“Kendi hakikati ile ilişki kurmayı becerebilen insan için ölüm bir zevktir”
Müge Doğan: Hocam, bu ay çoğu insanın aklına dahi getirmek istemediği “ölüm”den bahsetmek istiyoruz. Hepimiz bu kadar yaşamaya programlıyken neden ölüm var ve biz neden bu kadar korkuyoruz ölümden? Bir tek mutasavvıfların ölüme diğer insanlar gibi bakmadığını görüyoruz. Onların diğerlerinden farkı ne?
Cemâlnur Sargut: Aslında âyet-i kerîmede olduğu gibi, Allah ölümü ve hayatı, dünyayı tanımamız ve dünyayı kendisine ulaşmak için bir fırsat olarak kullanmamız için yaratmıştır. İnsan ölümle gerçek hayata kavuşacağını idrak ettiği zaman, o gerçek hayat için hazırlanmaya başlar. Ve ölümün sevgili ile kavuşmak olduğunu, sevgilinin cemâlinin her an yeni tecellisini idrak etmek olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladıkça da ölüme doğru bir çekiliş duyar. Hatta Hz. Mevlânâ “gerçek insanlar yani mümin olanlar, ölecekleri zamanı hissederler ve oraya doğru koşarlar” diyor. Demek ki senin de söylediğin gibi öbür âlem ile yani kendi hakikati, kendi içi ile ilişki kurmayı becerebilen insan için ölüm bir zevk, bir kavuşma, hatta genişlemedir. Zira, meselâ çocuk ana karnında iken orayı çok zevkli bir yer zanneder, hatta yediği kan pıhtılarını en lezzetli yemek addeder. Hiçbir zaman dışarı çıkmak istemez ve orada çok rahattır. Orayı da dünyanın en geniş yeri olarak düşünür ama oradan çıktığı zaman gerçek genişliğin ne olduğunu anlar. O pislik yemenin zevksizliğini idrak eder.
Dolayısıyle bu âlemden de öbür âleme geçen insan, Hz. Yusuf’un zindandan kurtulup hakikate kavuşması gibi genişliğe, bolluğa, berekete ve bu dünyada zerresini gördüğü cennet taamlarının hakikatlerini idrak etmeye başlar. İçi ile ilişki kurduğu ölçüde bütün cennette anlatılan o Kur’an-ı Kerim’de cennetle anlatılan güzelliklerin, meyve bahçelerinin, tomurcukların, hatta güzel hurilerin, onların organlarının hepsinin kendi yaptığı amellerinin neticesi olduğunu idrak eder. Hayırlı amel ve güzel amel işleyen, o amellerin neticesini öbür âlemde cennet-i âlâ gibi görecektir. Bunu idrak eder. Dolayısı ile ölüm onun için artık Şeb-i Arus olur. Kavuşma ânı, buluşma ânıdır. İnsan bunu kendi için hissettiği gibi, yakınında bir kâmil insan öldüğü zaman, onun yüzünde onun hakikatinde de çok yakînen görür, o kavuşmanın zevkini hisseder ve onun için üzülmeye de edep eder.
Müge Doğan: O zaman tanımadığımız, bilmediğimiz şeyden korkuyoruz…
Cemâlnur Sargut: Kesinlikle. Allah da böyle..Yani Allah’ımızı da birazcık tanıyabilsek o zaman ölüme ne kadar zevkle koşarız, herkes de bunu idrak edebilir.
“Hakiki hayat, ölümün içinde vardır.”
Müge Doğan: Ken’an Rifâî Hazretleri de “ölüm bir odadan öbür odaya geçmektir” diyor. Hatta Meşkûre Anne’ye de “gömleğim eskidi” diyor. O halde bizim bilmemiz, idrak etmemiz gereken şey aslında ruhun canlı oluşu, bekası ve bedenin geçici oluşu mu?
Cemâlnur Sargut: Eğer ruhumuz ile ilişki kurmuş isek biz zaten diriyiz demektir. Ezelî ve ebedî diriler hiçbir zaman ölmez. Nefsimiz ile alâkalı bir ömür geçirdiysek, nefsin ego kısmı ile yani tekâmül etmemiş nefis (emmâre) ile alâkalı bir ömür geçirmiş isek, ölümden korkmakta son derece haklıyız çünkü hiç tanımadığımız bir âleme gideceğiz. İnsan tanımadığı bir ülkeye giderken ne kadar korku içerisinde ve garip olursa ölüme giden insan da bilmediği, tanımadığı bir âleme gitmenin korkusunu yaşar. Dünya ile ilişkisini kesememişse de, arada yani berzahta kalır ve dünya ile ilişkisi orada devam eder. Dünyaya olan meyli, onda kabir azâbı yaratır, yani kabir azâbının mânâsı budur. Dünya ile ilgili meyli o kabir denen vücûdunun içerisinde hâlâ o vücûdun maddesini hissederek onun içinde sıkıntı yaratır. Bunlardan kurtulan, bu âlemde bütün kendi nefsânî arzu ve isteklerinin üzerine yükselmiş hür insan ise öbür âlemde direkt cemâlullaha doğru yönelir ve kendi hakikatini bulana kadar Allah’ın cemâlinin tecellileri ile mest olur. Her an bir yenilenme, her an bir güzellik, her an doyulmaz, inanılmaz bir ilimle karşılaşır ve bunun aşkı ile yaşar. Hakiki yaşamın ne olduğunu orada öğrenir.
