Sohbetler (Ekim 2013)

 

Her şeyin sonu başlangıca dönüştür, dendiğine göre nihâyet ne­dir?
– “Nihâyet, iptidâya yâni başlangıca rücûdur. Görmez misin, bir dâire çizdiğimiz zaman dönüp tekrar başladığımız noktaya varırız. De­mek oluyor ki âyân-ı sâbite âleminde hangi noktadan zuhur etmişsek, yine o noktaya dönmek, nihâyete ve kemâle erişmemiz demektir. Şâyet oraya varmadan evvel yolda kalacak olursak, aslımıza dön­mekten geri kalmış oluruz.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 5-6)

***
Ölüm ve ölüm ötesinden konuşulurken:
– “Ölüm, insanın ilmî kazançlarının imtihan yeridir. Herkes oraya imtihan edilmek üzere gider, tâ ki burada tahsil edilmesi îcap eden ilimden cevap versin, diye… Eğer kendisine tevcih olunan suallere gereken cevâbı verebilirse daha âlâ mevkilere, yükselir. Yok eğer cevaptan âciz kalır da dönerse cehenneme gider. Yâni cehennem gibi olan hicran ve firaka atılır. İmtihana çekilenler de üç kısımdır. Tıpkı talebenin çalışkan, orta ve tembelleri olduğu gibi… Çalışkan talebe, sorulan suallere kolaylıkla cevap verir: Sâdıklar ve âşıklar gibi. Ortalar, mü’minlerdir. Tembeller ise kâfirler.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 24)

***
İki defa doğmayan, melekût ve semâvattan ileri geçmez, deniyor. İkinci doğuştan maksat, ihtiyârî ölüm değil midir?
– “Birinci doğuş, cümlenin mâlûmudur: Anadan doğmak. İkinci doğuş ise ihtiyârî ölümdür. Yoksa tabiî ölümle ölen kimse, tabiat ana­sından ikinci defa doğmuş olmaz. Tabiî ölümle ölenler, ekseriyâ ânâsırda kalır, ileri geçemezler. Hadîs-i şerîfde de ‘İrâdenle öl, saadetle hayat bul!’ buyuruluyor.”

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 39)

***

Gazetede, iki senedir sevişen bir kadınla bir erkekten, kadının kendi koluna sevgilisinin ismini ve ‘beni sevgilimden ölüm ayırabilir’ cümlesini döğdürdüğünü, fakat birbirlerinden soğumaları ve kadının bir başkası ile alâkalanması üzerine kolundaki yazıyı çıkartmak isteye­rek doktorlardan ilâç aldığını, neticede de açılan yaralar yüzünden ko­lun kangren olup kesildiğini okuduk:
– “İşte dünya aşkının sonu! Dünya gibi onun da sonu vahim! Neye, kime âşık oluyorsun? Sevdiğin, gözünün önünde her an de­ğişmekte… Bir çiçek gibi kokladığın o güzel, bir müddet sonra bir fertûd-ı sad-sâle, bir kocakarı olacak. Âşık olacaksan, güzelliği dâim ve bâkî olan bir dilbere âşık ol. Çünkü dünya aşkı, buz üstüne yazılan yazı gibidir. Fakat işte gaflet al­datıyor. Allah, emâneti dağlara, taşlara arzetti. Kabulden baş çevirdiler. Yalnız insan onu kabul etmekle nefsine zulmetti. O insandan maksat da kâmil kişidir. Kâmil ruhtur. Bu emânet de ilâhî cezbedir. Sübhânî aşktır, Cenâb-ı Hakk’ın sıfat ve zâtı ile o mübârek vücutta tecellîsidir. İşte ruhlar halkolunduğu vakit, Allah kendi nurundan üzerlerine saçtı. Yâni ilâhî feyzinden üzerlerine serpti. O feyzi kabûle istidatlı olanlar ve kabûl edenler, kâmil insanın ruhuna mensup olanlardır ki, sâhib-i mânâ bunlardır.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 165)

 

The following two tabs change content below.

Ken'an Rifâî

Son Yazıları: Ken'an Rifâî (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın