Ken’an Rifâî Hazretleri’nin Hayatı
1867 senesinde Selânik’te dünyâya gelen Ken’an Rifâî Hazretleri, Filibe hânedanından Hacı Hasan Bey’in oğlu Abdülhalim Bey’le Hatîce Cenan Hanım’ın çocuklarıdır.
İstanbul’da Galatasaray Sultânîsi’ni (bugünkü Galatasaray Lisesi) bitirdikten sonra Bâb-ı lî Hâriciye Kaleminde vazîfe almış, Acem Mektebi’nde tabiat muallimliği yaparken Posta – Telgraf Nezâreti’nde Alman müşâvir Groll’ün muâvinliğine getirilmiş, bu arada da Hukuk Fakültesi’ne devâm etmiştir.
Oğlunun ilk mürşidi annesidir. Kendisine mânevî dünyânın, Allah yolunun kapılarını açan annesi Hatîce Cenan Hanım, daha sonra onu kendi mürşidi Şeyh Edhem Efendi’ye teslim etmiş, bu sûretle Ken’an Rifâî Hazretleri’nin mânevî şahsiyeti bu iki mürşid tarafından oluşturularak kemâle ermiştir.
Madde ve mânâ dünyâsını et ve tırnak bilen Ken’an Rifâî Hazretleri, günün birinde kendini maârif çatısı altında bularak sırası ile Balıkesir İdâdîsi, Adana, Manastır, Üsküp, Trabzon Maârif Müdürlükleri, daha sonra Numûne-i Terakkî ve Medîne-i Münevvere İdâdî-i Hamîdî Müdürlükleri yapmıştır. Tekrar İstanbul’a döndükten sonra Erkek Muallim Mektebi Fransızca hocalığı, Tedkîkât-ı İlmiye Encümen Azalığı, Dârüşşafaka Müdürlüğü ve Meclis-i Maârif Azalığı vazîfelerinde bulunmuş, emekliliğinden sonra da onüç sene Fener Rum Lisesi’nde Türkçe hocalığı yapmıştır.
Onbir aylık Balıkesir devri, genç müdürün Allah velîsi anne eliyle yükselen mânevî temelinin, artık mürşidi Edhem Hazretleri’nin taş taş işlenme mesûliyetini bütünü ile üstüne aldığı devirdi. Hocası kendilerinin maddî ihtiyaçlarını kısıtlayarak, en azla yaşamanın temizleyici zevkini tattırıp (riyâzât), ileride halkının bütün acılarını paylaşacak olan o mürşid-i kâmili bir mânevî âbide derecesine ulaştırmıştır. Yine burada bir san’atkârdan mûsıkî nazariyatı öğrenmesini ve ney meşk etmesini istemiş, daha sonra da keman ve piyano çalmayı öğrenerek manevî feyzini öğrencilerine aktarmanın diğer bir yolu olan mûsıkîyi, bestelediği ve güftelerini yazdığı ilâhileri ile çevresine akıtmıştır.
Manastır Maârif Müdürlüğü sırasında mürşidi Edhem Şah cemâle yürümüş, kendisine yerini bıraktığını, mânâ âleminden haber vererek dünyâdan göçmüş olduğunu bildirmiştir.
Medîne-i Münevvere’de İdâdî-i Hamîdî müdürlüğü yaptığı dört sene zarfında Şeyh’ül Meşâyih Seyyid Hamza Rifâî Hazretleri’nden, dört sene hizmetlerinde bulunduktan sonra icâzet almışlardır. Bir gün Hamza Rifâî Hazretleri, “Oğlum, bilmem ki ben mi senin şeyhinim, yoksa sen mi benim?” demekle Ken’an Rifâî Hazretleri’nin vâsıl olduğu mertebenin yüceliğine pek güzel bir şekilde işâret etmiştir.
İstanbul’a avdetlerinden sonra Erkek Muallim Mektebi’nde Fransızca Hocalığı, Tedkîkat-ı İlmiyye Encümeni âzâlığı, Darüşşafaka Müdürlüğü, Meclis-i Maârif zâlığı’nda bulunmuştur. Aynı yıllarda annesi Hatice Cenan Hanım’ın Hırka-i Şerîf’te inşâ ettirdiği Ümmü Ken’an Dergâhı’nda postnişîn olarak irşâd faâliyetine başlamıştır. Ken’an Rifâî’nin irşâd faaliyetini dergâh çatısı altında götürmeyi tercih edişini Sâmiha Ayverdi devrin icâbettirdiği şeyi yerine getirmek olarak yorumlar: “O devrin şartlarına göre bu meydan, ancak bir dergâh olabilirdi. Eğer o zamanki cemiyet, bir zâviye değil de bir akademi yoluyla fikrini yaymak imkânlarına sahip olsaydı belki de Ken’an Rifâî bir akademiyi tercih ederdi. O, cemiyetin nabzını elinde tutarken, insanları hayâtın endîşe verici dönemeçlerinde, vartalı yollarında, kıymet ölçülerini benimsemesinde, fikir ve ahlâk muhâsebesinde, hulâsa varlığının bütünü üstünde emniyet ve ahenk sağlayacak bir kontrol ve mesuliyet hissinin sahibi kılmak istiyor ve terbiye sistemini o yola yöneltiyordu.
Bir taraftan irşâd işleri ile meşgûl olurken, diğer taraftan da memleket kültürüne katkıda bulunma, öğrenci yetiştirme ve idârecilik yapma gibi vatan hizmetine de yeniden başlamış, Darüşşafaka ve Gelenbevî okullarında müdürlük yapmış, yüksek sınıflara da Edebiyat ve Fransızca dersi vermiştir.
1925 yılında dergâhlar kapandıktan sonra da Ken’an Rifâî’nin vazifesi bitmiş olmadı. Bu defa da kendi kendine gelişen tabiat hâdiseleri gibi, etrafında tabiî bir akademi teşekkül ediyordu. 1925’de tekkelerin devlet eliyle kapatıldığı zaman halkın sesini Hakk’ın sesi olarak kabul eden Ken’an Rifâî bu durumu en küçük itiraz ve hoşnutsuzluk göstermeden kabul etmişti. Onun için tarîkat bir gāye değil bir vasıtadan ibaretti. Ken’an Rifâî tarîkat kurumunun sadece şekilde kalmış olduğunu görmekte ve devrin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte olmadığını bilmekteydi. Bu fikri öylesine samimiyetle benimsemiştir ki, kendisine bu konuda soru yönelten bir gazeteciye hâlihazırda açık olan üç yüz küsur dergâhtan pek azının irfâna hizmet ettiğini ve söz konusu kanun ile bu duruma bir son verildiğini ifâde etmiştir.
Maârif Vekâleti’nden emekliye ayrıldıktan sonra on üç yıl boyunca Fener Rum Lisesi’nde Türkçe hocalığı yapmış, soyadı kanunu ile Büyükaksoy soyadını almıştır. Ken’an Rifâî, 7 Temmuz 1950 tarihinde vefât etmiştir. Kabri Merkezefendi Camiî avlusunda şadırvanla kabristan duvarı arasındaki hazîrede bulunmaktadır.
Kendileri Fransızca, Almanca, İngilizce (80 yaşından sonra öğrenerek), Arapça, Farsça, Rumca, Çerkezce’yi anadili gibi bilmekteydiler.
ESERLERİ
Muktezâ-yı Hayat
Camille Flammarion’dan tercüme “Dünyânın İnkılâbı”
Rehber-i Sâlikîn
Tuhfe-i Ken’an
Ahmed er-Rifâî
İlâhiyât-ı Ken’an (ilâhileri ve besteleri)
1 cilt şerhli Mesnevî-i Şerif
Sohbetler
Kaynak: Sâmiha Ayverdi, Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, Kubbealtı Neşriyâtı, 2009, İstanbul, s. 111, 120-121.