Öbür Âleme Yolculuk

‘Gideceğiniz yer Arabistan değil, öbür âlem’ demişti Cemâlnur Abla. Öbür âlem kavramı bize çok tanıdık olmadığından, oralar bize uzak ve yabancı gelmiştir. Çünkü ne oralara giden biri ile karşılaşmıştık, ne de oralara gitmiştik. Yakınlarımızdan o tarafa yolcu ettiklerimiz olmuştu ama idrâkimiz oraya gidenlerin bizden hep uzaklaştığını düşündürmüştü nedense.

Yolculuk heyecanı, Medine topraklarına indiğim anda hafifledi. Sanki içimden bir ses ‘rahatla, geldin, hepimiz burdayız’ diyordu. Ravza’ya, yani Peygamber Êfendimiz’in huzuruna gidip orada bulunanların gözlerindeki peygamber aşkını ve heyecanını görünce henüz onun karşısında olduğumu hissedemediğimi fark ettim. Aslında çok yakınımdaydı ama gören gözlerimle göremiyordum. Etrafım duâ edenler, Hz. Pir Ahmed er-Rifâî’nin ravzaya geldiği zaman söylediği gibi ‘uzat elini de öpeyim’ diyenler, ağlayanlar, namaz kılanlar veya gülenlerle doluydu.

Ben de onlar ne yapıyorlarsa yapmaya çalışan âciz biri gibi hareket ettiğimi düşünürken, önümde duran bir teyze sandalyesini küçük ayak parmağımın üzerine koymuş ve üstüne oturmuştu bile. Tabii ki bir anda ayağımın acısıyla bir ah çekmiş ve ayağımı tutarak, küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlamıştım bile. Ben ağlayınca ayağıma basan teyze de ağlamıştı, yanımızdaki bir başka teyze de ve bir başkası da… Hepimiz bir anda ağlamaya başlamıştık. Ağlayışın ardından bir anda o ‘ah’, Allah olmuştu (her âhın içinde bir Allah varmış). İçimi bir huzur ve sevinç kaplamıştı.

Ağlamaya devam ederken sanki Peygamber Efendimiz’in bana ‘kızım ancak bu şekilde anlayacaktın’ dediğini duyar gibi oldum. Onun aynı zamanda esprili de olduğunu bildiğimden içimde muzip bir gülümseme de belirdi. Ama dıştan görenler canımın çok yandığını ve o yüzden ağladığımı düşündüler. Olsun, ben onunlaydım o da benimleydi. Hatta ayağıma basan teyze bir yandan ağlarken bir yandan da ‘kızım affet, çok mu canın yandı?’ dedi. Ben de ‘yok teyzeciğim, önce acıdı ama sonrası bir zevkti’ dedim.

Orada olan olay sadece bir ayağa basma hâdisesi değildi, O bize dokunmuştu. Başka bir arkadaşımın da orada ayak parmağının kırıldığını öğrenince çok sevindim. Demek ki o benden daha güçlüymüş diye düşündüm. Bu olaylarla öbür âlemin güzelliklerini ve huzurunu hissettirmişti canım peygamberim bize. Kendi kapasiteme göre Celâl içindeki Cemâl’in bu olduğunu düşündüm.

Bu seyahat sırasında ağladığım tek olay bu değildi. Medine’den ayrılıp Mekke’ye Kâbe’ye gidişimiz ve Kâbe ile ilk karşılaşmamız sırasında da içimden bir şeyler koptu ve kendimi tutamadım. Evet, yine ağladım, hem de hüngür hüngür… Ağlarken de yüzümü kapatıyordum. Neden yüzümü kapattım, bilmiyorum. Belki edep ettim, belki af diledim, belki de utandım. Kâbe’nin karşısında ağlamamalı, huzuru hissetmeliydim. Sonra şunu hissettim, ağlamak beni öyle rahatlatmıştı ki, ardından müthiş bir huzur gelmişti. Kendi kabın ölçüsünde hissedebildiğim ‘huzur’u târif etmek çok zor. Kâbe’de birlik ve tevhid var derlerdi, gerçekten de öyle. Umarım bu huzuru herkes hisseder ve herkes buradaki güzellikleri görür.

Huzurumuzun daim olması, hep huzurda olabilmek ve Kâbe gibi herkesi birleyebilmek dileğiyle…

The following two tabs change content below.

Zeynep C.

Son Yazıları: Zeynep C. (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın