Muhammed Ali ve Yenilmedeki Zafer

Muhammed Ali, kimi otoritelere göre gelmiş geçmiş en büyük boksör. Ringlerde şüphesiz büyük başarılara imza atmış bir sporcu. Fakat boksörlüğünden ziyade ring dışında yaptıklarıyla sporla ilgilenen ya da ilgilenmeyen herkesin hâfızasında yer etmiş bir şahsiyet.

1967’de Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddetti. “Vietnamlılarla ancak eğer ülkeme saldırırlarsa savaşırım” dedi ve bokstan men edilme tehdidine rağmen bu kararından vazgeçmedi. Böylece büyüklüğünün ringlerle sınırlı olmadığını gösterdi.  En verimli çağında profesyonel bokstan tam dört yıl ayrı kalmaya razı oldu.

Dört yıl aradan sonra boksa döndü ve disiplinli bir çalışmayla dünya şampiyonu sıfatını tekrar kazandı. Bunu daha önce kimsenin yapmadığı bir şekilde, münzevî bir kamp evinde çalışarak başardı. Sabah açık havada koşuyor, kampta sadece annesinin yaptığı yemekleri yiyor ve etrafında yalnız aile yakınlarını ve antrenörünü tutuyordu. Bu inzivaya halkla kaynaşabilmek için belli günlerde ara veriyor ve ziyaretçilerin antrenmanlarını seyretmesine müsaade ediyordu.

İşte böyle bir günde kampa yaz günü kafasına bere takmış, on iki yaşlarında bir çocuk geldi babasıyla. Muhammed Ali ona bu sıcakta neden bere taktığını sorunca sebebin çocuğu artık iyiden iyiye zayıflatmış olan lösemi olduğunu öğrendi. O zaman çocuğa şöyle söyledi: “Hey çocuk, ben Foreman’ı yeneceğim, sen de lösemiyi. Tamam mı?” Gururu okşanan çocuk teklifi kabul edip Muhammed Ali’ye sarıldı.

Aradan iki hafta geçmişti ki kampın telefonu çaldı. Arayan çocuğun babasıydı. Antrenöre çocuğun hastanede olduğunu ve artık kurtuluşunun mümkün olmadığını anlattı. Antrenörü, Ali’yi üzmemek için haberi sabaha sakladı. Sabah 5’te mûtad koşularını yapmak üzere yola çıktıklarında olanları anlattı. Ali koşu biter bitmez duşunu alıp arabaya atlayacağını ve saatlerce uzaktaki şehirdeki hastanede çocuğu ziyarete gideceklerini söyledi. Öyle de yaptılar.

Hikâyenin bu ilk bölümü bana sonbahardaki hüznü hatırlattı. Hani o yemyeşil otlar ve yapraklar kurur, sararır, toprağa karışır, cıvıl cıvıl öten kuşlar ve hareket içindeki hayvanlar yavaşlar ve ortadan el ayak çekilir ya, çocuk da bir yaprak gibi göz göre göre kuruyor, bu dünyadan elini ayağını çekiyordu. Muhammed Ali üzüntüyle bunu görmeye gitti.

Hastaneye vardıklarında çocuk “Geleceğini biliyordum” dedi. Sevinmişti. Muhammed Ali tekrarladı: “Hey çocuk, ben Foreman’ı yeneceğim, sen de lösemiyi!” Bu sefer çocuk “Hayır” dedi. Rolleri değişmişti. “Ben” dedi, “Allah’ıma kavuşmaya gidiyorum. Sense Foreman’ı yeneceksin. Ama seni olabilecek en güzel yerden seyrediyor olacağım.” Sonraları Muhammed Ali bunun hayatta duyduğu en büyük iltifatlardan biri olduğunu söyleyecektir.

Sonbahardaki sır, Hakk’a dönüşü bize hatırlatmasıdır. İlk bakışta bir son gibi gözükmesi sebebiyle insanda hüzün uyandırır. Fakat bu hikâyedeki çocuk gibi hüznün arkasındaki hakîkati görebilen bir mürşid, işin aslını görmemize yardımcı olur. Her yenilenme için bir son gerektir. Sonbahar o yenilenmenin habercisidir.

Yeşil bir yaprağın kuruması, ya da gencecik bir evlâdın lösemiyle zayıf düşmesi bir mağlubiyet değil, dünya şampiyonunun gözünde yaşlarla önünde eğileceği bir galibiyettir.

 

The following two tabs change content below.

Hüseyin Gökhan

1976'da İstanbul'da doğmuşum. Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra doktora öğrenimimi görmek üzere Amerika'ya gittim. Tasavvufla ilk tanışmam, New York'ta yaşayan hocam Ferihe Cerrahi Hanımefendi sayesinde oldu. Türkiye'ye döndükten sonra kendileri beni Cemalnur Sargut Hanımefendi'ye teslim ettiler. Bu değerli hanımefendilerin öğrencisi olabilmeyi hayatımdaki en büyük kazanç olarak görüyorum. İslam'ı doğru anlamanın yolunun Hz. Muhammed'i tanımaya çalışmak olduğunu, bunun için de bir mürşidin sohbetinde olmanın gerektiğini düşünüyorum. Talebe olmaktan aldığım zevki Her Nefes dergisinde yazdığım yazılarımla paylaşmaya gayret ediyorum.

Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın