“Sâmiha Anne’nin bize öğrettiği en güzel şey, tevhiddi”
Bu ay, mutasavvıf ve mütefekkir Sâmiha Ayverdi’nin Hakk’a yürüyüşünün 21. yıldönümünü idrak ediyoruz. Bu vesileyle kendisinin yetiştirdiği en kıymetli talebelerden biri olan Cemâlnur Sargut ile onun edebî ve mânevî şahsiyeti üzerine sohbet ettik.
Müge Doğan: Sâmiha Ayverdi, farklı yönleriyle tanınıyor. Osmanlı hanımefendisi olarak, edebiyatçı, Türk dili uzmanı, tarihçi ve mutasavvıf olarak tanınıyor. Onu bütün yönleriyle değerlendirebilir misiniz?
Cemâlnur Sargut: O, her şeyden önce mürşitti. Gerçek mürşid-i kâmiller dâhî oldukları için, bütün söylediğin özellikleri üstlerinde taşırlar. Yani kim ona baksa “bu benim anladığım branşta en üstün seviyeyi gösteriyor” der. Sâmiha Anne’de de bunu görmek mümkündü. Çünkü hakikaten çok iyi bir edebiyatçı, çok iyi bir Türk dil uzmanı, çok iyi bir tarihçi -aynı zamanda-, lisana hâkim, Arapçaya ve Farsçaya çok hâkim, mürşidiyle olan ilişkisinden dolayı müridlerini nasıl eğitmesi gerektiğini çok iyi bilen bir öğretmen, hâl ehli bir insân-ı kâmildi. Yani, ne ararsan onda vardı. Ama ona sorsan bunların hepsinin sadece dünyaya gelmekteki birer vazifesi olduğunu ve Allah’ın ona vermiş olduğu lûtufların göstergesi olduğunu söyler ve kendini “kuş dağa konmuş, ne dağın bunda bir tesiri olmuş ya da dağa bir eklenme olmuş, ne de kuşa bir faydası olmuş” diye anlatırdı. Yani, “ben âleme geldim, vazifemi yaptım” derdi her zaman. Methettiğin zaman da, hep Şeyh Galip’in şiirini hatırlatırdı, “şu dünyada zerrece itibârım varsa sendendir efendim” diye… O, efendisinin kalemi gibiydi. Bence efendisinin aynısıydı. Hiç farkı yoktu.
Müge Doğan: Yol arkadaşları kimlerdi? Özellikle Meşkûre Anne ile olan ilişkisinden biraz bahsedebilir misiniz?
Cemâlnur Sargut: Annemle inanılmaz bir yakınlığı vardı. Çünkü annem ve Sâmiha Anne, Efendi’nin dizi dibinde yetişmiş iki hanımdılar. Daha sonra Türkân Abla (Erkmen) buna eklenmiş, bir süre de Nezihe Araz, efendimin yanında öğrencisi olmuş. Bu hanımlar, onun vasiyetinde geçen hanımlardır. Efendimin Semiha Cemâl Hanımefendi’ye olan düşkünlüğünü, çünkü onun verdiği her şeyi kapan en kıymetli öğrencisi olduğunu biliyoruz. Nazlı Anne’ye olan aşırı düşkünlüğünü de biliyoruz. Çünkü Nazlı Anne, hakikaten efendimin “ölmeden önce ölü görmek isteyen Nazlı’ya baksın” dediği, sanki Peygamber’in yanındaki Hz. Ebûbekir makamı gibi bir makamı anlatıyordu.
“Sâmiha Anne, vakıf ve dernekleri tekkeler gibi işletti; insanlara ahlâk ve tasavvuf öğretti.”
Bence Sâmiha Anne, Hz. Ömer gibi adâlet sahibi, Hz. Ali gibi ilim sahibi bir sultandı. Annem ise sanki Nazlı Annemin aksiydi, yansımasıydı; Nazlı Annemin vefâtından sonra ben Nazlı Anne’yi annemle yaşadım. Annem, gerçekten ölmeden önce ölü makamıydı. Ölmenin diriliğiyle yaşayan ile ezelden diri olan iki diri birleşince de ortaya bir şâheser çıkıyordu. Çünkü onlar, ikisi birlikte yaptıkları her işte çok başarılı oldular. Her yaptıkları, insanlık âlemine örnek oldu. Anneme Sâmiha Annem tarafından sohbet görevi verildiği için, annem efendimin vefâtından sonra hemen sohbete başladı. “Elli küsur senedir sohbet etmek nasip oldu bana” diye anlatırdı vefât etmeden önce. Sâmiha Anne, bu sohbetlerin çoğuna katıldı. Türkiye’nin en problemli zamanlarında bile sohbeti kesmedi Sâmiha Anne… Çünkü “irşad, sohbetle olur” derdi her zaman. Zikir kesildi. Belli ritüelleri kesti Sâmiha Anne. Tekkenin eski klasik gidişâtını değiştirdi. Vakıf ve dernekleri tekkeler gibi işletti. İnsanlara ahlâk ve tasavvuf öğretti. Bütün bunları yaptı ama sohbetleri hiç kesmedi.
Müge Doğan: Kendisi bizzat sohbet yapar mıydı?
Cemâlnur Sargut: Kendisi bizzat sohbetlere gelirdi. Annemin sohbetlerine… Annemi dinlerdi, ondan sonra hâtıralardan bir-iki şey anlatır ya da araya bir-iki cümle eklerdi. Fakat annemin sözünü de hiçbir zaman kesmezdi.
İnanılmaz bir birlik ve beraberlik vardı aralarında. Birbirlerine sonsuz bir hürmet ve saygı vardı. Sâmiha Anne, anneme yazdığı her mesajda, onda Allah’ın tecellisi olduğunu, onun ezelî sevgililerden olduğunu yazmıştı. Bütün ihvana annemin önemini anlatmıştır. Annem ise hayatı boyunca Sâmiha Annemin bayrağını taşıdı ve her zaman “Sâmiha Anne sevilmeden Efendi sevilmiş olamaz” diye anlattı. O, efendisini anlatan, efendisini öğreten ve efendisini yaşayana müteşekkirdi. Nasıl Efendi’de Allah’ı seyretmişse, Sâmiha Anne’de de Allah’ı seyretti. Annem, gördüğünü bilen, tanıyan ikinci adamdı. Hz. Ebûbekir, Peygamber olmadan bir işe yaramaz, Peygamber için de Ebûbekir ‘in şahadeti ne kadar gerekliyse annemle Sâmiha Anne ilişkisi de aynen öyleydi.
“Ülkemde birliğin nasıl korunacağını anlatmaya çalışıyorum. Çünkü bu, efendimin yolu; bu, Sâmiha Annemin yolu; bu, annemin yolu…”
Müge Doğan: Sâmiha Anne’nin dâvâsı neydi hocam?
Cemâlnur Sargut: Biz Sâmiha Anne’den dâvâ adamı olmayı öğrendik. Ama bugün anlatıldığı gibi bölünmeyi, bir taraf tutmayı filan öğrenmedik. Biz dâvâ adamı olup nasıl birleştirmemiz gerektiğini öğrendik Sâmiha Anne’den… Bugün ben de aynı şeyi yapmaya çalışıyorum. Bugün maalesef bölüm bölüm bölünen ülkemde birliğin nasıl korunacağını anlatmaya çalışıyorum. Bu yüzden de eleştiri alıyorum. Bu yüzden de öğrencilerimden dahî eleştiri alsam da benim yolum bu, ben bundan vazgeçmeyeceğim. Çünkü bu, efendimin yolu; bu, Sâmiha Annemin yolu; bu, annemin yolu. Bu yolun içinde af var, sevgi var, kucaklamak var, birleştirmek var. İki taraf varsa iki tarafa da hürmet etmek var. Biz aralarındaki meseleleri bilmiyoruz. Biz, bir taraf olamayız. Biz, bîtarafız. Bu şekilde ancak Allah’a ulaşırız. Sâmiha Anne, bize bunu öğretti. Evet, o bir taraftı. Ama aynı zamanda bîtaraftı. O kalbiyle bir taraftı, ama vücuduyla bîtaraftı. Bize birlik, beraberlik, el ele vermeyi öğretti.
Ben şimdi –çok şükür- aile içi birliğimizin yavaş yavaş kurulduğunu da görüyorum ihvan içerisinde. Bunun Sâmiha Anne’yi de çok memnun ettiğini düşünüyorum. Herkesin arasında problemler olabilir. Ama muazzam bir aileyiz. Ve güzel bir birliğiz. Biz, birliğimizi korumazsak cemaatler, dünya, hiçbir şey birliğini koruyamaz. Bu yüzden Sâmiha Anne’nin bize öğrettiği en güzel şey, tevhiddi, her şeyi sevmekti, her şeye hürmet etmekti. Hiçbir şeye yan gözle bakmamak, önemsiz gibi kabul etmemekti. Sivrisineğin bile önemli olduğunu bize öğretti. Çocuğa hürmetin önemli olduğunu, gençliğe çok emek vermek gerektiğini öğretti. Maalesef bugün problemlerin gençlikte olduğunu görünce, gençliğe ne kadar az değer verdiğimizi, ne kadar az ahlâklı yetiştirdiğimizi görüyorum. Bu ay kadınlar günü kutlanıyor. Bu dişiler günü değil, kadınlar günüdür. Yani dâvâ sahibi olan, gerçek er kadınların günüdür. Eğer böyle bir kadın günü mutlaka kutlanacaksa, hiç olmazsa er kadınlar anılsın diye düşünüyorum. Onun için de Sâmiha Anne anılmalı diye düşünüyorum.
