KEMÂLÎ’NİN KEMÂLE SEYRİ

20. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden biri olan Osman Kemâlî (ö. 1954) Aşk Sızıntıları adlı divânı ile bugün de kalplere tesir eden âriflerdendir. Gerek hayatı gerekte şiirleri ile etkileyici bir şahsiyettir. Osman Kemâlî 1862’de Erzurum’da doğmuş, bir buçuk yaşında iken çiçek hastalığından gözlerini kaybetmiştir. Bu kaybediş ona engel olmamış, içindeki aşk ile hâfız olmuş, Fuzûlî ve Hâfız-ı Şirâzî’nin divanlarını ve Mevlânâ’nın Mesnevî’sini hıfz etmiş, bir yandan da medrese eğitimini tamamlamıştır. Fakat bu öğrenme aşkı ona yetmemiş, ne aradığını bilmeden hep aramış durmuş ve bu arayışı O’nu sevgilisine kavuşturmuştur.

Kemâlî Allah’a varmak için aşk yolunu seçmiş âriflerdendir. Divânı incelendiğinde bu aşkın küçük yaşından beri onun içinde olduğu görülür. İçindeki bu aşk zaman içinde tomurcuklanmış, serpilmiş ve meyvelerini vermiştir. Yani hayatının çeşitli aşamalarında bu aşk olgunlaşmış ve böylece birlik denizine erişmiştir. Bu denize ulaşmasını sağlayan iki önemli rehberi vardır. Kemâlî Efendi on sekiz yaşlarında iken, yani medrese eğitimini tamamlamış fakat içindeki susuzluk dinmemiş iken, Kolağası Ali Rıza Efendi adlı bir ârif ile karşılaşmış ve onun sohbetlerine devam etmiştir. Bu ârif zat ile, aşkı Allah aşkına dönüşmüştür. Bu aşk derdi ile sarhoş olmuş ve bu sarhoşluk ile yirmi sekiz yaşında iken uzun süren bir yolculuğa çıkmıştır. Kemâlî Efendi tıpkı bir hikâye kahramanı gibi bir elinde asâ, bir elinde keşkül ile tek başına ve yaya olarak Erzurum’dan sonra, Diyarbakır, Musul, Bağdat, Necef ve Kerbelâ’ya gitmiştir. Bu seyahatleri zor ve meşakkatli geçmiştir. Düşünün ki, a’mâ bir adam elinde asâ ile çöllerde tek başına yol almış, içindeki kor ateş ile köy köy, kasaba kasaba gezmiş. Kimi zaman bir arkadaşı ona eşlik etmiş, kimi zamanda tek başına yol almış. Kendi hayatını anlattığı şiirinde bu seyahatlerin nice belâlara yol açtığını anlatır. Ancak onun hâli, gül kokusu ile sarhoş olmuş, dikenli yollardan geçerken ayaklarının acısını hissetmeyen âşıkların hâli gibidir.

Bu seyahatlerden sonra 1901 yılında İstanbul’a gelmiş ve çeşitli işler yapmıştır. Yaklaşık 1905 yılında deryaya ulaşmak isteyen çoşkun Kemâlî, nihayet kendisini vahdet deryasına ulaştıracak ârif ile karşılaşmıştır. Bir vesile ile Kemalî’nin on dokuz yıl önce gördüğü bir rüyâ aynen tezâhür etmiş ve Eyüp Nişancı’sındaki dergâhın postnişîni, devrin Melâmî kutbu Abdülkadir Belhî Hazretleri’ne (ö.1923) intisab etmiştir. Bu ikinci rehber, onun kemâle ermesini sağlamıştır. Hz. Belhî’nin vefâtına kadar kendisine on sekiz yıl hizmet etmiştir. Bu sıralarda Meclis-i Meşâyih tarafından Fatih’te bir tekkeye şeyh olması için bir teklif yapılsa da Kemâlî Efendi mürşidine hizmeti tekke şeyhliğine tercih etmiştir. Mürşidine olan aşkı ve hizmeti sonucunda Kemalî canânına kavuşmuştur. Öyle ki kendi mezar taşına yazılı olan dizelerinde hayatını şöyle özetler:

Cismim rûha döndü elhamdülillâh
Her şey fenâ bulur bâkîdir Allah
Hak’dır Muhammed’dir hem Resûlullah
Ben Âl-i abânın kıtmiri idim

The following two tabs change content below.

Banu Büyükcıngıl

Kendimi tanımak sevdasıyla yola çıktım. Sonra bu yolculukta parça parça olduğumu hissettim. Aramak, önce kendimi parçalara ayırmak mı demekti bilmiyordum. Sanki karanlıkta bir balçık çamurunun içinde yol almaya çalışıyor ve üşüyordum. Bir zaman sonra karşımda bir ışık gördüm, gayrı ihtiyari ışığa doğru yürüdüm. Işığın içinden geçerek cennet tasvirlerine benzeyen bir bahçenin içine aktığımı hissettim. Bu bahçenin içinden de cennette olduğu gibi dört nehir akıyordu; bal nehri, şarap nehri, süt nehri ve su nehri. Bu cennet bahçesi İnsan-ı Kamil'di. Onu farkettiğim günden beri, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi Her Nefes Dergisi'nde paylaşmaya çalışıyorum.

Son Yazıları: Banu Büyükcıngıl (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın