Renginize Boyandık

Sâmiha Anneciğim,

 

Vuslat-ı Rahmân’a ulaşmanızın 20. yılı münâsebetiyle Ankara’da düzenlediğimiz anma toplantımız mâlûmunuzdur. Sizi, edebiyattaki dehânız, aktivist kimliğiniz, mürşidlik vazifeniz, ama en çok da gerçek bir mürid olmaktaki etkileyici hâlinizle bir kez daha müşâhade ettik.

 

Sözleriniz, sesiniz, bakışlarınızdaki mânâ, zarifçe taranmış saçlarınız, özenle dikildiği ve zamanının en gösterişlilerinden değil ama en şıklarından olduğu belli o kıyafetleriniz, her fotoğrafta edep ve zarâfetin birbiriyle kaynaştığı siluetiniz içimize doldu. Baştan aşağı zât-ı âlînizin rengine boyandık.  Tekrar hayran olduk, tekrar sevdik. Siz olmak, sizden olmak istedik. Henüz küçük bir çocukken bile Allah vergisi vakarınızın ve ölçülü duruşunuzun verdiği -fotoğraflara yansıyan- o hafif ciddi yüz ifâdenizin, yâr-i vefâdar mürşidinizin dizi dibinde olmanın coşkusuyla dışarı nasıl taştığını yüzünüzdeki mütebessim ifâdeden okuduk.

 

Resim Heykel Müzesi’nin içinde bulunan târihî Türk Ocağı Salonu’nda bize ders verdiniz o öğleden sonra. O salon ki inşâsı 1930’a dayanan, genç Türk Cumhuriyeti’nin en özenli ve ihtişamlı mimârî örneği olarak yıllarca baştâcı olmuş, opera, bale, tiyatro temsillerinden, dönemin devlet büyüklerinin çocuklarının düğünlerine ev sahipliği yapmış ama sahnesinde ağırladığı hiçbir muhterem sizin hülyalı bakışlarınızdaki derin anlam kadar konuklarının gönlünü delip geçmemiştir.

 

Sizin mânânızı salt zarâfet ve güzellikte örnek bir öğretmenmişcesine sınırlayarak tarif etmek, sizin sonsuz hazinenizin kıymetini eksiltmez; bu yalnızca bu kalemin istidâdındaki acziyete delildir. Zirâ o zarâfetin altında yatan, ahlâk-ı Muhammedî’nin ta kendisidir besbelli.

 

O öğleden sonra bize edebiyat dersi verdiniz: Dilini kaybetmiş bir milletin bekâsının mümkün olamayacağını bir kez daha dile getirdiniz. Sizin Türkçe’yi bu ülkede bir örneği daha bulunamayacak derecede zengin, şahsiyetli ve duru kullandığınıza şâhit olduk. Siz, kalemiyle nesilleri irşad eden bir büyük sultan, ardında her biri bir hazine olan onlarca kitaptan oluşan bir külliyat bırakan velûd bir yazarsınız.

 

Bize vakti boşa harcamama, her dâim üretken, her zaman hizmet için gayrette olma dersi verdiniz: Millî bilincin ve bunu oluşturan tarih bilincinin geleceğimiz için ne denli kritik olduğunu anlattınız bir kez daha. Geçmişini bilmeyen, geçmişine sahip çıkamayan bir neslin geleceğine de sahip çıkamayacağını anlattınız. Şahsiyetli bir millet olabilmemiz için bıkmadan usanmadan nasıl çaba gösterdiğinize şâhit olduk. Devletin önemli mevkilerinde bulunan kişilerde bu bilinci uyandırmak için her gün kaleme aldığınız mektuplar, evlâtlarınızda bu bilincin yerleşmesi için yarattığınız türlü vesileler… Hangi birini sayalım ki? Hz. Mevlânâ dergâhının ziyârete açılmasını sağlamanız, semâ âyin-i şeriflerini yeniden başlatmanız… Bu kadar bereketli bir ömürde ortaya konulan gayretler, anlatmakla bitmiyor ki… Bugün Fâtih’in Fevzipaşa Caddesi’ndeki ağaçlar için bile size müteşekkir olmamız gerekiyor.

 

Bize ahlâk-ı Muhammedî’yi kuşanma dersi verdiniz. Aslında yazmanın sizin için bir amaç değil yalnızca bir vâsıta olduğunu gördük. Asıl amacınızın İlâ-yı Kelimetullah’ı anlatmak olduğunu farkettik. Tüm ömrünüzü hiçbir karşılık beklemeden yalnızca Allah aşkını ve imanı yaymak gayretiyle geçirdiğinize şâhit olduk. Tüm hizmetlerinize rağmen siz hiçbir iddia gözetmemişsiniz Sâmiha Anneciğim. Gerçekte herşeyi yalnızca Hakk’ın rızası için yapan bir derviş olarak gördük sizi. İrşadı hâlâ devam eden kâmil mürşid yönünüzü ise târife zâten imkân yok. Tüm ömrünüzce yüzünü Allah’a dönmüş, aşmadan ve şaşmadan yalnızca Allah aşkı ve rızâsı için hizmet etmiş bir yaşayan Kur’an imişsiniz.

 

O öğleden sonra biz zâtınızın renklerinden kendimizce seçip boyandık Sâmiha Anneciğim. Himmetinizi esirgemeyin; bu renk kalsın üzerimizde. Âmin.

 

The following two tabs change content below.

Emine Ebru

Orta halli, sıradan bir Türk ailesinin yine orta halli, sıradan çocuğu olarak yetişmiş bu fakir. Hayatının ilk 30 yılını gayretiyle dünyada mekan kurmaya harcamış; akıllı insan olmayı, hayırlı evlat olmayı, iyi okullarda okuyup kariyer yapmayı bir de kendini çocuklarına feda eden türden anneliği en ala hayat sanmış. Dünyayı kontrol edebileceğini sanmış, edemediğini gördüğü her anda da yaygarayı basmış. Sonra bir el öpmüş ve yıllarca kurduğu kumdan kaleleri yıkılıvermiş. Bütün kavramlar, bütün renkler, iyiler kötüler birbirine karışmış BİR olmuş. Artık varlık iddiasını yok etmeye, nefsine galip gelmeye ve aklı bu sefer gönlüyle bulmaya çalışıyor. Kul olmaya çalışıyor. Her an hata yapmaya devam ediyor, edeceğini de biliyor ama en azından niyetlerini ve tevbelerini temiz tutmaya çalışıyor.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın