“Fuat Sezgin Hakkında”
Muhterem misâfirler,
DOST – İslâm’a Hizmet Ödülleri‘nin takdim edildiği bu özel gecede sizleri saygıyla selâmlıyorum. Fütüvvet temalı bu gecede, bütün hayatı mücadele ve zorluklarla geçmiş olan Fuat Sezgin Hoca’ya bu ödülün takdim edilecek olmasi cok mânâlı…
Fuat Sezgin ile ilk tanışmam 1980‘de Frankfurt Üniversitesi‘ne başladığım yıla denk geliyor, o zamanlar Frankfurt‘ta büyük bir Türk âlimi oldugunu duymuş ve tanışmak istemiştim. Hoca şimdi olduğu gibi o zaman da biz gençleri hemen kabul etmişti. O zamanlar Fuat Sezgin Hoca Tabii Bilimler Tarihi Enstitüsü‘nde ders veriyordu. Simdiki Frankfurt Üniversitesi Arap İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü ise bu tarihten iki sene sonra, yani 1982‘de Hoca‘nın verdigi büyük mücadelelerle kuruldu.
O zamanlar Hoca‘nın bilimler tarihi derslerine katılan biz müslüman gençler, Hoca‘dan dinimiz hakkında da ders almak arzusunda olmamıza rağmen, üniversite, anlaşma yaparken İslâm dini hakkında ders vermesini yasaklamıştı. Bunun için Hoca, Avusturya’dan bizim icin husûsî bir hoca, Prof. Dr. İsmail Balic’i getirtmişti. Ders grubumuzda Hoca’nın kızı Hilal Sezgin de bulunuyordu.
Fuat Sezgin, 1960 ihtilali sebebiyle Almanya’ya geldikten sonra, önceden müslüman olmuş olan Alman talebesi Ursula Hanım ile evlenmişti. Kendisi de bir oryentalist olan ve bu konuda doktora sahibi Ursula Hanım hayat boyunca Hoca‘nın bütün çalışmalarında bilfiil destekleyeni ve yardımcısı olmuştur.
Hoca’nın Almanya’ya geldikten sonra yaptığı en önemli işlerden birisi, Carl Brockelmann’ın yazdığı 6 ciltlik Geschichte der Arabischen Literatur (Arap Literatürü Tarihi) isimli eseri geliştirerek ve düzelterek devam ettirmesi oldu. Bu tanınmış Alman ekolünün, – ki Fuat Sezgin‘in hocası Hellmut Ritter bu ekolün devamıdır ve Brockelmann’ın talebesidir,- bir Türkün devam ettirecek olması fikrini Batılıların, özellikle Almanların kabul etmesi kolay değildi. Bunu engellemek için heyetler kuruldu, mücadeleler verildi. Hoca ilk cildini bitirerek bu heyetlere sunduğunda, gösterdiği büyük başarı ile itirazları bertaraf etmişti.
Avrupa‘nın, rûhânî bilimlerde en tanınmış kitabevi olan Leiden Brill’de kitabı basılmıştı.
Kitabın coğrafya tarihi hakkındaki ciltleri ile, müslümanların bilimler tarihindeki büyük rolünü yok sayan Batılı tarihçilerin tezleri çürütülmüş ve eser, Batı‘nın sahiplendiği çoğu haritanın -Marko Polo dahil- müslümanlardan bilinçsiz şekilde kopya edildiğini ispatlamıştır. Tarihi değiştiren böyle bir calışma ya pozitif ya da bulabildikleri takdirde negatif tenkitlere mâruz kalmalıydu, ama Batılıların bu kitap karşısındaki derin sessizliği âcizliklerinin göstergesi idi. Bugün 18. cildine ulaşan bu eseri dünyanın hangi kütüphanesine gidersek gidelim, bizzat müşâhede ettiğim üzere meselâ National Library Washington, Kudüs‘teki National Library of Israel, baş köşede bulabiliriz.
Enstitü‘nün bunun yanında binlerce yayınından da bahsetmek gerekir.
Almanlardan aldığı büyük ödüllerin sonrasında Hoca bütün ısrarlara rağmen Türk vatandaşlığını hiç bırakmadı ve Alman vatandaşlığını kabul etmedi. Bu büyük işler bir Alman tarafından yapıldı denmesini istemiyordu. 2010 yılında Hessen eyâleti en büyük ödülünü vermek istediğinde Hoca‘yla beraber Alman Yahudilerinin başkanı Salamon Korn da ödül alacaklardan birisiydi. İsrail’in o dönemde Filistin‘e yaptığı peşpeşe zulümleri destekleyen bu isimle aynı sahneye çıkmak istemediğinden bu ödülü reddetti. Bu hâdise Alman medyalarında oldukca tartışıldı. Bu durum, Hoca’nın ödül kabul ederkenki titizlik ve ahlâkî hassasiyetine de bir örnek teşkil etmekte.
Hoca‘yla 37 senelik beraberliğimiz sırasında onu her gün enstitüsünde, masasının başında calışırken hatırlıyorum. Her gün sözüne haftasonu, Pazar, bayram, 1 Ocak gibi günler de dâhildir. Hoca gerçekten zâhidâne bir hayat yaşıyordu. Çorbasını kendisi pişirir, bulaşıklarını kendi yıkayayarak asla kimseye hizmet ettirmez.
Enstitü kütüphanesi, çölün ortasındaki vaha gibi, Frankfurt’ta İslâm hakkında ve İslâm Bilimler Tarihi üzerine çalışmak isteyen herkese hep açık bir câzibe merkezi olmuştur. Enstitü‘deki kitapların çoğu (yaklaşık 50.000 cilt) Hoca‘ nın bazen aç kalarak, 70 seneden beri kendi imkânları ile topladığı eserlerdir. Hoca‘dan şunu duyduğumu nakletmek istiyorum:
Bazen eşimden müsaade almam gerekiyordu, çünkü kitap satın almaktan evde yemek için paramız kalmıyordu.
1990 yıllarında Hoca müslüman âlimlerin kitaplarında keşfettigi âletleri 3 boyutlu ve çalışır vaziyette dünyanın farklı ülkelerindeki uzmanlara büyük bir titizlikle yaptırmaya başladı. 1000‘in üzerinde âletten oluşan Enstitü‘nün müzesi bu şekilde meydana geldi. Bu âletlerden bazılarının, meselâ bazı astrolabların yapımı iki seneden fazla sürüyordu. Ama tam işlerliği olan bu âletler bugün de navigasyonda kullanılabilir. Çok güzel bir gelişme olarak bu müze 2008 yılında İstanbul’da Gülhane Parkı‘nda sayın Cumhurbaşkanımızın da teşrifleriyle açıldı. Resimlerde, müzenin düzenlenmesinde o zamanlar 80 yaşının üzerinde olan Hoca‘nın da bizzat kartonları açarak âletleri kontrol ettiğini ve yerleştirdigini görebiliriz.
Hoca bu muazzam kütüphanesini Türk milletine armağan etmek istedi. Devletimiz bu iş için Gülhane Parkı‘nda başka bir bina daha tahsis etti ve çok güzel bir kütüphane inşa edildi. Yazık ki şu anda Hoca‘nın kitaplarının sadece yarısı yerleştirilebildi. Geri kalan kısmına Almanya’da Alman kültür hazinesine âit olduğu gerekçesiyle devlet el koymuş durumda ve dâvâ devam etmekte. Arzumuz ve duâmız bu kitapların da bir an önce ülkemize ulaşması.
Hoca bütün bu çalışmalarıyla İslâm Bilimler Tarihi sahasını en baştan oluşturdu, zeminini ve malzemesini hazırladı, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi‘nde kurduğu İslâm Bilim Tarihi Enstitüsü, vakıf, müze ve son olarak kütüphane ile bu konuda Istanbul’u dünya çapında bir merkez haline getirdi.
Çok kısaca size Hoca hakkında bilgi vermeye calıştım, bu imkânı sunduğunuz cok için teşekkür ederim, saygılar sunarım.
(Dr. Şükrettin Güldütuna’nın 3 Aralık 2017 tarihinde DOST – İslâm’a Hizmet Ödülleri Takdim Töreni’nde yaptığı konuşmanın metnidir).
Şükrettin Güldütuna