İstidâdın “Karanlık” Yüzü

Son dönem Osmanlı mutasavvıflarından Ken’ân Rifâî şöyle der: “Güneş her tarafa birden akseder. Mezbeleye, lağıma aksetmesi, onların fena kokularını ziyâdeleştirir. Güle, sümbüle ise güzel kokular verir.”

Sanıyorum bu sözü okuduğumuz zaman hepimizin aklından, çevremizdeki insanlarla ilgili fikirler geçiyor. Aklımıza iyiler geliyor, kötüler geliyor… En çok da kötüler! Kötü olanların aslında kendi hakikatlerine göre davrandıklarını düşünüyoruz ve belki de canımızı sıkan insanlara karşı daha toleranslı olmamız gerektiğine dair farkındalığımızı biraz daha artırmaya çalışıyoruz.

“Güneş her tarafa birden aksettiğine göre bana da aksediyor ve bana aksedince ben etrafa ne kokusu yayıyorum/yayacağım?” diye düşünenimiz var mı? Ben de bu yazıyı yazarken düşünmeye çalıştım ama neler keşfettiğimi buraya yazmayacağım.

Ken’ân Rifâî’nin buyurduğu bu düsturda, “herkesin kabiliyeti ne ise önünde sonunda kendisinden görünen de o olur” mânâsı anlatıldığına göre, maddî ya da mânevî bazı “güneşler” aksederken bizden nasıl kokuların yayılacağından pek haberimizin olmadığı bir gerçek… Dahası, mânevî olarak bir güneşe mâruz kaldığımızda, gül ya da sümbülsek sorun yok fakat ya aslında mezbele mesâbesinde isek?

Bugün iyi bir davranış içinde olmamız, bizim bugünkü potansiyelimizin iyi olduğu anlamına gelebilir. Ama yarınki bizle ilgili bir garanti söz konusu değil. Aslında henüz açığa çıkarmadığımız ne tür “kötü” potansiyellerimizin olduğunun farkında da değiliz. Zira varlık içinde meydana gelen tüm hadiselerin muhatabı henüz olamadık. Değil mi? Şu ana kadar karşı karşıya kalmadığımız nice durumlar var. O durumlarla karşılaştığımızda hangi role bürüneceğimiz hakkında net bir fikrimiz var mı? Dolayısıyla bugün gül bahçesi gibi koku saçmamızın –ki öyle olup olmadığını da çevremize sormak lazım- yarın lağım kokusuna dönmeyeceği konusunda hiçbir garantimiz “ne yazık ki” yok. Sonuç olarak her birimiz ancak işlemediğimiz günahın masumuyuz…

Maddî açıdan baktığımızda da öyle değil mi? Mevcut kabiliyetlerimizle, potansiyelimizle bazı işleri yapabilme becerisine sahip olabiliriz. Fakat bu potansiyelimizin ya da artması için gayret sarf ettiğimiz potansiyelin, yarın benlik durumumuzda ne gibi değişimlere yol açacağını biliyor muyuz? İnsan Kaynakları alanında uzman olan çok sevgili bir arkadaşım, çalışanların yetkinlikleriyle ilgili yaptıkları bir çalışmada şunu tespit etmiş: Bir konuda çok yetkin olan bir çalışan belli bir süre sonra o işle ilgili bir gerileme veya duraklama dönemine girebiliyor. Belki de potansiyelimiz bizi “her şeyi biliyorum” noktasına taşıyor ve “biliyorum” dediğimiz noktada da gerileme başlayabiliyor. Dolayısıyla bugün sahip olduğumuz, hayran kaldığımız potansiyelimiz, yarın egomuzun besin kaynağı haline gelebiliyor.

Peki ne yapalım? Ben de bilmiyorum. Bu konu uzar gider açıkçası…

En iyisi bu yazıyı, Kâşânî’nin aşağıdaki sözünü anlamaya çalışarak bitirmeye çalışalım:

Ezelî zâta lutuf ve kahır birdir. Lutuf zuhur iktizâsında bulunduğu gibi, kahır da zuhur iktizâsında bulunur ve şüphesiz her biri için bir mazhar gereklidir ki bu da müminlerin ve kâfirlerin, cennetin ve ateşin varlığıdır. O halde ilâhî hikmet-i bâliğa, her bir sıfatı kendi iradesinin bir mazharı olarak yokluktan varlığa çıkarmıştır. “İstediğini yapar ve istediğine hükmeder.” Lutuf mazharı kıldığı kimseye fâzıl sıfatıyla yaklaşır; kahır mazharı kıldığı kimseye adaleti uygular. Fazlı illetlerden ârî, adaleti kusurlardan berîdir. Buradan belli olur ki kulların fiilleri saadet ve şekâvetin sebebi değildir.

The following two tabs change content below.

Yavuz

Basit.

Son Yazıları: Yavuz (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın