Karınca Fütüvvet Yolunda

 

Fütüvvet lugatta “gençlik, kahramanlık, cömertlik” mânâlarına gelir. Ahlâkî mânâda ise, kerem, cömertlik, erdem ve şecaat gibi faziletlere sahip kişiler için kullanılmıştır. Fütüvvet, peygamberlerden kalma bir ahlâk yolu olarak görülmüştür. Hz. Ali baş fetâ olarak tanınmış ve O’nun yiğitliği, mertliği ve cömertliği örnek teşkil etmiştir.

Fütüvetten ilk bahseden Hz. Câfer-i Sâdık (ö. 765) olarak bilinmektedir. Bu hususta şöyle demiştir:Bize göre fütüvvet, ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifâdesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir.” Bu târifte iki veçhe olduğu düşünebilir. Birincisi, kendinden önce başkasını düşünmek ve Allah’ın sunduğu nimetleri başkaları için kullanmaktır. Günümüzün hayat tarzına çok tersmiş gibi görünen bu düşünce aslında İslâm’ın ana davranış şekillerinden biridir. Şimdiki dünyada kendini başkalarından önce düşünmek en önemli davranış şekli iken, kendinden önce başkasını düşünmek önemsiz, gereksiz, hattâ tuhaf bir hâle gelmiştir. Öte yandan ikincisi ise Allah’ın vermediklerine şükretmek ve sıkıntılara sabretmektir. Aslında bu iki husus da huzur ve mutluluğun anahtarıdır, ama fetâ olmadan bu hal içinde olmak mümkün değildir. Büyükler önce taklit sonra tahkik, derler. Her şey önce taklit ile başlar, mürşidin rengine boyanmaya çalışmak ile başlar. Sonrasında taklit yapa yapa bu hal tahkik yani hakikat hâline geçer, derler.

Hz. Câfer-i Sâdık’ın târifini anlamak kolay gibi görünse de bu husus hakkında yazmak oldukça zor geldi. Çünkü insan kendi yaşamadığı bir şeyi yazmaya zorlanıyor. Yukarıda bahsedilen, herkesten önce kendini düşünmek benim de içselleştirdiğim bir şey. Şimdi ise taklit yolu ile farkına varırsam, tabiî ki nefsimin izin verdiği ölçüde sabretmeye ve önce başkasına hizmet etmeye gayret ediyorum. Örneğin arabanın önüne başka bir araba atlayınca, belki acemidir diye düşünmeye gayret ediyorum. Veyâ başıma bir sıkıntı geldiğinde her ne kadar içim yansa da ağzımı kapalı tutmaya ve  söylenmemeye gayret ediyorum. Onun yerine şikâyetimi Allah’a yapıp sabretmeye gayret ediyorum. Tabiî ki gerçek fetâlar böyle olayların üzerinde durmazlar. Onlar gülümser geçer giderler. Bizim gibi yoldaki karıncalar da bir gün susup beş gün kendini tutamayıp konuşurlar. Yani bir adım ileri, artık kaç adım geri olursa… Neyse, tesellim şu ki, bir gün karıncaya sormuşlar, “Nereye gidiyorsun?” diye. O da “Hacca gidiyorum” demiş. “Nasıl varacaksın bu halinle?” demişler. “Olsun, yolundayım ya” demiş.

 

The following two tabs change content below.

Banu Büyükcıngıl

Kendimi tanımak sevdasıyla yola çıktım. Sonra bu yolculukta parça parça olduğumu hissettim. Aramak, önce kendimi parçalara ayırmak mı demekti bilmiyordum. Sanki karanlıkta bir balçık çamurunun içinde yol almaya çalışıyor ve üşüyordum. Bir zaman sonra karşımda bir ışık gördüm, gayrı ihtiyari ışığa doğru yürüdüm. Işığın içinden geçerek cennet tasvirlerine benzeyen bir bahçenin içine aktığımı hissettim. Bu bahçenin içinden de cennette olduğu gibi dört nehir akıyordu; bal nehri, şarap nehri, süt nehri ve su nehri. Bu cennet bahçesi İnsan-ı Kamil'di. Onu farkettiğim günden beri, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi Her Nefes Dergisi'nde paylaşmaya çalışıyorum.

Son Yazıları: Banu Büyükcıngıl (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın