Efendim Hayatımda

Meşkûre Sargut

Annem, babam, ablalarım, hepimiz Efendimin mânevî evlatları câmiasından olup ihvan halkasına dâhil olmak şerefi ve bu en büyük nasip ile ezelden lûtfa uğramışız. Bayramlarda, 3–4 yaşında iken hep hatırladığım, yeni elbiseler ve ayakkabılarla bayram namazından sonra konağa giderdik, Efendimizin elini öperken şu duâ her zaman kulaklarımda çınlamıştır. Kendileri “Allah’ın rızâsı üzerinize olsun” buyururlardı. Çocukları, şekerler çikolatalarla sevindirirlerdi. Beni de o yaşımda elimden tutar, kendi ziyâret odalarına götürürler ve eteğime bir kutu çikolatayı boşaltırlardı.

❧❧❧❧
Biz Fâtih’e, kendi evimize geçtikten sonra yine konağın karşısında oturan Ömer Efendi ve Şaziment Hanım’ın evine gider, ziyaret saatlerinde konağa karşı olan pencerenin önünde otururduk. Efendimiz, Sabiha Hanımefendi’nin odasına teşrif ederler, pencere önündeki koltuğa otururlardı. Pencereden bizi görünce biz çocukları daima konağa çağırır, gel işareti verirlerdi. Büyükler her zaman çağrılmazlardı. Biz çocuklar ekseriya huzurda oturur, “Söyle bakalım” buyurduklarında sualler sorardık. Bir seferinde Mansur şöyle sormuştur: “İslamiyet’te mâtem yoktur buyuruluyor. Muharrem’de niçin matem tutuyoruz?” Efendimiz ona hitâben “Bu, mâtem değil saygı, Ehl-i Beyt’e gösterilen hürmet ve bağlılık. Senin annen baban yahut çok sevdiğin bir kimse ölse, o ölüm gününde eğlenmek içinden gelir mi? İşte bu saygıyı o ölüm yıldönümlerinde gösterirsin.” buyurmuşlardı.

❧❧❧❧
Sultânım Efendim yazlığa nereye giderse bizler de orada yaz için ev kiralardık. Bir gün atlı bir araba içinde Lütfiye Vâlide ve Sâdiye Hanım ile birlikte kendileri giderlerken arabayı durdurdular ve yolda yürüyen bendenize “Atla arabaya!” dediler ve Sâdiye Hanım’a hitâben fakiri gösterip “işte ruhûmun doğurduğu evlât” buyurdular.

❧❧❧❧
O seneler hep huzûra gider, sorular sorar cevaplar alırdık. Gösterdikleri misalleri hârikulâde sever, beynimize iyice yerleştirirdik. Bir seferinde “Peygamberimizin rûhu her şeyden önce vardı, fakat zuhûru bütün peygamberlerden sonra oldu, sebebi neydi?” diye sorduk. Cevâben “Bir şeftali meyvesini elde etmek istiyorsun, önce tohumunu, çekirdeğini toprağa ekersin, filiz verir, sonra yeşerir, gövdesi olur, yaprakları, dalları olur, en sonra meyvesi meydana gelir. Bütün bu gövde, dallar, yapraklar her şey, bu meyve içindir” buyurdular.

❧❧❧❧
Bir sefer de “Kur’an, Peygamberler arasında fark yoktur” diyor. Fakat en mükemmel insanın son peygamber olduğunu söylüyor?” diye sorduk. “Güneşin doğduğu anı, Hz. dem farz et. Dünyaya ışınlarını ne kadar yolladığını düşün. Güneşin yavaş yavaş yükseldiğini ve ışınlarının dünyaya daha çok geldiğini düşün ve güneşin bu safhalarını diğer peygamberlere benzet. Sonra da tam öğle vakti dünyaya yolladığı ışınların nasıl dik geldiğini ve tam mânâsıyla her tarafı kuşattığını gör. İşte Hz. Muhammed. Güneş hep aynı güneş, fark yok, ama derece farkı var. Mesele bu” buyurdular.

❧❧❧❧
Eşim Doktor Faruk Bey, Efendimizin kerâmete itibar etmediklerini bilir ve akıl hârici iş görmezler diye iddia ederdi. Bir gün Ziya Beyefendi’nin arzusu üzerine Profesör Muzaffer Esat’ı konsültasyon için Faruk Bey getirdi. Faruk, kendilerinin her zamanki hekimiydi. Efendimize felç gelmişti. Bir taraf hiç hareket etmiyordu. Ve bu felç iki sene sürdü. Fakat birinci ayında iken Muzaffer Esat “Hiç hareket yok mu?” diye üst üste sorup Faruk’u iyice sıkıştırdığı esnâda Sultanım Efendim Muzaffer Bey’e “Allah için güçlük yoktur oğlum” deyip “Lâ ilâhe İllâllah Muhammeden Resûlullah” diyerek kalkmışlar, tutmayan taraflarına rağmen salonu baştan başa dolaşmışlar, tekrar eski hallerini almışlar. Muzaffer Bey hayretler içinde kalarak “Bu ne iştir, tıp buna ne der Faruk Bey?” diye sorunca Faruk “Buna tıp karışmaz, bu işe Rifâîler karışır” demiş. Bu hâdiseyi Doktor Bey bize hayretler içinde anlattı.
❧❧❧❧
Sultanım “Duygulu Gönüllere Hitap” isminde yazdığımız bir kitapçığın basılması için bizi Kâdirî Şeyhi eski Erzurum mebusu Salih Yeşil’e yolladı. Onların matbaası varmış. İhvandan Mesude Hanım ile birlikte gittik. Efendimin selâmını götürdük ve matbaada bu kitabın basılmasını Efendimin istediğini söyledik. İçeri girer girmez bu zat “Kızım, Efendi evlâdısın, hemen aklına ilk geleni söyle” dedi. Fakir de Bayezid Bistâmî’nin bir sözünü söyledim: “Sûrete itibar yok, nazar sîretedir” dedim. “Aferin kızım, aferin kızım” dedi. Meğerse bir bacağı trafik kazasında kesilmiş. Ben bilmiyordum; çünkü bacaklarının üstünü battaniye ile örtmüşlerdi. Bana “Efendine söyle: cismimle, onun cisminin ayaklarından; rûhumla rûhunun kanatlarından bûs ederim” dedi ve kitabın basılmasını temin etti. Efendimiz, fakire bu kitapçığı üç kere okuttular. Kendileri benim teşekkür etmem için bu zâta beni tekrar yolladılar ve şunu söylememi istediler: “Beş pençe-i l-i Abâ olan o elin içinden ve dışından öperim.”
❧❧❧❧
Bir gün Konak’ta, salondaki bir levhada yazılı olan yazıların mânâsını sordum. Salon ihvanla doluydu. Kendileri anlatmağa başladılar: “Hazreti Ahmed er-Rifâî hacca gittiklerinde Medine’ye varıp Peygamber Efendimize şöyle hitapta bulunuyor: ‘Her zaman rûhumla gelir seni tavâf ederdim. Bu kez nöbet vücûdumda, uzat mübârek elini de o eli öpmekle dudaklarım şerefyâb olsun.’” Bunun üzerine bütün hacıların gözü önünde Türbe-yi Saadet’ten el uzanıyor ve Hazreti Ahmed er-Rifâî o mübârek eli öpüyor ve sonra sonsuz tevâzu ile “Allah’ını seven bana bassın da geçsin” diyor. Fakir bunları duyunca öyle ağladım ki sanki gözlerimden seller aktı. Sultânım yerlerinden kalktılar, fakirin önüne geldiler, “Al bu mendili, o gözyaşlarını sil; çünkü Allah için dökülen gözyaşlarının kıymetini ancak biz biliriz” buyurdular. Gözyaşlarımı mendile silerek kendilerine iâde ettim.

(Meşkûre Sargut Hanımefendi’nin anlatımından yola çıkılarak deşifre edilmiş ve yazıya geçirilmiş olan “Efendim Hayatımda” başlıklı yazıdan seçilmiştir).

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın