar da kula hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu hâl edebilsinler.

 

Dışarıdaki her çocuğu kendi çocuğum gibi kollayıp önce onları gözetmeliyim ki insanı sevmeyi öğrenebilsinler.

 

Her koşulda râzı ve mutlu olabilmeyi öğrenmeliyim ki mutluluğu öğrenebilsinler.

 

Velhâsıl annelik, kendi doğru sandığımız hayallerimizin egzersiz zemini hiç değil. Annelik ücret beklemeden hâlinle örnek olmaya çalışmak. Annelik, kâmil anama benzeme gayreti bence… Ve annelik, yalnızca kâmil anama na’tdan ibarettir aslında. Vesselâm…

The following two tabs change content below.

Emine Ebru

Orta halli, sıradan bir Türk ailesinin yine orta halli, sıradan çocuğu olarak yetişmiş bu fakir. Hayatının ilk 30 yılını gayretiyle dünyada mekan kurmaya harcamış; akıllı insan olmayı, hayırlı evlat olmayı, iyi okullarda okuyup kariyer yapmayı bir de kendini çocuklarına feda eden türden anneliği en ala hayat sanmış. Dünyayı kontrol edebileceğini sanmış, edemediğini gördüğü her anda da yaygarayı basmış. Sonra bir el öpmüş ve yıllarca kurduğu kumdan kaleleri yıkılıvermiş. Bütün kavramlar, bütün renkler, iyiler kötüler birbirine karışmış BİR olmuş. Artık varlık iddiasını yok etmeye, nefsine galip gelmeye ve aklı bu sefer gönlüyle bulmaya çalışıyor. Kul olmaya çalışıyor. Her an hata yapmaya devam ediyor, edeceğini de biliyor ama en azından niyetlerini ve tevbelerini temiz tutmaya çalışıyor.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın