Şehâdet,“Allah yolunda öldürüleni sakın ölü sanma, bilâkis onlar Rableri katında diridirler”âyet-i kerîmesinde buyrulduğu gibi Allah’ın, kuluna ebedî diriliği nasip ettiği ve cemâlini görme lûtfuna eriştirdiği büyük bir makam… Bu sayımızda Cemâlnur Sargut Hocamızın sohbetlerinden ve tasavvuf derslerinden şehâdete ve şehâdetin hikmetine dâir bazı sözlerini sizlere takdim ediyoruz.
Şehâdet zaten bir şekilde Allah’ı çok rahat görebilmek, hissedebilmek ve idrak edebilmek demek. Bu âlem de şehâdet âlemi. Buraya gelme sebebimiz zaten idrakli olmadığımız bir âlemden idrak âlemine geçerek Allah’a şâhitlik etme fırsatını yakalamak.
***
Şehitler ve bütün Allah yolunda fânî olanların vücudu bu dünyada ölür ancak bu ölüm değil, ebedî bir diriliştir. Şehit olmak ne kadar büyük lûtuf… Çünkü şehit olmak yani bütün ömrümüzce beklediğimiz Allah’a şâhit olma makamına yükselmektir. O hiçbir şekilde temizlenmeden, abdest dahi aldırılmadan Allah’ına şâhit olma makamına erişir.
***
Allah’ın bize lûtfettiği insanlar onlar. Bizim bugünkü refahımız, huzurumuz ve mutluluğumuz için canlarını vermişler. Canlarını severek vermişler. Dünyada hiçbir din, şehâdeti bu kadar güzel idrak edemez. Türk insanının İslâm’ı yaşayışıyla şehâdeti idrâki her şeyden farklı. Çünkü Türk insanı, Osmanlı ve Türkiye, bütün mânâsını Hz. Peygamber üzerine kurmuş. Askeriyesine askeriye-i Muhammedî diyen tek ülke biziz. Ezân-ı Muhammedî diyen tek ülke biziz. Ehl-i Beyt’i camiinin içine yerleştiren tek ülke biziz. Adı sanı yokken camilerimizin her yerine Ehl-i Beyt adlarını yerleştiren tek ülke biziz. Ehl-i Beyt sevgisini öğreten tek ülke biziz.
Bu sevgiyi bize aşılayan, şehâdetin zevkini veren dedelerimizdir. Allah onlardan râzı olsun. Biz şehitliğin kıymetini idrak etmeye çalışıyoruz. Şehitlerin ölmediğini de idrak etmeye çalışıyoruz.
İki türlü şehitlik var: Birincisi, hakikaten savaşta şehit düşmek ki onları yıkamaya bile lüzum yoktur deniyor. Onlar ölmezler. Bir de mânen şehit olanlar; onlar da Allah aşkıyla coşan ve Allah aşkıyla ölen kişilerdir ki onlar Allah der, başka bir şey demezler. Onlar da mânevî şehittirler, onlar da ezelî ve ebedî diridirler. Biz Allah’a iki türlüsünden de hangisini nasip edecekse birisini bize nasip etmesini de diliyorum ben şahsen.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın da şu sözünü unutamıyorum. Tam en son savaşına çıktığı zaman; Allah’ım, ne istediysem verdin. Bu âlemde başarının en üstününü bana nasip ettin ama hakiki başarı olan şehâdeti nasip et diyor. Gene Halid bin Velid, bir büyük İslâm komutanı… Bütün savaşlarında çok başarılı… “Vücudumun her zerresinde savaştan alınmış bir yara var ama -çok etkilendiğim bir söz bu- maalesef ben henüz bir köpek gibi yatağımda ölüyorum. Bir şehâdet makamını Allah bana lûtfetmedi” diyor. Yani şehitlik, onlar için ne kadar önemli… Bizse çocuklarımızı askerden kaçırıyoruz ki aman gitmesinler, aman işte parayla şöyle yapsınlar, böyle yapsınlar… Ben şehit olsun diye gitsin demiyorum ama ona, o vazifeyi yapmak bir erkeği ne kadar büyük bir seviyeye ulaştırıyor. Kadını da aslında…
Ben gitmeyenler için de özel rica ediyorum Çanakkale’ye gitmelerini. Görülmemiş bir yer; yani bu kadar tesirli bir yer olamaz. Ben orada mest oldum ve beni en çok şu etkiledi: En çok şehit Bursa’dan olmuş. O ne güzel bir ulvî şehir. Ne mutlu ve sevgili bir şehir Bursa.
Maşaallah ne mutlu o şehitlere… Hemen şunu hatırladım Uhud Savaşı’nda Peygamber Efendimiz “Hadi” dediğinde, gece herkes savaşa çıkıyor. Gece yani hiçbir hazırlıkları yok. Zaten savaş diye yapılan bir savaş yok İslâm’da yani. O korunma savaşları. Bir tanesi de, -siz bilirsiniz, gidenler çok duymuşlardır-, zifaf yatağından kalkıp geliyor, abdestini alamadan geliyor ve şehit oluyor. Karısı koşarak, çok ağlayarak geliyor. Üzülme diyorlar, tabii sen haklısın… Yok diyor, şehit olduğu için üzülünür mü diyor. Abdest almadan gitti ona üzülüyorum deyince, Peygamber Efendimiz “Bak” buyuruyorlar, “Gökyüzünde ona melâike abdest aldırtıyor.”
***
Bugün bir hanımefendi yazmış, 31 yaşında evladımı kaybettim, ciğerlerim yanıyor, çok mutsuzum, diyor. Çok mutsuzum bana iki cümle söyleyin, hani mucize gibi o iki cümlenin onu düzelteceğini düşünmüş. Hani ne söylenebilir ki böyle bir şeyde. Bir kere genç ölümler çok büyük şehâdet tecellisidir, genç ölümler. Peygamber böyle söylüyor. Birisi genç öldüğü zaman direkt Allah’a şâhit olma makamına yükselir. Bundan daha büyük bir lûtuf yok. Dedim ki, o vefat etmiş, şehâdet ânında siz orada perişansınız. O şâhitlikten dönüp size geliyor. Bunu ister misiniz, dedim. Yani üzüntüyle onu Allah’ından ayırmak ister misiniz? Eminim, inanın buna… Yani hayatta hiçbir şeye emin olmam ama insan için üzüldüğümüzde onu mânevî mânâdan bu dünyaya çekerek Allah’tan uzaklaştırdığımızdan eminim. Onun için ölen insan için üzülmek değil, duâ edip onun daha çok Allah’la bir arada olmasını sağlamak lâzım inşallah.
***
Şehâdet, işte ancak nefsin kötülüklerini yenmek, kesmekle nasip olan bir makam…
(…) Kur’ân-ı Kerîm’in Âl-i İmran Suresi’nde, “Allah yolunda öldürüleni sakın ölü sanma, bilâkis onlar Rableri katında diridirler. Öyle ki Allah’ın lûtfu inâyetinden kendilerine verdiği şehitlik mertebesiyle hepsi şâd olarak cennet nimetleriyle rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılmayacaklar hakkında, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun olmayacaktır müjdesini vermek isterler” denilmektedir. Şimdi burada da şunu anlatmak isterim. Bir gün radyoda Gülüm’le ilgili, kızımla ilgili bir şeyler anlatıyorum, bitti konu… Bir hanım telefon açtı, dedi ki hocam yirmi sene önce evlâdım şehit oldu ve bugüne kadar hiç ağlamamıştım. Sonra siz kızınızı anlatırken ilk defa ben ağladım ve ağlayınca da oğlum karşıma geldi. “Anne beni hiçbir şekilde bugüne kadar rencide etmemiştin. Çünkü ben şehâdet makamındayım. Allah’ımın mânâsıyla beraberim. Sen ağladığın için ben rencide olarak geldim. Anne beni bu duruma düşürme” diyor. Hâle bakın… Şehit o kadar memnun ki hâlinden… Sen şimdi kendi acınla evlâdını memnuniyetinden çekiyorsun bu tarafa. Onun için Allah bu idraki bizlere nasip etsin.
Hz. Mevlânâ’nın da söylediği gibi, biz de hayvan makamıyız. Hayvan makamı olan nefsimizi, insanlık makamı olan ruhumuzun önünde şehit etmeliyiz ki biz insan makamına yükselelim.
***
Evlâdı şehit olanları özel tebrik etmek lazım. Hatta bir gün çocuğu şehit olmuş bir hanım geldi bana. Çok acı içinde, çok haklı… Dedi ki, oğlum şehit oldu. Ne kadar şanslısınız, maşaallah dedim, çok kızdı bana. Gitti hocama, hocam da dedi ki “oh oh maşallah, ne kadar şanslısınız.” Kadıncağız iyice bize düşman olup çıktı gitti. Aradan on sene geçti, ben onu umrede gördüm. Siz haklıymışsınız, dedi bana. Anlamış. O ilk acıyla anlaşılamayabiliyor fakat sonra idrak ediyor ki insan, evlâdının şehit olması bir anne için en büyük lûtuftur, en büyük lûtuftur.
***
Allah diye ölen kişi şehittir. Orada gencecik çocuklar memleketleri için ve Allah aşkıyla ölüyorlarsa, (…) isterse harbe gidip de bağırsak bozukluğundan ölsünler, gene şehittirler. Yani ne olursa olsunlar… Hz. Eyüp’ün ölüm sebebi dizanteridir. Hz. Eyüp, İstanbul’u almak üzere gelmiş ve biliyorsunuz Akşemseddin Hazretleri’nin bulup da Eyüp Sultan Camii’sini yaptığı yerde, dizanteriden doksan küsur yaşında vefât etmiş. Şehit değil mi? Hem nasıl şehit, hem nasıl şehit… Yani orada Allah için ve gaye önemli; Allah için ölüyorsa bir insan, nerede ölüyorsa ölsün şehittir. Hangi dinde olursa olsun gene şehittir.
**
Hz. Hüseyin zulme uğrayacağını biliyordu. Bütün evlâtlarının tek tek parçalanacağını da biliyordu. Hiç itirazsız gitti, kabul etti. Neden? Çünkü evlâtlarını şehit makamında görmek istiyordu. Demek ki insan zulme uğradığı zaman mânevî şehit olur. Şehâdete yükselir. Ama dayanamıyorsa uzak dursun; ben daha o seviyede değilim Allah’ım, onun için biraz uzak durdum der.
***
Şehâdet ne demek, şehit kelimesi? Allah’ı görmek demek. Öyle ölenlere Allah daha hiçbir nefsânî arzusu kalmadan kendini görme zevkini nasip ediyor. Hangi dinde olursa olsun, bakın burada din farkı yoktur. Hangi dinde Allah için insan ölüyorsa o şehit mertebesindedir ve Allah tarafından kutsanır ve ezelî ve ebedî diridirler.
***
Hazret-i Ali, daha Peygamber Efendimiz’in İslâm’ı tebliğ ettiği günden itibaren her gün sorarmış Peygamber’e, ne gün şehit olacağım diye… Şehit olduğu zaman, bizim görmek için çıldırdığımız cemâli direkt tecelli ediyor. Hiçbir şeysiz! Sorgusuz sualsiz! Böyle bir zevk var mı hayatta? Allah bizi aşk şehidi yapsın. Aşk şehidi yapsın, O’nu görmeyi nasip etsin. İşte Allah’la irtibat kuranın tek zevkidir O’nu görmek. Başka bir şey için niye yaşıyoruz ki… Ama Hazret-i Mevlânâ’nın bize sözü var, diyor ki: Miraç’ta Peygamber Efendimiz’e Allah şöyle dedi: Ben ümmetini üç kısma böldüm. Senin günahkârlarını affettim ya Muhammed! Senin müminlerini cennetimle mükâfatlandırdım. Ama bir de senin öyle bir grubun var ki, onlar çölde susuz kalmışçasına beni özlüyorlar. İşte onlara kendi cemâlimi nasip edeceğim.