Müge Doğan: Peki, buna ölmeden önce ölmek mi deniyor?
Cemâlnur Sargut: Ölmeden önce ölmüş kişinin öbür âlemdeki zevki deniyor.
Müge Doğan: O yüzden mi mutasavvıflar hem ölümü severler, yakın hissederler ama bu hayatı da bir fırsat bilirler?
Cemâlnur Sargut: Evet, hocam Ken’an Rifâî Hazretleri “ölümü büyük bir kavuşma gördüğü için müslüman mümin ölüme özlem duyar fakat aynı zamanda burada yaşadığı her bir ânın hizmet edip bir günahını affetirmek için bir fırsat olduğunu bildiğinden, burada yaşadığı anlara da şükreder” der. Dolayısıyle müslüman, hem yaşamaktan dolayı şükreden hem de ölmeye çok hazırlıklı olan kimse demektir.
Müge Doğan: Kâşânî Hazretleri “mülk âleminde ölüm zâtî, hayat ise ârızîdir” diyor. Buradaki zâtîlikten kasıt nedir?
Cemâlnur Sargut: Burada, mülk âlemi dediği, dünya âlemidir. Dünya âleminde asıl olan ölümdür. Hayat ise ârızîdir. Yani bu âlem çok geçici bir âlemdir. Burada hayat gibi görünen şey hayat değildir. Hakiki hayat ölümün içinde vardır. Kâşânî bunu söylüyor. Fakat insanlar bu ârızî ve geçici hayatı hakikat zannederler, hatta burada ölü yaşarlar. Onun için Peygamber Efendimiz’e “siz de rüyâ tâbir eder misiniz Hz. Yusuf gibi ?”dediklerinde, “ben dünyayı tâbir ederim, çünkü hakiki rüyâ dünyadır” buyurmuşlar. Biliyorsun, her uyku ölümün bir başka provasıdır ve her uyku bir çeşit ölümdür. Dolayısıyle de insan ölüm ânında gördüğü şeyleri yaşar, yani ölü gibi yaşar bu dünyada. Peygamber onu rüyâ olarak düşünmüşler, tâbir etmişler.
Müge Doğan: Yine Kâşânî Hazretleri diyor ki “ölümdeki acı, var olmaya yatkınlık mahallidir.” Yani biz var olmaya çalıştığımız her an aslında ölüm acısını mı yaşıyoruz?
Cemâlnur Sargut: Çok doğru. Aslında ölüm acısını yaşadıktan sonra var oluyoruz. Yani her neden ölürsek o bir varlık getiriyor. Meselâ nefsimizin arzu ve isteklerinden tek tek öldükçe varlık kazanıyoruz. Kinden ölüp varlık kazanıyoruz, nefretten ölüp varlık kazanıyoruz. Çünkü bu hisler bizim cüz’î ve yanlış uyguladığımız hisler. Bunlardan kurtuldukça hürriyete kavuşuyoruz. Her hürriyet insanı varlığa yaklaştırır. Bu bakımdan çok önemli.
“Gün boyunca mânâ ile meşgul olan, mânevî rüyâlar görür”
Müge Doğan: Hocam, çoğumuzun merak ettiği ve korktuğu bir şey de, ölüm esnâsında acı çekip çekmeyeceğimiz…
Cemâlnur Sargut: Efendimiz’e de bunu sorduklarında, biliyorsun Hz. Yusuf kıssasından bahsetmişler. Züleyhâ’nın hakkında çok dedikodu edilince, o dedikodu yapan hanımları yemeğe dâvet ettiği ve yemekten sonra hepsinin eline birer turunç birer de bıçak verdiği ve tam o esnâda da Hz.Yusuf’u önlerinden geçirdiği anlatılıyor. Hz. Yusuf önlerinden geçerken onun sonsuz güzelliği karşısında kadınlar ellerini kesmişler, fakat kimse acı hissetmemiş.
O hâlde bu âlemde Peygamber’in hakikati olan kâmil insan ile karşılaşmış bir kişi ölüm ânında mutlaka en sevdiğini gözünün önünden geçireceği için aslâ ve aslâ acı çekmez. Çünkü o Allah’ına kavuşmanın zevki içindedir. Dolayısıyle acı zaten bu dünyada çekilen bir şeydir. Hakikati bilen insan için acı kavramı kalkar. Acı biberi yiyince zevk alan insana benzeriz. Canımız acır ama biraz daha verseler, o tat ne güzel deriz. O hâle geliriz.
Müge Doğan: Her gece aslında ölüyoruz dedik. Hz. Ali “ruhlar bir şuâ vâsıtası ile bedenlere bağlı kalırlar” diyor.
Cemâlnur Sargut: “Her gece sen öbür âleme gidersin” diyor Hz. Mevlânâ… Ölürsün, öbür âleme ruhun gider ve bedenin burada kalır. Fakat bir ışın ve şuâ vâsıtası ile o ruh sana bağlı kalır ki tekrar dönebilsin ertesi gün uyandığın zaman. Yoksa ruh ne diye dönsün? Bu nefsin çektirdiği ızdırap ve acılardan kurtulmuş, ezel âlemine gitmiş, hakikati ile buluşmuş. Onun için uyku önemli bir şey, yani ruhun dinlenmesi açısından önemli ama zaten bu âlemde hep Allah ile olan için uyku gittikçe azalıyor. Neden? Çünkü zaten Allah ile bir ve beraber. Dolayısıyle her sabah yine döner.
Bu arada görülen uykularda eğer sen bütün gün boyunca mânâ ile meşgul isen, ruhun daha ön plana geçmiş ise mânevî rüyâlar görürsün ve ruhunun gittiği yeri görürsün. İşte bu rüyâlar yoruma muhtaçtır ve insân-ı kâmile ihtiyaç duyar. Ama bütün gün nefsin ile meşgulsen ve ruhundan bîhabersen, gördüğün rüyâlar Freud’un yorumladığı sıkıntı verici rüyalardır, yâhut bir mânâ ifade etmez. Senin arzu ve isteklerinin neticeleridir.
“Organ bağışına taraftarım, çünkü insan, herşeyi ile faydalı olduğu zaman insandır”
Müge Doğan: Peki ölünce neden mutlaka toprağa gömülmemiz lazım?
Cemâlnur Sargut: Aslına bakarsan herşeyimiz faydalı olmalı ve herşeyimiz kendi geldiği ezelî yerine geri dönmelidir. Ruhumuzun ezelî yeri Allah’ın hakikatidir, çünkü ruh mahlûk değildir. Emir âleminden gelmiştir. Allah, üflemesi ile bizde dirilik yaratmıştır. Yani ruh dirilik demektir ama her ruhu olan canlı demek değildir o anlamda. Fakat madde olan vücudumuz da topraktan yaratıldığı için kendi aslını özler ve aslını bulduğu zaman bitki verir, faydalı olur. Herşey aslına dönünce faydalı olur. Onun için de vücut da mutlaka toprağa gömülmek zorunda. Faydalı olabilmek için… Bir gün Boğaz Köprüsü’nden geçiyordum ve ağlayarak dedim ki “Allahım ben ne kadar şanslı bir kulum ki İstanbul gibi Peygamber’in kutsadığı bir şehirde yaşıyorum. Bu şehirde Allah’ıma teslim olmayı Allah bana nasip etsin. Vücudumun da bu şehirle hizmet etmesini Allah bana nasip etsin.” Görüyorsun ki insanın her organının hizmete ihtiyacı vardır.
Müge Doğan: O halde organ bağışına taraftarsınız…
Cemâlnur Sargut: Çok taraftarım. Çünkü insan, herşeyi ile faydalı olduğu zaman insandır. Bu yüzden de ben organlarımı bağışladım zaten ve bütün öğrencilerime de bağışlattım. Ölümünün faydalı olması da çok önemli. Zaten kâmil insanlar ezelî ve ebedî diri oldukları için ölümden sonra daha çok faydalı olurlar. Korumaları kalkmaz.
Müge Doğan: Âyet “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” diyor.
Cemâlnur Sargut: Evet “güneşin buradan batıp öbür taraftan doğması gibi” demişti Samiha Annem. Demek ki güneş başka bir yerden doğduğunda buradakinden farklı doğmaz. Burada üzüntülü, mutsuz, huzursuz ve cehennem bir hayat yaşıyorsan, öbür âlemde cehennemin içindesin demektir. Çünkü en büyük cehennem kendi mutsuzluğun ve huzursuzluğundur. Ondan daha büyük cehennem olmaz. Hatta insan acı çekerken, dışarıdan bir şeyini, elini filan yakmaya çalışır ki dışının acısı içinin acısını bastırsın diye. Çünkü dışarıdan gelen acı çok daha hafiftir, içinde çektiği acıya nazaran. Onun için, hocama “cehennemde kaç kilo odun yanıyor?” diye sorduklarında, gülerek “ateşin çıktığında sende ne kadar odun yanıyorsa o kadar” demişler. Buradan anlaşılıyor ki herkesin kötü huyları, yanlışları ve hatâları kendi cehennemlerini hazırlar. Yoksa Allah onu günah diye bir yere sokmuyor. Kendi kendimize hazırlıyoruz cennetimizi ve cehennemimizi. O zaman Allah bize bu âlemde bütün kayıtlardan kurtulmuş, aşırı sevgilerden arınmış ve ilâh yapmaktan, put etmekten arınmış, tamamen yüzümüzü Allah’a dönmüş bir vaziyette O’nunla olabilmeyi nasip etsin ki inşaallah ölümün tadını çıkarabilelim biz de.
Müge Doğan: Âmin… Çok teşekkürler hocam.