“Sâmiha Anne, bütün âlimleri kendi kaleminin içinde taşıyordu.”
Müge Doğan: Hocam okuduğunuz ilk Sâmiha Ayverdi kitabı hangisiydi?
Cemâlnur Sargut: “Batmayan Gün” beni yerden yere vurdu. Aklımı başımdan aldı. “Bu nasıl bir kitap!” dedim. Ben, çok küçük yaşta okumaya başladım. Üçüncü sınıftan itibaren Türk klasiklerini gayet rahat okuyordum. Hattâ bazı kitapları yasaklamıştı annem, çok ağlıyorum diye… Onları gizlice yatağın içinde okurdum. Orta 1’e geldiğimde de Batı klasiklerine başlamıştım. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’ini filan orta 1’de okudum. Defter tutar, şahısları yanına işaretler, -kim olduklarını unutmayayım diye- öyle okurdum. Dolayısıyla Sâmiha Anne’yi okumaya başladığımda lisede, hemen hemen bütün dünya klasiklerini okumuştum. Günde bir kitap filan bitirirdim. Öyle okurdum… Sâmiha Anne’yi elime geçirdiğim an, artık hiçbir şey okuyamayacağımı anladım. Çünkü o, bütün öğrendiklerimin, bildiklerimin, bütün felsefecilerin son noktası gibiydi. O, bütün âlimleri kendi kaleminin içinde taşıyordu. Bilgeliğiyle bütün âlimlerin bilgeliğini, kalemiyle de bütün edebiyatçıların kalemini taşıyordu. Bu yüzden o, son âlimdi. Yani son mühür gibi bir şeydi Sâmiha Anne.
O bakımdan da Batmayan Gün beni vurdu geçti. Nasıl bir kitaptı bu? Enteresan olanı, tasavvufî ve dinî eserler çoktu. Mesnevîler, Fususu’l Hikemler, Fütuhat-ı Mekkiyeler… Ama onların hepsinin özetini roman gibi vermesi ve insanlara onları sevdirmenin yolunu romanın hikâyeleri arasında anlatmasıydı.. Bu muazzam bir dehâ diye düşünmüştüm o zaman. Hattâ Kerim Bey, efendimi temsil ediyordu orada. Oğlum olursa adını Kerim koyacağım diye karar verdim. Benim hayatım hep K harfi ile geçti. Çok şükür Allah bana bir oğul verdi. Belki isminin yüzüsuyu hürmetine vermiş olabilir yani.
Müge Doğan: Peki, gençlere tavsiye edeceğiniz Sâmiha Ayverdi kitapları hangileridir?
Cemâlnur Sargut: Gençlere tavsiye edeceğim çok kitabı var. Meselâ gençlerin hiç tarih bilgisi olmadığı için “Türk Tarihinde Osmanlı Asırları”nı çok tavsiye ediyorum. Osmanlı pâdişahlarını bu kadar doğru bir bakışla, bu kadar objektif bir bakışla tanımaları açısından çok önemli bir eser. Maalesef insanlar kendi tarihlerini bilmiyorlar. Gene Sâmiha Anne şöyle derdi: “Keşke bilsek… Bilsek, kimse bizim önümüzde duramaz. Ama biz bilmiyoruz. Onun için de kendimizi savunamıyoruz.” Onun için ben gençlere ilk önce “Türk Tarihinde Osmanlı Asırları”nı tavsiye ediyorum.
Sonra tabiî beni en etkileyen – biraz gençlerin özelliklerine göre; eğer aşk tarafları hâkimse, “Yusufçuk”, “Dile Gelen Taş”, “Hancı” ve “Mâbedde Bir Gece”yi tavsiye ediyorum. Eğer tasavvufla ilgili bilgi edinmek istiyorlarsa “Yaşayan Ölü”, “Batmayan Gün”, “Yolcu Nereye Gidiyorsun”, “Son Menzil” ve “Ateş Ağacı” gibi kitaplarını tavsiye ediyorum. Ama Türkiye’yi, aynı zamanda tasavvufu, aynı zamanda Türkiye’nin devir devir ne hâller geçirdiğini görmek istiyorlarsa, “İbrahim Efendi Konağı” gibi daha sonradan yazmış olduğu ve küçük hikâyeler içerisinde anlattığı diğer kitaplarını tavsiye diyorum. Ama benim için, hangisini okurlarsa okusunlar, hepsinin içinde hem tarih, hem ilim, hem tasavvuf, hepsini bulacaklardır.
Müge Doğan: Teşekkürler..