Cemâlnur Sargut Hocamızın Beyaz TV’de Ferda Yıldırım ile yaptığı sohbetlerden yola çıkılarak hazırlanan “Kur’an ile Var Olmak” isimli son kitabı geçen ay okurlarla buluştu. Aşağıdaki yazı, bu kitabın “Ramazan” başlığı altında yer alan kısımdan derlenmiştir. Bu vesileyle bütün okuyucularımızın mübârek Ramazan ayını tebrik ediyoruz.
“Ramazan, paylaşmayı hatırladığımız
ve
infâkı sevmeyi öğrendiğimiz aydır.”
Cemâlnur Sargut
Allah’ın Samed sıfatını oruçla giyiniyoruz. Allah’ta ihtiyaçsızlık var. Yüce Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. O öyle bir sultan ki her şeyin en mükemmeli. O, ganî… Âciz ve ihtiyaç sahibi olan bizleriz. Biz: “Allah’ım senin ismin ve sıfatını bir günlük giyinmemize müsaade eder misin, dediğimizde ne oluyor? Ben onun ismini ortaya çıkarmak vasıtasıyla Allah’la ilişki kuruyorum. Bende Allah’ın ismi ortaya çıkıyor.
Ben, bir gün boyunca hiçbir şeye ihtiyacım olmadan yaşıyorum; yemek yemiyorum, içmiyorum, kavga etmiyorum, sinirlenmiyorum. Hiçbir şeye ihtiyaç duymamak o kadar önemli bir şey ki. Yani Allah bana kul olduğum halde kendisinin bir ismini giyinebilme özelliğini lütfetmiş, bunu idrak ediyorum ve cevabı doğrudan Allah’tan geliyor. İkincisi; oruç, alışkanlıkların hepsini yok eden bir hâldir.
*****
Ramazan, hatırlatma ayıdır çünkü meselâ namaz için Allâhü Azîmü’ş-şan, “Ben namazın devamlı olanını severim” diyor. Yani günde beş vakit namazı kastetmiyor Allah; o vazifemiz… Peygamber bize Allah’ın bizim namazımıza ihtiyacı olmadığını, ama namaz kılana da kendisinin şefaat edeceğini hatırlatır. Namaz çok önemli bir ibâdet. Allah’la aramızdaki en kısa buluşma şekli. Evet vazifemiz, ama Allah bunun sadece beş vakitte değil, daimi olanını istiyor. Yani biz namaza başlarken nasıl iki elimizi göğsümüze koyduğumuzda dünya ile âhiretten uzaklaşıp yalnız Allah’la beraber olmaya gayret ediyorsak, aslında her an öyle olmamız gerekiyor.
Ramazan ise bu hâli bize hatırlatan bir lûtuf ayıdır. Oruç öfkeyi kaldırır, zîra nefsin öfkeyle azdığı zamanda onu yenmeyi bilmeden Allah’la irtibat kurulamaz. (…) Hoşgörümüzü kaldıran ne biliyor musun? Burada biz yaratılmışı Allah’tan ayrı düşünüyoruz. Halbuki her zaman diyoruz ki Allah’tan başka varlık yok. Yaratılmış herkeste onun bir ismi tecellî ediyor. Öyleyse kime kızacaksınız? Kime öfkeleneceksin? Öfkelenmemeyi, kızmamayı, Sevgilim benden memnun olsun diye mânevî bir âdet ve zevk haline getirirsen o zaman Ramazan, Ramazan oluyor ve o zaman senin bu çabalarının neticesi Kur’an oluyor.
“Ramazanı bütün aylardan ayıran tek şey, senin gayretinin neticesinin Allah tarafından sana Kur’an olarak inmesidir.”
(…) Hadîs-i şerifte “Allâhü Azîmü’ş-şan, gecenin son üçte birinde yeryüzüne iner ve bütün isteklere cevap veririm” buyuruyor. Gece ve gecenin son üçte biri ne demektir? Gece aslında sıkıntı, belâ ve dünya demektir. Bakın üç tane ay var: Recep, Şaban, Ramazan. Recep Allah’ın ayı, Allah’ın bütün hâdiselerin iç yüzünü âşikâr ettiği çok mühim bir aydır. Şaban ayı Hazreti Peygamber’in ayıdır. Allah’ın hâdiselerin iç yüzünü âşikâr etmesi üzerine Peygamber ile birlikte o hâdiseleri yorumlama ayıdır. Fakat Ramazan kulun ayıdır. Bütün bunları öğrendikten sonra kulun kendini arıtmak ve temizlemek için sıkıntıya girdiği bir aydır. Ve gecenin son üçte biri olan Ramazan ayının son on gününde Allah kulun gönlüne tecellî eder ve Kur’an iner. (…)
Kur’ân-ı Kerîm, ilm-i ledun yani Allah’ın hakîkatinin ortaya çıkışıdır. Çok büyük lûtuf. Allah, Peygamber’de tecellî etti, ama ilmini bir de bize yazılı olarak da ifade etti ki ikisini birleştirebilelim; hâl ile ilmi birleştirelim. İlim nedir? İlim, Kur’ân-ı Kerîm gibi olmak ve hâl etmek, amel de Hz. Peygamber gibi yaşamaktır.
(…) Kur’ân-ı Kerîm hiçbir kitaba benzemiyor. Mesela batı âleminde İncil ve Tevrat gibi büyük lûtuf olan kitaplar sonradan yazılmış olsa dahi Allah isterse, insanı hidâyete erdirir. Çünkü mademki Allah, “Kitaplar ve peygamberler arasında fark yoktur” diyor, kitaplar yanlış da olsa insanı hidâyete erdirir.
Fakat Kur’an, indiği gibi yazılmıştır. Peygamber ise ümmîdir. Yani Peygamber’in ümmîliği okuma yazma bilmemekle alâkalı değildir. Biliyor ya da bilmiyor onu da biz bilemeyiz ama çok mühim olan Allah’tan gelen ilmi, kendi nefis ve akıl süzgecinden hiç geçirmeden indiği gibi yazılmış olmasıdır. Onun için Kur’an olduğu gibi aktarılmıştır. Bir de Peygamber onu hâl olarak yaşamıştır. Hz. Peygamber’in varlığının ne kadar önemli olduğunu bir düşün! Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak, idrak etmek için Peygamber’in hadislerini çok iyi bilmek lâzım. Allah öğrenmeyi nasip etsin. (…)
*****
Âyeti bütünüyle yaşayacaksın (…). “Zerre kadar hayır işleyen hayır bulur, zerre kadar şer işleyen şer bulur” âyetini ashabtan birisi ezberlemiş, “Ben artık Kur’an okumam” demiş. Gelip Peygamber’e şikâyet ettiklerinde “Bırakın, o fıkıh âlimi olmuş; zaten bunu yapsa yeter” buyurmuşlar. Yani âyeti yaşayacaksın.
Hz. Mevlânâ’nın çok güzel bir yorumu var. Kendisine “Bir adamcağız var, Kur’ân’ı o kadar iyi biliyor ki siz bir kelime söyleyin, o kaçıncı sayfalarda var, söylesin” demişler. Hz. Mevlânâ “Cevizleri saymayı çok iyi öğrenmiş, inşallah bir gün kırar da içinin lezzetine de bakar” demiş. İşte âyeti hâl etmek, Kur’ân’ın içinin lezzetidir. Ben Kur’ân’ı okumak eksik bir zevktir demiyorum. Hayır. Kur’ân’ın enerjisi şarttır ve vücut için çok faydalıdır. Ben âcizâne bir tavsiyede bulunmak isterim, edepsizliğimi hoş görsünler. Meselâ bizim evde, ben varken veya yokken, Kur’an kaseti devamlı çalınır. Kur’ân’ın enerjisi duvarlara kadar tesir eder. Onun için onun okunması, tekrarlanması, hatim indirilmesi maddeyi Allah’ın enerjisi ile kuvvetlendirir. Ama mânâsını öğrenmedikten sonra, mânâsını yaşamadıktan sonra, papağan olur çıkarız, Allah korusun. (…)
“Ramazan yardımlaşma ayıdır.”
Zekât çok önemli. Önce zekâtın hakîkati üzerinde de biraz konuşmak lâzım. Aslında biliyor musunuz, fakirin, malımızın mülkümüzün sadece kırkta birinde değil, her kuruşunda hakkı var. Allâhü Azîmü’ş-şan, hadîs-i kudsîde “Parayı fakire verdiğin zaman önce benim elime düşer” buyurmuyor mu? Cîlî Hazretleri bunu açıklarken buyurmuşlar ki: “Sen de birine bağırdığın zaman, söylediğin hakaret önce Allah’a çarparak o kişiye ulaşır.” Aman Yarabbi! O halde her şeyde Allah’ın hakkı var. Her şey Allah’a ait.
Öyleyse Ramazan, paylaşmayı hatırladığımız ve infakı sevmeyi öğrendiğimiz bir aydır. Yani ben ne yapabilirim? Meselâ hasta olup oruç tutamayanlar var. Oruç parası veriyorlar. O oruç parasının fakir insana o kadar büyük faydası var ki. Herkese Allah tutmayı nasip etsin ama, tutamayan için hiç olmazsa iftar vermek, iftar verirken oruçluya hizmet etmenin zevkini yaşamak ne kadar güzel bir şey. Zengine iftar vermek değil, maddî durumu bozuk olanlara iftar vermek, çok aşırı yemek vermek değil. Bunlar çok önemli. (…)
“Nefsin zekâtı kötü ahlâklardan kurtulmaktır.”
Âcizâne tabii ki hiç kimsenin zevkine karışmak edepsizliğini göstermek istemem ama hakîkaten aşırı derecede gösterişli olan her şey haramdır. Çünkü Allah ile irtibatı keser. “Ben yapıyorum” dedirtir. Yani bir ev hanımının “elime sağlık mı?” diye sormasında bile, bu benlik var. Dolayısıyla kendini görmeden hizmet etmenin zevkini yaşadığımız bir aydan bahsediyorum.
Sonra bakın, zekâtın da çeşitli mânâları var. Meselâ şu sohbetin zekâtı dedikodudan kesilmektir. Dedikodudan kesilmezsek bu sohbetin zekâtını vermiyoruz demektir.
Evlâdın zekâtı yetime hürmet ve mutlaka yardım etmektir.
Aşkın zekâtı aşkından vermektir.
Âriflerin zekâtı kendi hâllerinden ve ilimlerinden, irfanlarından ehline, isteyenlere vermektir.
İlmin zekâtı, tâlibine ilim öğretmektir.
Evin zekâtı misafiri ağırlamak, itibar etmektir.
Kuvvetlinin zekâtı zayıflara yardımdır.
Nefsin zekâtı kötü ahlâklardan kurtulmaktır.
Dolayısıyla her şeyin zekâtını ödememiz gerektiğini hissettiğimiz bir aydan bahsediyorum.
Vermek, vermek, vermek, memnun etmek. (…)