Sohbetler (Eylül 2015)

– “Dün dedim ki: Haydi çocuklar bir sandala binelim de Göksu’ya gidelim!” Herkes hayretle, aman Efendim, celâli cemalle bir bilenler için güzel ama, bizim tahammülümüz zayıf… bu soğukta nasıl olur, dediler.
Öyle demeyiniz, dedim. Kış, yâni celâl dediğimiz bu mevsim, bir sınıf halk için yâni servet ve kudret sahibi zümre için bir nevi eğlence ve zevk zamanıdır. Zîra evlerinden, kürklerinden otomobillerine kadar her şeyleri hazır ve her tarafları sıcaktır. Onlar bu mevsimde de zevk ve eğlencelerine devam ederler.
Halbuki zenginlere zevk ve sefa olan kış, fakirler için sefalet, yokluk ve ölüm mevsimidir. Neden? Çünkü bunların o celâle karşı korunacak iktidarları yoktur. Yâni mücehhez değillerdir.
İşte servet-i aşkı olan kimseler için de celâl, aynen böyledir. Celâl onlara bir nevi zevk-i diğer olur. Aşktan yoksul fakir halliler için ise ölüm ve helak olur, dehşet ve ıztırap olur.
Halbuki aşk ganîsine celâlden korku yoktur. Nasıl ki Bâyezîd-i Bistâmî: “Allah’ım benimle olunca, cehennemde de olsam, cennet zevkini duyarım! buyurur.”
Bu konuşmadan bir gün sonra bizi çağırıp yaz ve kış yapraklarını muhafaza eden bir defne ağacını göstererek:
– “İşte kahır ve lûtfun ikisine de aynı zamanda mazhar olan bir numûne… Yâni kışta da yazda da aynı tarâveti muhâfaza eden bir gü¬zellik!” dedi.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2000, s. 5)

********************

– “Bu kış mevsiminin gelmesi, nasıl ağaçların yapraklarına, dalına budağına tesir ediyorsa, ölümün pîşdârı, öncüsü olan hastalıklar da bu vücut ağacının yapraklarına öylece tesir eder. Bundan kurtulmuş olanlar, ancak kalplerinde yârin cemâlinin baharına mâlik olanlardırki onlar için her dem tazelik ve bahar vardır.”

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2000, s. 263)

********************

“Sen… diyoruz. Fakat hangi sen? Sen yoksun ki… var olan yalnız Hakk’ın irâdesidir ve onun vücûdudur. Meselâ bahçedeki güllerin, menekşelerin, nergislerin gururlanıp güzelliklerimiz bizdendir! demeleri ne kadar gülünçtür. Hele bir sonbahar gelsin de o güzellikleri görürüz. Hâsılı kelâm, müritlik derecesi, elbet muhiplikten üsttür. Çünkü müritlikte, nefsin arzularını bezletme, bol bol harcama şerefi vardır.”

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2000, s. 210)

*****************

Vefakâr olmaktan konuşulurken, söz, Erenköyü’nde yaz mevsimi¬ni içinde geçirdiğimiz Doktor Suphi Neş’et Bey’in köşkünün bahçesindeki ceviz ağacına intikâl etti. Hocamız bize dâima:

– “Vefâ, Allah’ta ve Allâh’ın sevgililerindedir”

Demiş ve her söylediğini işlemesine alışmış olduğumuz için bu hükmünü de hareketleri ile doğrulamak ve isbat eylemekten geri kalmadığını göstermiştir. İşte, havalar sertleşmiş ve yazlıktan Konağa nakledeli bir hayli zaman geçmiş olduğu halde, bir gün Erenköyü’ne gidip ceviz ağacını ziyâret etmek arzusunu gösteren Hocamız:
-“O bana yazın süt annelik etti. Meyvesinden yedim. Şimdi gidip ağacı okşamak isterim” diyerek İstanbul’dan Kadıköyü yakasına geçip ağacı ziyâret eylemiştir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2000, s. 451)

The following two tabs change content below.

Ken'an Rifâî

Son Yazıları: Ken'an Rifâî (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın