Ânın Çocukları Olmak
Zaman… Ne kıymetli bir algı değil mi? Bir bakıyoruz yaz mevsimi zuhur etmiş, bir bakıyoruz bahar… Bu ne güzel bir döngüdür, Ya Rabbi!
Yaz aylarının bitimi ile sonbahar mevsimine giriş yaptık çok şükür. Benim en sevdiğim mevsim sonbahar. Sonbahar ile birlikte yaprak dökümüne, gönül evlerine dönüşe, çorbadaki tuza, çanağa batan kaşıktaki birliğe giriş yaptık. Bana göre aşkın en güzel zuhur ettiği mevsim sonbahar… Allah hissedebilmeyi nasip etsin.
Bu sene, sonbahar mevsimine milletçe buruk giriyoruz sanki. Ülke hanemizde sıkıntılar var. Sonbahara uygun bir yaz sonu hüznü var şehirlerde. İnsanlarımızın yüzleri de kalpleri gibi mahzun âdetâ. Bitmiş yaza dönülemeyeceği gibi, geçmişe dönülemeyeceğini de hissediyor gibiyiz. İleride olabilecekleri belki biraz merak ediyoruz, belki biraz merak etmekten kaçınıyoruz. Diyorum ya, sonbahara uygun bir evcil halimiz var. Allah kimseyi bu vakitte evsiz, barksız, dostsuz bırakmasın.
Belki böyle bir dönemde konuşulacak en güzel konu zaman. Nedir zaman? Gerçekten var mıdır? Yaşanmış olaylar, içinden geçerkenki gibi midir gerçekten, yoksa algılarımıza mâruz kalır, kısıtlı anlayışımızda kalıplaşırlar mı? Hep deriz ya “…ama o zaman…”, o zaman tam olarak ne zamandır acaba?
Mevlânâ der ki “Sûfî ‘İbnu’l-vakit’tir. Fakat vakitten de kurtulmuştur, hâlinden de…”. Ben de tam bu noktaya değinmek istiyorum zamana ilişkin olarak. İnanıyorum ki tam bu nokta, içine, gönlüne ferahlık doğabilmesi için bir topluluğun, çok elzem, çok gereklidir. Nasıl mı?
Organizasyon psikolojisine göre, bir toplumun değişim süreci en önce ve mutlak sûrette o topluluğun bireylerinin kişisel değişiminden geçer. Bir tek kişi, milyonlarca insanın arasından bir tek kişi bile, geçmişi, geleceği, ölmüşü, bitmişi bir kenara bırakıp ‘ân’ı, yani içinde nefes aldığı noktayı, pozitif bir düşünce ile besler ise, o topluluk –dikkat edelim, sadece o kişi değil– bu tek kişilik adımı görülmez bir enerji olarak hisseder. Şöyle örnek vermeye çalışalım: Ne zaman birimiz başımızı kaldırıp gökyüzüne baksak ve içimizden ‘çok şükür Allah’ım’ diye geçirsek, etrafımıza gözümüzle göremediğimiz bir pozitif enerji yaymış oluyoruz. Ve devam eder organizasyon psikolojisi şöyle diyerek: “Ne vakit bireyler tek tek bulundukları noktadan bir adım ileri gidebilmek ister, ancak o zaman düşünceleri davranışlarına yansımaya başlar; bu hâl süreklilik arz edebilirse, topluluktaki diğer kimseler için örnek teşkil etmeye başlar. Sonuçta belirli bir süreç içerisinde sadece niyet etmiş kişiler değil, içinde bulundukları topluluklar da ileri gider, yol alır.” Ne kadar güzel, ne kadar motive edici, değil mi?
Tabiî ki bu süreci destekleyebilmek, zamanın kıymetini kişisel bazda benimsemekten geçmektedir. Aynı şekilde, yol alabilmek için, kişinin, kişisel bazda inanmışlıklarından, anılarından, yaşanmışlıklarından ve gelecek korkularından arınması da gerekmektedir. Zaten bizlerin de dervişlik yolunda yapmak istediğimiz de bu değil midir? Bizler biliyoruz ki zaman mefhumunun en önemli gereği benlikten sıyrılıp gerçek âna sığınmaktır ve o ânın içinde, eğer lûtfedilirse derin bir nefes alıp her şeye sıfırdan başlayabilmektir.
Öyleyse böyle yanık odun sobası gibi güz kokan bir sonbaharda bizlere ne güzel bir görev düşer: Ânın çocukları olabilmek…
Duyularımızdan aklımıza yönelen vesveselere, ‘bir nebze kenara çekilin’ diyebilmek ve şu zamanda ihtiyaç görülen o saf, o berrak, o naif duygulara, düşüncelere vâsıl olabilmek. Ne güzel bir olanaktır o. Bizler bu güzel sonbaharda o pozitif birlik ve beraberlik dolu duyguları temsil etmez isek, bir gün belki o perde kalktığında hakikaten pişman oluruz. Tıpkı Ömer Hayyam’ın dediği:
Zamanın sırlarını ne sen bilirsin ne ben
Bu muammayı ne sen çözebilirsin ne ben.
Perdenin önünde benimle senin dedikodularımız var ancak
Perde kalkınca ne sen kalırsın ne ben…
Sesil Pir
Son Yazıları: Sesil Pir (Profiline git)
- Değişen Ben, Değişen Kıta! - 25 Ağustos 2017
- İsviçre’de Ramazan - 30 Haziran 2017
- Her Nefeste Şükür - 6 Mayıs 2017
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!