Bilgi Çağından Hikmet Çağına

Tarıma dayalı geleneksel toplumlardan sanayi toplumlarına geçerek, teknolojideki hızlı ilerlemeler paralelinde bilgi toplumuna ulaştık. Adını hâlâ koymakta zorlandığımız, kimilerine göre “kavram” kimilerine göre ise “bilgelik” (hikmet) çağı olacak yakın geleceğe doğru ilerlemekteyiz. Her çağ kendi dinamiklerinden gelen ve aynı zamanda çağın kendisini de oluşturan dinamiklerin nüvesi olan değerlerini ve değerlilerini de beraberinde ortaya çıkarmaktadır. İşgücü açısından bu dönüşüme bakıldığında ise bilgi çağının değer ve değerlilerinin neler olduğu daha net anlaşılmaktadır.

İsterseniz önce nereye doğru evrileceğini öngörebilmek için bilginin evrimine bir göz atalım: Bu süreç; veri toplama ile başlayan bilgi hiyerarşisinde piramitin en alt katından zamanla toplanan verinin işlemlenerek mâlûmâta dönüştürülmesi, mâlûmâtın bir sebep-sonuç ilişkisi ile analiz edilerek bilgi ve anlayışa dönüştürülmesi ile tamamen “sol beyin” merkezli işlevlerin üzerine “sağ beyin” den gelen eş zamanlı düşünme kabiliyeti, bağlam odaklı yaklaşımla bütünü sentezleyebilme ve sezgisel işlevlerin eklenerek ‘hikmet’e ulaşılması olarak târiflenmektedir. Sol beyin, yaratıcı zekâyı temsil eder. Bilgiyi bir bütün olarak ve resimle işler. Tasvir ve semboller kullanır; resimlere şekillere ve renklere tepki verir. Sözel ifadeler dışında müziğe, vücut diline, dokunmaya tepki verir. Sezgicidir, önsezilerini ve hislerini takip eder. Nesnelerle soyut değil, duygusal olarak ilişki kurar. Sağ beyin, mantıksal zekâyı temsil eder. Konuşma ve dil merkezidir. Analitik (adım adım) düşünür. Mantıklı ve sistematiktir. Bilgiyi ardışık ve doğrusal şekilde işler. Ayrıntıcıdır. Sayısal işlemlerde üstündür. Sebep-sonuç ilişkilerini kullanır. Hikmet,  Bilgi edinme, idrak, görgü, sağduyu ve sezgisel anlayış ile birlikte bu hususiyetleri özümseyebilme ve uygulayabilme kapasitesidir. Bilginin, sağduyu, derin görüşlülük ve muhakemeli mantık ile tatbiki anlamına gelir. Eğer bilginin dönüştüğü ve zihnimizin alabildiği son noktayı hikmet olarak târif ediyor isek, bu noktada bir es vermek ve “hikmet”i doğru bir anlayışa dönüştürmek hepimiz için önemli olacaktır.

Her yıl katlanarak büyüyen bilgi, felsefeci ve fütürolog Robert Anton Wilson’ın araştırmasına göre 2000 yılından sonra her yıl kendini iki katına katlamıştır. Yapılan bu öngörüye göre 2020 yılından sonra ise insanlık her yıl bir önceki bin yılda ürettiği bilgiden daha fazlasını üretecek birikime sahip olacak.  Bu da dünyadaki değişmeyen kuralın değişmek olduğunu bir kere daha bizlere kanıtlıyor ve hızla değişen dünyanın hareket halinde olan merkez noktasını yakalayabilmenin bilgiyi tüketen değil, üreten ve kodlayan olmaktan geçtiğini bizlere hatırlatıyor.

İşte bilgi ile insanın çarpımının tanımı olan yeni bir kavram tam da bu noktada iş dünyasına girmektedir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, şirketlerin defter değeri ile pazar değerleri arasındaki oranın her yıl katlanarak farklılaştığını bizlere göstermektedir.

Sadece şirketler için değil, ülkelerin gelecekleri için de temel değer kriteri hâline gelmeye başlayan yeni bir kavram “Entellektüel Sermaye” başka bir tabir ile “Soyut Sermaye”dir. Entellektüel Sermaye, firmayı diğer firmalardan ayıran, insan gücü, müşterilerle olan ilişkileri, örgütsel yapısı, şirket kültürü gibi soyut varlıkların tümüdür.

 

Yapılan araştırmalar entellektüel sermayenin üç temel boyutuna ve bunların alt göstergelerini oluşturan birçok bileşene işaret etse de günümüzde entellektüel sermaye iki temel eksende ele alınmaktadır: İnsan ve insan yönetimi, bilgi ve bilgi yönetimi.

Orta vadeli hedefleri arasında dünya sıralamasında yerini ilk yedi olarak hedefleyen ülkemizde ekonomiden siyasete, bilim ve teknolojiden kültür ve sosyal refah alanlarına kadar sürdürülebilir gelişmeleri sağlama ve 10 yıldan daha kısa bir sürede ihracat gelirlerini 500 milyar dolara taşıma hedefi, ekonomimiz için katma değeri yüksek, inovatif teknolojik ürünleri üretmenin öneminin altını bir kere daha çizerken acaba bu başarılara imza atmaları beklenen firmalarımız insan ve bilgi yönetimi hususunda istenen seviyeye ulaşabilmiş midir?

Bilgiyi üretmek amacıyla oluşturulan üniversitelerin önemi bu noktada bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz, 180’i aşkın üniversitede yaklaşık 100 bini geçen akademisyenimiz ve bu kurumlarda eğitim gören 5.5 milyon insanımız ile bulunduğu coğrafyada bilgiyi üreten ve ürettiği bilgiye kendi erdemini ekleyerek uzmanlık alanında hikmete ulaşabilecek potansiyele sahiptir.

Peki bu potansiyel ne şekilde kinetiğe dönüştürülebilir? Satın alıcısı, uygulayıcısı olmayan bir bilgi, algılayış ya da fikrin toplumlara bir katkısı olabilir mi? Başka bir deyişle, şirketlerimiz bu yeni dünyanın yeni oyun düzenine ne kadar hazır durumdadır?

Şirketlere insan ve bilgi ekseninde yakından baktığımızda doğru yetenek ile doğru işin eşleştirilmesinde başlayan zincirleme problemler, çalışanlardan istenenleri net târif edememe ve motivasyon konusunda da devam etmekte ve bireylerin gelişimlerinin istenilen seviyede sağlanamaması ile maalesef sonlanmaktadır.  Bilgi yönetimi noktasında ise gelişmiş toplumlarda bile kodlanmış bilginin toplam bilgi içindeki payı 30% civarındadır. Bilginin kodlanmamış olması, sürekliliği ve hareketini engellemekte, “kollektif bilgiye” (Yazılı hale getirilerek şirket toplam entellektüel sermayesine katılmış, sürdürülebilirliği ve hareketliliği olan bilgi) bir katkısı olamadığı için şirketlerin entellektüel sermayesi değil çalışanların tekil hafızası olarak kalmakta ve beklenmedik bir “t” anında kapıdan çıkıp gidebilmektedir. Bu noktada, sürdürülebilir rekabet avantajı için organizasyonel kapasiteyi arttırarak, şirketlerin ve indirekt olarak da toplumların entelektüel sermayesini yükseltmesini beklediğimiz yöneticilerimize herkesten çok daha fazla görev düşmektedir.

Her ne kadar bir sol beyin düşünce şekli ile doğrusal olan zamanda, bilgi çağından hikmet çağına geçileceği söylense de bizler, tasavvufî bakış açısıyla hikmetin eş zamanlı ân-ı vahid toplamında hep var olduğuna ve insan-ı kâmiller vâsıtası ile toplumlara bildirildiğine inanıyor, bugün bahsedilen geçişin bireysel değil toplumsal bir geçiş olabileceğini düşünüyoruz.

 

Pınar Ersoy

The following two tabs change content below.

Simitçi

Sıcak bir yaz günü güzel bir Ege kasabasında sabırsızlığının ilk işareti olarak erken dünyaya gelmiş bir bebekmişim. Hatırladığım bütün çocukluk hatıralarım ailemle beraber mutluluk ve neş’e içinde geçirdiğim gıpta edilesi güzel yıllar. Derken ilk aşkının ani ölümü ile gerçek sevgiliyle küs geçen gençlik yılları, çocukluk yıllarını takip eden hatıramın temel taşları. İnancını kaybetmiş, imanını ise kaybedip kaybetmemeyi artık hiç de umursamayan yıllar. Ben ilk ne zaman O'nu duydum, ya da O ilk benimle ne zaman konuştu hiç hatırlamıyorum. Ben ne kadar uyudum, O beni nasıl uyandırdı bunlara hafızamın içinde cevap bulmam zor. Küstüğüm sevgiliyle aramızı nasıl yaptı, vallahi ben de bilmiyorum. Ben kim miyim? Simitçi. Simit satarım, tekkenin önünde gelenlere, gidenlere, sabit kadem olanlara olmayanlara, içeri girenlere kapısından dönenlere simit satarım…

Son Yazıları: Simitçi (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın