Cemalnur Sargut ile Söyleşi – “Ken’an Rifâî Hazretleri’nde, Hakîkat-i Muhammedî’yi Tamamiyle Seyretmek Mümkündür”
.
“Cemâlnur Sargut ile Açık Deniz’e Yolculuk”, çok yakında okurlarla buluşacak olan bir kitap… Cemâlnur Sargut Hocamızın Sâdık Yalsızuçanlar ile birlikte yaptıkları televizyon programından yola çıkılarak hazırlanan bu kitaptan, hocamızın Ken’an Rifâî Hazretleri’ne dair sohbetlerinin bulunduğu bazı kısımları sizinle paylaşıyoruz.
“Ken’an Rifâî Hazretleri’nde, Hakîkat-i Muhammedî’yi Tamamiyle Seyretmek Mümkündür”
Cemâlnur Sargut
Efendim Ken’an Rifâî Hazretleri, Batı eğitimi almışlar. Galatasaray Sultanîsi’ni bitiriyorlar. Daha hukuk fakültesine devam ederlerken yurt içinde çeşitli şehirlerde Milli Eğitim müdürlüğü görevine atanıyorlar. Yani 19-20 yaşında Milli Eğitim Müdürü oluyorlar. Görülüyor ki üst seviyede bir zekâya sahip. (…)
Galatasaray Lisesi’ndeki eğitimi süresince, anneciği kendisini Hz. Edhem’in ellerine sevk edene kadar dinle çok alâkalı olmadığını, maddî bir hayat yaşadığını anlatıyorlar. “Din adına gördüğüm en güzel şey, anacığımın hafta sonları eve geldiğimde seccadedeki mübârek başıydı” buyuruyorlar. Sonra (…) Hatice Cenân Sultan onu şeyhinin ellerine teslim ediyor ve Hz. Edhem ile tanıştığı anda hayatı değişiyor. (…) Bu bilgi ezelî bir bilgidir. Sonradan eklenmez.
Hz. Mısrî Niyâzi, velî ve nebîlerde bu bilginin iki şekilde ortaya çıktığını, bu ortaya çıkışın iki hadisle açıklandığını anlatıyorlar. Birincisi “Eğer bildiğinle amel edersen bilmediğini Allah gönlüne aksettirir.”İkincisi, “Kırk sabah fisebilullah ibâdet edersen o zaman gönlünden diline hikmet pınarları fışkırır.” Allah’ın sözlerinden bahsediyor Peygamber Efendimiz.
Bu iki özelliği insân-ı kâmilde çok net yaşıyorsunuz. Onlara dokunulduğu anda ezelî bilgileri âşikâr oluyor. Hz. Edhem dokunmuş. Dokunurken de edebi öğretmiş. Çünkü insân-ı kâmillerin en büyük özellikleri baştan aşağı edep oluşlarıdır. Bu edebin en belirgin hâli, Hz. Peygamber’de tecellî eden, mîraca yaklaşırken en yakın noktada edebi muhafaza etmek. Yani Allah’a en yakın olduğu anda şımarmaması, onun gözünün aşmayıp şaşmayışı, sadece sevdiği ile meşgul oluşu. İşte bu özellik onların edepte ne kadar üst seviyede olduklarını gösteriyor. (…)
“Beni seviyorsan benim sevdiğim her şeyi seveceksin”
Hz. Edhem’in, Efendim’de, Hocam’da o edebi ortaya çıkarttığını görüyorsunuz. O muazzam edepte, her yaratılmışa hürmet var. Burada Hocam’ın çok önemli bir özelliğinden bahsedeyim. Türkiye’nin ilk kadın felsefecilerinden Semiha Cemâl Hanımefendi, Hocam’ın öğrencisidir. Hocam’a, “Sizi çok seviyorum.” diyorlar. Hocam’ın cevabı muazzam… Diyorlar ki: “Beni seviyorsan benim sevdiğim her şeyi seveceksin; benim de sevmediğim yok.” Demek ki insân-ı kâmili anlamanın ve sevmenin yolu, yaratılmışı sevmekten ve ona hürmet etmekten geçiyor.
(…) Tasavvufun hakîkatini anlatmışlar ve yaşamışlar. Hiçbir şekle bağlı olmadığını, tekkeler kapatılsa da tasavvuf yaşantısının daima devam edeceğini, gönlün tekke olduğunu, semânın gönül etrafında yapıldığını anlatmışlar.
Bu çok ümit verici bir şey. Yani Allah ile ilişki mekân ve zamana bağlı değil. Bu çok önemli. O zaman takılıp kalmıyorsunuz. İslâm’ın en güzel özelliği bence -âcizâne edepsizliğimi hoş görsünler- her an her yerde ibâdet edebilme zevki. (…) Hocam’ın bir resm-i şerifleri var, toprağın üzerinde namaz kılıyorlar. Zannederim barajlarda çekilmiş. Ayrıca felç oldukları zaman da yattıkları yerde namaz kılarlarmış. Anneme gözlerini kırparak baktıklarında annem yastığı getirip alnına dayar ve bu şekilde daim secdede olurlarmış.
“Hiç kimseyi kendi ahlâk anlayışıma göre yargılamam”
Hocam’ın en büyük özelliği insan yetiştirmeleri… Yetiştirdiği insanları kendi gibi yetiştiriyor. Meselâ şöyle buyuruyorlar: “Hiç kimseyi kendi ahlâk anlayışıma göre yargılamam.” Aman Yarabbi! Yargılamayı kaldırmışlar. Herkese olduğu yerden hitap edip olduğu yerden hürmet etmeyi, tam merkezî hareketi öğretiyorlar. İkincisi hiçbir sebebe dayalı olmayan Allah aşkını ve yaratılmışa sevgiyi öğretiyorlar. Demin buyurdunuz çok etkileyiciydi, “Yegâne silah, Allah aşkı. ” diyor. Her yerde aşkı ön plana almış. Çünkü mîrâca götüren tek kuvveti kudret aşk. (…)
Son derece mütevâzi ama o hiçliğin içinde tam tecellî var. Onun için heybeti de çok muazzam. Annem hep anlatır: “İçeri girdikleri zaman tanıyan tanımayan herkes birden ayağa kalkardı” der. Öyle bir heybet… Ama bir taraftan şiirlerine bakıyorsunuz, “Ben bu kapkara yüzle huzuruna nasıl çıkacağım?” diye şiir yazıyorlar. İnanılır gibi değil. Bu birleştirmeyi, bu muazzam bütünlüğü gösteriyorlar.
Ken’an Rifâî Hazretleri’nde, hakikaten Hakîkat-i Muhammedî’yi seyretmek mümkün. Yani Peygamber’in hakîkatinin onda zuhur ettiğini âşikâr görüyorsunuz. Çünkü Peygamber ahlâkını bütünüyle yaşadığını görüyorsunuz. Bu, insanı çok etkiliyor. Bir de kutup makamındaki bazı sultanlarda bekâ, fenâdan önce geliyor. Yani onlar, Allah’ın mânâsı içinde yok olmadan önce Allah’la hizmet etmenin zevkini yaşıyorlar. Tıpkı cuma namazı gibi; cuma namazı bu tür sultanları anlatır. Böylesine bir hoca görüyoruz ki daha ilk günden beri halka hizmeti, Hakk’a hizmet saymış.
Burada onu yetiştiren mürşidi, annesi Hatice Cenân Sultan’ın çok büyük rolü vardır. Zîra ilk öğrettiği şeyler, “Halkı o kadar seveceksin ki, ölümleriyle eksilip, doğumlarıyla çoğalacak kadar çok seveceksin. Onlarla bir ve beraber olacaksın” diye öğüt veren bir anne. Onlarla birleşmenin yolu yalnızca aşktır. Aşk yolunu gösteren bir anne ve ezelî nasipli bir öğrenci Efendimiz. Dolayısıyla, alıcı ve verici muazzam çalışınca, aslında ortada alıcı ve verici de kalmıyor galiba. Âşık-mâşuk da kalmıyor; her şey aşk kesiliyor. Hocamız’da bunu âşikâr görebiliyoruz.
**
Ken’an Rifâî Hazretleri’yle ilgili beni en etkileyen şey; İbn-i Arabî Hazretleri’ni uzun uzun çalıştıktan sonra, Hocam’ın sohbetlerini bir daha okurken, İbn-i Arabî’nin özetini Hocam’da bulmuş olmam. Abdülkerîm Cîlî Hazretleri’ni çalıştım uzun süre. Hocam’ı tekrar okurken, aynı özeti buldum. Üç sayfada anlatılan konuyu, bir cümlede veriyorlar. Çünkü Allah’ın hakîkati olan Kur’ân’ın iç mânâsını her öğretmen kendi devrine göre açıklar ama bir öncekini tekrarlamaz. Mânâ aynıdır fakat yorum yeni asrın ilminin yorumudur. Hocam da sanki bu büyük mutasavvıfların aynadaki akisleri gibiydi. Fakat bu ayna da çok kaliteli bir aynaydı. Dolayısıyla siz, bütün mutasavvıfları hocanızın aynasından seyrettiğiniz zaman anlayıp idrak etmeye başlıyorsunuz ve görüyorsunuz ki hepsi hakîkat-i Muhammedî’nin farklı aynalardaki tecellîsi. İşte bunu anladığınız zaman Mevlânâ’yı, Şems’i, Mısrî Niyâzî’yi, Cîlî’yi, İbnü’l-Arabî’yi, Ahmed er-Rifâî’yi, Abdülkâdir Geylânî’yi bir bilip bir görüyorsunuz.
“Ken’an Rifâî benim aşkımdır”
Hocam, vahdet-i vücûdu her yerde yaşıyorlar. Yani kâtilde, cânide, kedide, köpekte bile, eser halinde tecellî eden Allah’ın gücü ve kuvveti. O halde yaratılmışın hepsinde o mânâ var. Ben hayatımda İbn-i Arabî kadar Allah’ı teşbih etmekten korkan bir sultan görmedim. Tam tersi iddia edildiği halde o, -şu sözü beni çok etkiler- “Mesela sonsuz kelimesini Allah için kullanmayın, o bile kısıtlamaktır” buyuruyorlar. Bu kadar tenzih eden bir sultan, bir yandan da, yaratılmışta seyretmenin zevkini yaşayan bir sultan o.
Bunu Hocamız’da çok net görüyorsunuz. Kızmak yok, sinirlenmek yok. Bir gün üst kattakiler çok gürültü yapmışlar. Hocam’a şikâyet edince de, “Niye kızıyorsunuz? Ne güzel zevk alıyorlar, her zevkte Allah’a gidiş vardır. Ben de onların zevkleriyle zevkleniyorum.” buyuruyorlar.
Benim aşkımdı Ken’an Rifâî. Sâmiha Anne’nin Batmayan Gün adlı kitabıyla, ben Efendim’i iyice tanıdım. Oradaki, Kerim Bey’di. O kadar âşık oldum ki Kerim Bey’e, oğlumun adını Kerim koydum çok şükür. Sâmiha Anne’de gördüğüm her güzelliğin, Kerim Bey’e, Ken’an Rifâî’ye ait olduğunu görmenin zevkini yaşadım; o bakımdan çok şanslıyım. Bir de bizler, aynı ipte iki cambaz gördük. Sâmiha Anne’yle, Nazlı Anne aynı devirde yaşadılar. İkisi de mürşitlik vasfı taşıyordu. Nazlı Anne mürşitliğini arkaya atmış, aşkıyla ve hiçliğiyle yaşayan bir sultandı. Sâmiha Anne’nin mürşitliği ise her haliyle ortadaydı. Biz onlar arasında zevkle büyüdük. İkisi de Efendi’nin farklı tecellîleri diye, onları seyretmenin zevkiyle yaşadık.
“Aşk çok başka bir şey…”
Aşk çok başka bir şey, çünkü Allah’a lâyık oluncaya kadar çeşitli şeylere âşık oluyorsunuz. Tıpkı Hz. İbrâhim gibi. Hani önce yıldızlara tapmış; biz de önce arkadaşlarımıza âşık oluyoruz. Sonra Ay’a tapmış; biz de evlatlarımıza âşık oluyoruz. En son Güneş’e tapmış; bizim kendimize âşık olduğumuz gibi. Fakat bakıyoruz ki bunların hepsi yok olmaya mahkûm. İşte o zaman, hayır, hiçbiri değilmiş diyoruz.
Burada Hocam’ın söylediği bir söz aklıma geldi. Ken’an Rifâî Hazretleri, Safiye Erol’a, “Ben, sadece beni tanıdığın devrede senin hocan olmadım; doğduğun günden, öleceğin güne kadar ve öbür âlemde de hocan olmaya devam edeceğim.” demiş. Safiye Erol, “Bu laf, bütün ömrümce vefâsız sevgililerin vefâsızlığına karşı bir diyet gibi gönlümün içine yerleşti.” diyor. İşte mürşitte bunu yaşıyorsunuz.