Şükrân-ı Nimet

Hep böyle miydi yoksa yeni dünyanın bir hastalığı mı bilmiyorum ama gerçekliği tartışılmaz bir durum var; insanın herhangi bir şeyden şikâyet ederek özgüvenini yükseltmeye çalışması… Sanıyorum bu yolla kusursuz şekilde muhakeme etme kabiliyetimizin olduğuna, bir fikre ve daha iyiyi düşünebilen bir akla sahip olduğumuza inanıyoruz. Bu yolu denemenin özgüvenin sağlamlaştırılmasına belki de bir katkısı vardır ama işin diğer tarafında, insanda şikâyetin artması şükretmenin azalmasına sebep oluyor. Şükür denilen pozitif halin vücutta işgal ettiği yer azalıp şikâyet hali hâkim olunca da hayattan ve bulunduğumuz ortamdan tat alma, zevk alma konusunda bazı sıkıntıların yaşanması kaçınılmaz.

Şikâyet etmek en fazla iş hayatında gözlemlediğim bir durumdur. Kendim de dâhil, çalışanı memnun etmek neredeyse imkânsız. Çalışma hayatı tüm hayatımız boyunca en fazla vakit ayırdığımız yer olduğu için, sahip olduğumuzdan daha fazlasını hak ettiğimiz inancıyla, neye sahip olursak olalım hep bir sonraki şeye göz dikiyoruz. Mevcut durumla yetinememeye ve bunu bir alışkanlık haline getirmeye başladığımız zaman, şükretme kabiliyeti kayboluyor. Sadece Allah’a şükretmek anlamında değil insana teşekkür etmek anlamında da durum bu şekilde. Çünkü iş hayatında teşekkür etme alışkanlığı ne yazık ki çok düşük. Daha doğrusu benim gözlemim bu yönde diyebilirim.

Herhangi bir topluluk içinde birlik olmanın ve bir arada bulunmanın son derece önemli olduğunu bütün disiplinler kabul eder. Birlik olmanın önemli faydalarından birisi, topluluk üyelerinin, topluluğun değer yargılarından ve varoluş kodlarından uzaklaşmadan varlığını sürdürmesidir. Neden bu kadar az teşekkür ettiğimizi, şükrettiğimizi sorgularken, bunun sebeplerini geleneksel birlik ruhunun bozulmasında ve varoluş kodlarımızdan uzak kalmamızda da arayabiliriz. Zira medeniyetimizin temel taşlarını oluşturan büyük İslam âlimleri, mutasavvıfları yüzyıllar boyunca şükrün, teşekkürün önemini usanmadan bize anlatmışlar, yazmışlar. Örneğin son dönem Osmanlı mutasavvıflarından Ken’anRifâî, şükretmek ve iyilik etmek arasındaki bağlantıyı şöyle kuruyor; “İşte iyilik nâmı verilen bu hareketler, fiiller için biz, bir karşılık beklememeliyiz; kıymet bilsin, kadir bilsin diye bir düşüncede bulunmamalıyız. Esasen bizim başkalarına yaptığımız iyilikler, şükran-ı nimettir.” Bu bakış açısıyla, Hakk’ın bize sunduğu nimetlerin şükrü olarak başkalarına iyilik yapmak ve hiçbir karşılık beklememek bizim medeniyetimize göre bir vazifedir.  Daha da ileri giderek şunu söyleyebiliriz, eğer yaptığımız bir iyilikten bir karşılık beklersek, vazifeyi kötüye kullanmış oluruz. Zira yine Ken’ânRifâî buyurmuş ki; “Yapılan bir iyiliğe karşılık beklemek, iyiliğin hakikatini ihlâl eder.”

İş hayatındaki “teşekkürsüzlük” durumunun yanı sıra sıkça karşılaştığım başka bir durum daha var; başkalarının hatasını bulma ve bunu ilân etme. Bu alışkanlık çalışma hayatında ne yazık ki takdir gören bir duruma dönüşebiliyor. Zira hata yakalayan çalışanın, dikkatli ve disiplinli olduğu kabul edilebiliyor. Yani kadim bilgelikten çok uzak değer yargılarına sahip olan kapitalist sistem bu durumu teşvik edebiliyor.

X. yüzyılda yaşamış olan büyük İslam mutasavvıfı Kuşeyrî şöyle demiş:“Gözlerin şükrü, arkadaşında gördüğün kusuru örtmek, kulakların şükrü, arkadaşın hakkında duyduğun kusur ve ayıpları gizlemek suretinde olur.”Bu durumda insan gözünü, kulağını, tüm azalarını başkalarının aleyhinde kullanmadığı zaman, onları yerinde kullanmış oluyor. Her şeyi yerine uygun bir konum içine sokmak da Hakk’a bir şükür ifadesi haline geliyor. Tabi iş dünyasında bırakalım hatalar alsın başını yürüsün gibi bir anlayış içine giremeyiz, hiçbir sosyal ortamda bu anlayışı benimseyemeyiz. Fakat sistemin düzelmesi, kötünün iyi hale geçebilmesi için yapılan gayretle, egonun besin kaynaklarından biri olan kusur görme alışkanlığını birbirine karıştırmamak gerekiyor.

Hepimizin malumu, Hz. Peygamber (sav) buyuruyor ki; “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez”. Sebeplerin önemini, X. yüzyılda yaşamış olan İslam mutasavvıfı Ebu Talib El-Mekkî’nin şu sözü son derece güzel açıklıyor:“Sebepler Hakkın hükümleri ve O’nun hikmetlerinin vasıtalarıdır.” El-Mekkî burada şuna vurgu yapıyor, nasıl ki hüküm noktadır ve bir değişmezliği ifade eder, bir şeyin var kılınmasını sağlayan sebepler de, o şeyin vücuda gelebilmesi için, değişmeyecek şekilde özellikle seçilmiştir. Bu noktadan baktığımızda, o sebep mevcut olmasaydı o şeyin gerçekleşmesi de mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla sebebe teşekkür etmek Allah’a şükretmenin yoludur.

The following two tabs change content below.

Yavuz

Basit.

Son Yazıları: Yavuz (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın