Bu ülke insanı inanarak, isteyerek ve çalışarak neler yapmış, yapabilir yaşayarak gördüm, görüyorum. Çok şükür. İşte tam da bu nokta “Biz bir şey yapamayız” algısının yıkıldığı nokta. Eğer biz gönülden inanırsak, istersek ve çalışırsak istediğimiz her şeyi diğer ülkelerden çok daha da güzel yaparız. Ecdâdımız yapmış, tarihimiz bunları gösteren, inanılması güç örneklerle dolu. Sadece dünyaya karşı verilen Kurtuluş savaşı bile örnek olmaya yeter.
Size kendi bilim dalımdan mütevâzı bir örneği anlatmak istiyorum. Biz bilimciler çok şey yapıyoruz ama sanırım bunları yeteri kadar anlatamıyoruz. Ülkemizde artık 20 yıllık, 50 yıllık bilim politikalarından bahsediyoruz. Bunlar arasında en vazgeçilmez konulardan olan, sağlığımız ve yaşamımız var. Yaşamak için -kaba tâbirle- ekmek ve suya ihtiyacımız var. Suyumuz, doğanın bize bir lûtfu olarak şimdilik var çok şükür. Elbette var olan suyumuzu ve su kaynaklarımızı çocuklarımıza kalsın istiyorsak dikkatli kullanmalıyız. Ekmeğe, yani yemeğe, yiyecek kaynaklarına gelince, orada da karşımıza günümüzde sık karşılaşılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) çıkıyor. Burada da “GDO’lu tohum” yine tanıdık, güncel bir kelime yer alıyor. Korktuğumuz, her şeyin genetiği değiştiriliyor diye düşündüğümüz noktada, ülkemizde gerçekleşen önemli bir gelişmeden bahsetmek istiyorum.
İşte sizin dikkatinizi çekmek ve paylaşmak istediğim konu “Tohum Gen Bankası”. “Böyle bir banka ne iş yapar?”. İşi genel olarak ülkemizin tohum kaynaklarını koruyup güvence altına almak. Mart 2010’da devrin Başbakanı tarafından açılan bu banka, 250 bin tohum örneği saklamayı hedef alan dünyanın Amerika ve Çin’den sonra en büyük 3. tohum bankasıdır. Ankara’da kuruldu. İzmir’de 1974’te kurulan ve yetersiz kalan küçük tohum saklama merkezinin çok ötesinde, dünya standartlarında organize edilmiş bir kurum. Tarım Bakanlığı’na bağlı ve 10 bin tohum örneği ile hayatına başladı (1 – 3). Önemine gelince, var olan bitki kaynaklarımızı koruyup patentlendirmesi, sertifikalandırması ve en önemlisi geleceğe koruyarak taşımaya çalışmasıdır.
Burada bir diğer önemli nokta da endemik bitkilerin korunması. Endemik nedir derseniz? Endemik, bulunduğu bölgenin ekolojik şartları yüzünden yalnızca belirli bölgede yaşayan/yetişen, dünyanın başka yerinde yaşama/yetişme ihtimali olmayan, yöreye özgü hayvan/bitki türüdür (4). Sayısal verilere göre dünyadaki yaklaşık 11000 endemik türden, yaklaşık 4000 tanesinin Anadolu topraklarında yer aldığını biliyoruz (2, 3). 2012 yılına gelindiğinde hem bu gen bankasının sakladığı tohum sayısı 30 bini geçti, hem de tohum saklama kapasitesi 300 bin tohumu koruyacak şekilde geliştirildi (3). Pek çok yabancı, çok uluslu kuruluş, örneğin Milenyum Tohum bankası sorumlusu, Kanada ve Zambiya gibi ülkelerin temsilcileri bu bankayı görmeye ve incelemeye geldi (2).
Şimdi sıkı durun! 2014 yılına gelindiğinde burada saklanan ve koruma altına alınan tohum sayımız 107 bini buldu (1). Böylece tohum bankasının varlığı, hem yabancı tohum ithalini azaltmaya çalışırken, çeşitli yerli bitki tohumlarının binden fazlasının canlandırılmasına ve belgelendirilmesine destek oldu. Ülkemiz hububat ve bakliyatta %100 yerli ve sertifikalı tohuma geçti. Devletin tohumla ilgili etkili bir uygulaması var. Buna göre tohumların geliştirilmesi için TÜBİTAK ve üniversitelerden destek alıyor, geliştirilen ürünlerin patenti devlette, kullanım hakkı çiftçide oluyor. Ayrıca devlet sertifikalı yerli tohum kullanan çiftçiye mâlî destek de veriyor. Bu sayede yerli tohum kullanımını da arttırmaya çalışmış (1-3). Rakamsal verilere göre bu epey de işe yaramış. Buna göre tarım ve ziraatte 2002’de – 145 bin ton yerli tohum üretimi varken ve kullanılırken, 2014’te 650 bin ton sertifikalı yerli tohum kullanılıyormuş (1). Bunlar ziraat mühendisi, biyolog, kimyager ve botanikçilerden oluşan 15 kişilik bir ekiple çalışan ve 4 yıllık bir tohum bankası için oldukça iyi sonuçlar. Belki önümüzdeki senelerde yerli tohum kullanımının artması, bizim ve çocuklarımızın hayatında daha doğal (organik demek istemiyorum), sağlıklı ve en önemlisi bize ait, genetiği değiştirilmemiş ürünlere ulaşmamızı sağlar. Bu da inanmak, istemek ve çalışmak ve hizmetle oluyor. Bu durum bize, ülkemize maddî ve mânevî pek çok şey kazandırıyor, kazandıracaktır.
Bir arkadaşım “Tüketmek zorundayız” demişti. Doğru; tüketiciyiz, yine onun dediği gibi “Eğer üretemezsek, başkasının ürettiğini tüketmemiz gerekiyor.” O zaman KENDİMİZ ÜRETELİM, ÜRETTİĞİMİZİ TÜKETELİM. Hem sağlıklı olsun, hem para ülkemizde kalsın ve yeni gelişmelere, bilimsel çalışmalara vesile olsun.
Dünyanın Amerika ve Çin’den sonra 3. büyük tohum bankasına sahip olan ülkesi olarak, maddî ve mânevî bereketimiz için tohumlar atılıyor. Bize de bu tohumları koruyup gözetmek kalıyor. Ne dersiniz inanmaya, istemeye, çalışmaya ve hizmete değmez mi?
- http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25823731.asp 18.02.2014
- http://www.tarim.gov.tr/
- http://www.tmo.gov.tr/Main.aspx?ID=602
- http://tr.wikipedia.org/wiki/Endemik_(biyoloji)
- http://www.zaman.com.tr/ekonomi_dunyanin-en-buyuk-3-tohum-gen-bankasi-acildi_957260.html
- http://www.milliyet.com.tr/tohum-gen-bankasi-acildi/ekonomi/ekonomidetay/02.03.2010/1206058/default.htm