Gönülden Gönüle

Birkaç sene önce bir aile büyüğüm hayat felsefemi ve öğretilerini benimsediğim kimseleri eleştirmek üzere bana sormuştu: “İnsan, tanımadığı ve ölü birinin sözüne nasıl güvenir?”

Benim cevabım ise sorular içeriyordu: “Birini tanımak için o kimseyi fiziken bilmek gerekli midir? Fiziken yüzyüze karşılaşmış olduğun birini ‘tanımış’ olur musun? Ölü olmak ne demek? ‘Ölü’ diye tanımladığımız kimselerin öğretileri ‘ölüm’den sonra ehemmiyetini yitirmiş mi olmakta? Peki bu âlemde kim kimin sözünü niye dinlemeli? İnsan insana hangi şartlarda güvenmeli?” Doğrusu, o gece büyüğümü bezdirmiş olucağım – ki, o, “hepiniz delisiniz” demek ile yetindi. Ben bu söze çok sevindim. Zira anneannemin çok güzel bir sözü vardır: “Rabbim bana ‘ya deli olarak gel, ya veli olarak’ der. Eee, veli olamayacağımıza göre, varsın deli olup gidelim.”

Şaka bir yana dostlar, ben, beş yaşındayken Kandilli’de anneannem ile çay içmeye gittiğim bir teyzenin evinde ‘Cemâl’ adında bir oğlan çocuğunun fotoğrafına bakıp kalbimde ağrı hissetmemi ve ömrüm boyunca kim olduğunu bilmeden ‘Cemâl’ isminde birini aramış olmamı tesâdüf olarak yorumlamıyorum. Aynı şekilde ilkokul ikinci sınıfta şiddet görmemek için kaçtığım büyükanne evinden kapısına sığınıp uyuyakaldığım evin Kenan Rifâî Hazretleri’nin evinin kapısı olmasının da tesâdüf olduğuna inanmıyorum. Ben inanıyorum ki, tıpkı Rabbimizin bize tenezzül ettiği gibi, büyüklerimiz de bizi korumalarına alıyorlar. Öyle olmasa bizim bu lûtuf kapılarında işimiz nedir diye düşünüyorum.

Peki, kişi bu dünyadan göçse ne olur? Bu dünya, o dünya diye bir ayrım var mı ki? Bir çemberin içinde mütemâdiyen semâ etmekteyiz. Koca bir okyanusta minicik bir zerre gibiyiz. Her birimizin varoluş sebebi farklı, mânâsı farklı… Kimimiz maddî dünyada iken üretiyor, paylaşıyor, paylaşımları ile şevk veriyor, kimimiz sonrasında… Kimimiz vermek için geliyor, kimimiz almak için. Klasik müzik severler bilir, meselâ Bach’ın kompozisyonlarının çoğu Bach öldükten sonra piyasada yer etmiş ve binlerce müzisyene şevk vermiştir. Aynı şekilde ünlü ressam Van Gogh’un yaşamı boyunca tek bir tablosu satılmıştır. Kafka’nın yazıları ölümünden sonra ün bulmuştur – ki bugün kitapları bütün felsefe okullarında okutuluyor.

Gelelim Kenan Rifâî, Sâmiha Ayverdi, Meşkûre Anne gibi Allah velilerine… Hâl böyleyken, onlar bu dünyadan çekilseler ne olur? Mânâları hep bizimle değil midir? Bizi, biz daha kendi kendimizi fark etmeden korumasına alan yüce insân-ı kâmiller, boyut değiştirince âşıklarını korumalarından çıkarmış mı olurlar? Ben şahsen tam tersine bizi hep bir yerlerden gözettiklerini düşünüyorum. Bu sebepten hâl ve tavırlarımı buna göre şekillendirmeye gayret ediyorum. Geceleri de ‘Sohbetler’ kitabından bir iki parça okuyup sohbet dinlemiş olduğumu varsayarak huzur içinde günü kapatmaya çalışıyorum.

Diyeceğim odur ki, bence ‘bilmek’ için de, ‘sevmek’ için de maddiyat gerekmez, “gönülden gönüle bir köprü vardır, gözle görülmez” denildiği gibi. Allah bizi o Hak büyüklerinin mânâlarından ayırmasın inşaallah.

 

The following two tabs change content below.

Sesil Pir

İstanbul Türkiye doğumlu. İnsan Kaynakları ve Endüstriyel Psikoloji uzmanı. İnsan Kaynakları bölüm yöneticiliği ve kendi kurduğu danışmanlık şirketinin ortaklığını yaparken aktif olarak organizasyonların, bireyler, takımlar ve liderler üzerinden gelişimine çalışmakta. Aşk'a aşık, lütuf bildiği her nefesin borcunu ödeme derdinde. Yirmi senedir uzak yaşadığı ülkesine dair en çok ezan sesini ve pastane kokusunu özlemekte. Ara ara, deniz kenarında bir yerlerde, en sevdiği hayvanlar olan fillere yakın, bol bol bezelye yiyerek yaşamayı hayal etmekte. İsviçre'nin Basel şehrinde ikamet etmekte. Evli, henüz çocuk sahibi değil.

Son Yazıları: Sesil Pir (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın