Saklı Yürek
Küskün ve örselenmiş, bir köşeye çekilmiş öylece ağlıyordu yürek.
İç içe geçmiş damarlarla üstü kaplanmış bir kandı.
Büyüyordu bu hissiz et parçası, duyarsız cüsse
Ben kendime doğru çekildikçe
Pırıltısını kaybetmişti, sönüyordu içimi dolduran hayat
Bir barbarın emrinde sanki sahipsiz, adsız, bayraksız bir ülke,
Kana zerk edilmiş zehir, saklı bir dert gibi yayılıyordu gitgide…
Sağırlaşmıştı kulakları, etten güruhların sesinden başka bir ses duyamıyordu
Sahtelikler onu boğmuştu, nefes alamıyordu…
Ben örttükçe üstünü, şeffaf zardan kalkanımla
O korkudan kemikleşmiş bir imparatorluk kuruyordu.
Yüreğimin hayatı anlama çabasını hiçbir şey susturamıyordu.
Acıyla besleniyordu; mânevî bir halsizlik, hastalıktı bu…
Sonunda olduğum gibi geldim kapına.
Ama bıkmadan çalardım inan kalan son bir hâne olsa da
Ardına kadar açıldı kapılar ummadığım bir anda…
Kanatlarına aldın beni hiç sormadan nedenimi
Ben açmayı severim dedin, saklama aç yüreğini
Hayretlere saldın beni ey güzel sevgili…
Bir yer vardı sende, sanki kutsanmış bir mâbetti.
Yaralandığın zaman seni sarmalayan şefkatti.
Aile, dostluk, insanlık gibi karşılığı olmayan bir sevgi…
Bana şunu öğretti ustam, yeryüzündeki en büyük başarı, nimetmiş aşk.
En büyük lânet, mahkûmiyetmiş sevgisizlik…
Kuvvetli, ilâhî bir nefes ile
Çektin beni o sevgiye
“Allah!” diye sarsılınca tek bir kere.
Her şey teslim olur, yenilir kendi hakikatine…
On binlerce yürek atışını hissedersin o an sanki içinde.
Anladım ki ben hiçbir zaman seni aramadım, bulmadım çünkü sen zaten buradaydın…
Ben sadece derin bir uykudan uyandım.
Dinle dedin; kulağınla değil, yüreğinle dinle.
Ve böyle başladı dirilişimiz, kıyametimiz
Dinlemekti bizim tek gerçekliğimiz.
Öğrendim ki yürekleri ancak bir şifâcı iyileştirebilir, açar saklı kapılarını, katar sonsuzluğa…
Ben dinledikçe ağladım: Kibrimize, vurdumduymazlıklarımıza, biz umursamadıkça solan bu canlılığa…
Oysa özden sevdikçe hayat buluyordu tüm varoluş.
Nasıl toprağın rahmine düşen bir tohum ona sığamaz fidan olur, göğe uzanır çatırdayan dalları tutkuyla,
Baharda ağaç çıldırasıya çiçeklendiğinde, güneş kordan tokmağıyla çiçeklerinin özününü döver de bu öz havaya hoş bir koku salar ya,
İşte öyle kök saldı ruhumuza ektiğin sevgi, peygamber kokusu.
Bu, bizim kimyamızı değiştirdi.
Hiçbirimiz eskisi gibi değildik, hücrelerimizi kapladı bu sevgi, hepimiz göz kesildik.
O güzel sevgilinin huzurunda.
İçimde kıvrılmış, yaralı bir hayvan gibiydi nefsim kendi ellerimle beslediğim.
Sense bana artık bırak onu besleme, dedin
Hâtırasıydı hatırlattığın, câhillere karşı hep emin bir insan kalan Efendimin
Bizler onun mahsûlleriyiz. Âşinâ ruhlarız, o toprakların evlâtlarıyız. Bunu câhil ne bilsin.
Kirlenmesin ruhun Yezitlere karşı, hep insan kalsın yüreğin
Biliyordum ki bu yolu hiç hak etmemiştim ama sana, bir dervişe yaklaşmak, aşka yaklaşmaktır.
Derviş, mürşidinin önünde her sonradan öğrendiğini unutandır.
Derviş, dostunun hatasına kendi yapmışçasına utanandır.
Aşk vatanıdır, dinidir, lisanıdır.
Kötü, çirkin yoktur onda, çünkü özü insandır.
Olamadım der, ama bir gün olacağım ümidiyle yaşar.
Derviş bu sırrı bildiği için susar.
Dervişin içindeki tatlı bir ızdıraptır ayrılık
Derken, ustam beni aldı, sofraya oturttu,
Ben o sofradan insanları seyrettim.
Sizler bensiniz, ben sizlerim,
Çektiğim acılar, yürüdüğüm yollarsınız.
Sanki ruhuma baktığım sedefli bir aynasınız.
Annem, babam, kardeşim dostlarımsınız.
Ama ben ustam kadar güzel cevap veremiyordum hayata.
Yere kapaklanmış mahcup bir dilenciydim ustamın karşısında
Bir gün benden bir şey dilerse, eğer yapamazsam,
Anlayamazsam ustamı, yüreğim sağırlaşırsa
Bilin ki en büyük korkumdur bu.
Mağlup olduğum bir çetin bir cenktir kendime doğru.
Gerçekten öldüğün gündür unutursam ben ustamın yolunu.
Çocukken uzaktan izlerdim ben onu, rengârenk giyinirdi tıpkı katmerli bir çiçek gibi..
Kahramanların, dehâların tanınmadığı bir yerdi…
Yanında hep bir meczup vardı, bazı insanların görmezden geldiği
Ustam o meczuba sarılırdı… İşte bu bana çok şeyi anlattı..
Çünkü acının doruğundayken bana da sarıldı, o an anladım aramızdaki bu bağı…
O bana sevgiye hiçbir zaman arkamı dönmemeyi öğretti; beni insan kılan ne varsa tek tek bana geri verdi.
Etmediğim duaların, kılmadığım namazların,
Hatırını sormadığım insanların yükünü sırtlandı.
Olaylar, durumlar, makamlar hepsi birer eğreti çuldu üzerimize tutturulan
Dinledikçe açıldı yüreğimdeki kapılar..
Şifâcıydı ustam; uzattı tesirli ilâcını.
Bana dokundu, dünyam değişti, kavis çizdim kendime doğru
Secde ettim herkesten sakladığım yüreğime
Kimyacı, şifâcı, usta, derviş, eren, mürşit, fakir, âşık mânâsı olmadan hepsi sadece birer isim…
Şimdi gönül şehrimdedir ustamın emâneti vatanım, özgürlüğüm, kâbem, merkezim.
Eren Bayar