İlker Yarbay

İş sebebiyle bir Cuma günü Bursa’daydım. Ne yapıp edip Cuma namazını Ulu Câmi’de kılabilmek için hazırlıklarımı yaptım. Câmi adı gibi ulu, çok büyük. Fakat Cuma namazına rağbet de o nisbette büyük oluyor çok şükür. İçerideki şadırvanın yanına serdikleri geçici halıların üzerinde bir yer nasib oldu, hutbeyi buradan dinleyebildim.

Bu câmide haliyle işinde mahir bir hoca vazifelendirilmiş. Hitâbeti çok hoş. Kıraati de Türkçe’si de billur gibi. Sözler tane tane dökülüyor dudaklarından. Namaz bitiminde cemaat kapıya doğru hareketlenmeye başladığında hocamız bir duyuru yapıyor. Dağlıca’da yeni şehit düşen İlker Yarbay’ın babası ve yakın ailesi bizlerle berabermiş. Dileyenlerin taziyelerini bildirebileceğini söyleyince, kalabalık, kapıları bırakıp mihraba doğru yöneliyor. Ben de sıraya giriyorum. Sırada babasının omuzlarındaki çocuklardan, elinde baston, bir gencin koluna girmiş sakallı dedelere kadar her yaştan müslüman mevcut.

Ortalığa vakur bir sessizlik hâkim. Bu muazzam kalabalığın içinde kendimi bir an çok tanıdık bir yerde hissediyorum. Sanki Mescid-i Nebevî’de peygamberimi ziyaret edecek gibi heyecanlıyım.

İlker Yarbay, benimle aynı yaştaydı. Tıpkı benim gibi iki de evlâdı vardı. İşini çok iyi yaptığı için bordo berelilerden yarbaylığa kadar yükselişi, tanıdıkları tarafından generalliğe kadar gidecek diye tahmin ediliyordu. Şehit düştüğü gün çatışmadan uzakta, güvenli bir yerdeydi. Fakat iki evlâdından ayırmadığı yavrucuklarının birer birer şehit düştüğünü duyunca “şehitlerimi orada bırakmam!” diyerek çatışmanın olduğu noktaya gitti. Allah ona peygamberleri gıpta ettiren makāmı hazırlamıştı. Ona pusu kurduğunu zanneden gāfiller ancak buna hizmet ettiler, o da şehâdet mertebesine erdi.

Kalbim giderek daha da hızlı atmaya başlıyor. Ulu Câmi’yi Mescid-i Nebevî’ye, bu ziyareti de Peygamber ziyaretine çeviren nedir? O sıra Mehmet Âkif’in muhteşem dizeleri geliyor aklıma:

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Bu dünyada sahip olduğu her şeyden, tüm makamlardan, evlâd-ı ıyâlinden geçerek yavrucuklarını düştükleri yerden kaldırmak için ölüme koşan İlker Yarbay, peygamberinin koynunda yatıyor. Muhakkak ki tecelli, o âlemler sultânının tecellîsi olacak: Aşk.

Sonunda sıra bana da geliyor. Önceden hazırlık yapmış olmama rağmen babam yaşındaki bu mübârek babanın önüne geldiğimde söyleyecek her şeyi unutuyorum. Hatırlamadığım sözler dökülüyor dudaklarımdan. Babası ise “Allah birliğimizi dâim etsin” diyor. Kimbilir, İlker Yarbay tuttuğum bu elleri kaç kez öpmüştür… Ne kadar öptüyse az olsa gerek. Ne güzel bir baba!

Câmiden çıkarken herkes gibi ben de kendime şöyle bir bakıyorum. Bu aşka, bu şehitlere lâyık bir millet olabilecek miyiz?

Allah birliğimizi dâim etsin.

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın