Cân-ı Can

 

“Akıl adlı ihtiyar fikir adlı çocuğunu aşk mektebine yollamış… Ondan bir şeyler öğrensin diye… Ama nâfile, hiçbir şey öğrenememiş çocuk… Tâ ki kitapları atıp GÖNÜL olarak gidince öğrenmiş hakikati…”

İnsan ne tuhaf… İçimizde olan, bize en yakın hâlleri, hakikatleri göremiyoruz da, binlerce ötedeki herşeylerden haber oluyoruz.

Her birimizde bir kalp var, çok şükür. Biz vaktiyle kalbi olan herkesi bir zannederdik ve hatta ‘herkesin bir kalbi var işte’ diye bilir, üstünde durmadan geçerdik. Meğer öyle değilmiş: Kalp ayrı seymiş, gönül ayrı, can ayrı seymiş… Herkesteki kalp aynı şekilde zuhur etmezmiş.

Kalp denilen şey, maddî görevini yapan bir organcıkmış sadece. O organ ki ancak sahibi hakikat yoluna girip irfan ile aydınlanınca, diğer bir deyişle üzerine ilâhî ilim yansıyınca, onda Hak kendini gösterirmiş. İşte ancak o vakit kalp gönüle dönüşürmüş. Gönül ki, hakikat nuru ile aydınlanınca asla eşitlikten, haktan, çabadan, zarâfetten ve aşktan geçmezmiş.

Can ise insanın ruhuymuş, sırrıymış. Yaratılışımızdan gelen, bizdeki gizli isimlerin saklı yeriymiş. Tasavvufî eserlerde can kelimesi bazan Allah anlamında, bazan Resûlullah, bazan da şeyh için kullanılmakta… Demek ki biz de Allah’tan, Hz. Muhammed’den ve ustamızdan birer parça gizli… ama derinde… çok derinde… ve çaba göstermeden kendini âşikâr etmiyor. Bunu bilmek bile insanı heyecanlandırıyor.

Bir zamandır ‘cevher’ diyorum ben bu sırlara; belki doğru, belki yanlış… Dünyadaki en güzel seslerde söyleyenin cevherini duyuyorum veya çizilmiş bir tabloda çizenin cevherini görüyorum. Beyaz beyaz pamukçuk gibi hayal ediyorum o sırları ve yufka yufka görünmelerine rağmen sanıyorum ki çok zor onları taşımak, ağır bir görev ve mücadele istiyor. Belki de bu yüzden çok başarılı insanlar dünyevî bağlar üzerinden cebelleşmeye çalışıyorlar konumları ile diye de düşünüyorum. Bütün dünyanın dinlediği bir ses bahşedilmişse sana örneğin, fakat kimse sana içindeki sırdan bahsetmediyse ve bir usta sana o cevher ile başa çıkmayı öğretmediyse, bocalıyorsun.

Bu yüzden biz ihvan dostlarını ve kendimi dünyanın en şanslı insanları addediyorum. Bize dokunup gözlerimizin perdesini açan olmuş, çok şükür, ki şimdilerde içimizdeki cevheri dışarı çıkarmak için çabalıyoruz diye düşünüyorum. Sanıyorum Yunus Emre de “Bir ben vardır, benden içeru” derken, aynı bu sırra, sırlara atıfta bulunuyordu. Allah hepimize o sırlara erişmeyi ve minnacık bir atomdan halka halka çoğalmış gibi hayvanı katmanlarımıza sarılmış cevherleri bir bir açık etmeyi nasip etsin inşallah.

 

The following two tabs change content below.

Sesil Pir

İstanbul Türkiye doğumlu. İnsan Kaynakları ve Endüstriyel Psikoloji uzmanı. İnsan Kaynakları bölüm yöneticiliği ve kendi kurduğu danışmanlık şirketinin ortaklığını yaparken aktif olarak organizasyonların, bireyler, takımlar ve liderler üzerinden gelişimine çalışmakta. Aşk'a aşık, lütuf bildiği her nefesin borcunu ödeme derdinde. Yirmi senedir uzak yaşadığı ülkesine dair en çok ezan sesini ve pastane kokusunu özlemekte. Ara ara, deniz kenarında bir yerlerde, en sevdiği hayvanlar olan fillere yakın, bol bol bezelye yiyerek yaşamayı hayal etmekte. İsviçre'nin Basel şehrinde ikamet etmekte. Evli, henüz çocuk sahibi değil.

Son Yazıları: Sesil Pir (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın