Sâmiha Anne’nin Kelimeleri

Tehâvür, teressüm, mustatil, tenevvü, muvâzene, tahavvül, nümâyiş, ehram, gümrah, pâyân, rikkât, bîkes, darbımesel…

Akıl defterime yazıp anlamlarını ezberlemeye gayret ettiğim kelimelerden birkaçını aktardım yukarıda… Büyük ihtimalle Sâmiha Anne’nin bir kitabından bulup derlemişimdir bunları… Ya “İnsan ve Şeytan”, ya “Edebî ve Mânevî Dünyâsı içinde Fâtih”, ya da başka bir eseri…

Sâmiha Ayverdi’nin 20. yüzyıl yazarları arasında alâmet-i fârikası şüphesiz dil zenginliğidir. Nihad Sâmi Banarlı’nın deyimiyle “ender imparatorluk lîsanlarından biri” olan Türkçe’yi hakkıyla kullanabilen belki de son hanımefendilerden biriydi. Kitaplarındaki anlam derinliğini kolay anlaşılır ve sâde bir anlatımla aktarabilmesindeki en büyük sır, onun zengin kelime hazînesidir. Çok kelime kullanır, fakat hepsi yerli yerinde, anlam yüklü ve ses âhengini gözeten bir sırada dizilmiştir.

Bu İstanbul hanımefendisinin dillere destan zerâfetini, kâğıda döktüklerinde de müşâhade etmek mümkündür. Lâkin bu zerâfet içi boş bir hoşluk nümâyişi değildir. Okuyanı bir mânâ denizine dâvet eder.  Okuyucusu ancak o mânâ denizine girebilirse yazdıklarının gerçek değerini tasavvur etmeye başlayabilir. Ona göre kullanılan kelimeler yaşanılan medeniyetin, değerlerin bir yansımasıdır. Bunu en güzel şekilde “hayatını kaybetmek” ve “Hakk’a yürümek” deyimleri arasındaki anlam farkını anlatırken hissettirmişti fakire. “Alt tarafı iki kelime” denilebilecek bir ifâde aslında karanlık ile ziyâ, boşluk ile mânâ arasındaki tezatı yansıtır. Bu minvalde başka bir örnek, teşekkür edene “bir şey değil” demek yerine “estağfurullah”, yani “bu önemsiz bir şey değildir, lâkin benden değil, inâyet-i ilâhîdir” demeyi tavsiye etmesidir. Gördüğü üst seviyedeki tasavvuf terbiyesi ve üstün mânevî idrâkı, onun kelime seçimini üstün bir hassasiyetle icrâ etmesini gerektirmiştir.

Sâmihâ Anne kelimelerini çok sever. Herşeye, herkese gösterdiği vefâyı onlara da ziyâdesiyle göstermiştir. Çağdaşları “lîsânı arındırmak” adına yüzyıllar içinde medeniyetle ve insanla yoğurularak olgunlaşmış köklü kelimelere, tâze uydurulmuş kelimeleri tercih ededursun, o anacığından duyduğu ninnideki, Efendi’sinden duyduğu sohbetteki, meşklerde duyduğu ilâhideki kelimelere sâdık kalmıştır. Çok sevdiği yoldaşı İlhan Ayverdi, bu toprakların belki de en büyük zenginliği olan kelimelerimizi korumak, onları gençlerin unutmayacağı bir kayıt altına almak adına ağır emeklerle dolu otuz senesini vererek derlediği “Misalli Büyük Türkçe Sözlük”ünün takdiminde özellikle Sâmihâ Anne’nin adını zikretmiş, kendisine şükranlarını sunmuştur.

Hakîki Türkçe’yle lezzetlenmek isteyen herkese onun kitaplarını tavsiye ederim. Hem sadece okumak için değil, fakirin de yaptığı gibi bilmediğimiz kelimelerin altını çizmek, sözlüklerden mânâlarını öğrenmek ve bu kelimeleri gündelik lisânımıza dahil etmek için. Belki terbiyesi bizlere emânet edilmiş gençlerimize bunlardan birkaçını olsun telkîn edebilmek için. Sâmihâ Anne’mizin Efendi yolunda yaptığı hizmete biraz olsun lâyık olabilmek için.

“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de arkasında yedi deniz daha katılarak yardımcı olsa, Allah’ın kelimeleri tükenmez. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” – Lokmân, 27.

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın