En Büyük Mürşid
Rahman. Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı öğretti. (Rahman, 1-4)
***
Mürşid: 1. Rehber, kılavuz, önder: Büyük mürşidimizin emrini minnet dolu gözlerle kabul ettim (Yusuf Z. Ortaç). 2. Hak ve hakîkate erişme yolunda müritlerine örnek olan, onları irşat eden, rehberlik eden kimse, şeyh: Mürşitle müritleri “ism-i celâl” zikrine başladılar (Rûşen E. Ünaydın). Fakat bir türlü rûhundaki susuzluğu gideremediği için yüzünü tasavvufa çevirmiş, kendisine mürşit arayan genç bir âlimdi (Ahmet H. Tanpınar). -(Kubbealtı Lûgatı)-
***
Sorularla başlayalım. Olur mu?
Hayatta en hakiki mürşid gerçekten ilim midir? Kimilerinin dilinden düşmez ya… Siyâsîleşmişdir de belki de ondandır böyle âyet gibi sarılışı kitlelerin… İlmi ilim yapan nedir? İlim mi yol gösterir insana, yoksa ilmi yaşayan, uygulayan mı? İlmi mi bulmuştur insanoğlu yoksa o zaten vardır da Rabb’in ilhamıyla “âciz” dâhiler keşif mi eylemişlerdir? Peki ilim ilim için mi vardır, bizim için mi?
Daha önce sana söylemiştim. Bu sorulara cevap verecek gücüm ve kudretim yok; daha önce de demiştim sana. Ben sadece dinler ve tefekkür ederim. Bunu yaptıran Rab, günü gelir bu sırları da âşikâr eder elbet. O’nun bileceği iş. Ben bilmem. Bilmem de bütün bu laflar da uzadı. Sanki şöyle mi kesseydik: “Hayattaki en büyük hakikat mürşiddir” desek daha mı iyi olurdu? Bak bu daha güzel oldu. Diğerine hiç içim ısınamamıştı.
***
Sahaflar şeyhi diye de bilinen Cerrâhî şeyhi Muzaffer Efendi (k.s.)’nun bir gün dükkânına kitap almaya girer bir zat, “Allah’ın Gazapları adlı kitap var mı?” diye sorar. Kendileri tüm haşmetiyle irkilir ve “Yok oğlum, bizde Allah’ın rahmeti var” diye buyururlar. Öyle ya Rahman’dır Allah; niye gazabı önceleyelim ki? Rahmeti vardır O’nun, gazabını örten… sî nefs hep alttan alta “Rabbin seni unuttu” diye söylenip durur ya… O der ki “Ben size şahdamarınızdan daha yakınım.” sî nefs “seni bu dünyaya attı, bıraktı” der ya… O da der ki “Seni yarattım, lâkin ondan önce Kur’an’ı öğrettim.” (Rahman Sûresi’nin ilk 4 âyeti)
Dehşete bakar mısın? Seni yaratmadan Kur’an’ı öğrettim sana, diyor. “Git, hatırla ne öğrettiğimi” der gibi sanki burada. Rahmete bak… Ama saidine de, şakîsine de, hepsine öğretiyor. Kimin ne yapacağını bile bile… “Mutlu”lar hatırlıyor, anasına-babasına verdiği bir sözü hatırlar gibi. “Bedbaht”lar ise her zaman şaşkın, hatırlayamadığı için bocalayıp bir ‘idea’dan diğerine savruluyor. Ruhunun derinliklerinde hep bir şeyler eksik çünkü, asıl yapması gereken şeyi yapamıyor. Hatırlayamıyor!!! Hatırlasa dirilecek, oysa uykusuna devam ediyor. Unutanlardan olursak bize yazıklar olsun, Allah’ım sen bizi muhafaza eyle. min.
***
Lâ ilâhe illallah demek aslında “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” sorusuna “Evet” demek değil midir?
Rab, eğer öğretense ve biz ona evet demişsek sonra da bizi bu “oyun âlemine” yollamışsa belki de bu oyunu kazanmanın tek yolu: “Evet, yapan yaptıran sensin. Bunu bana öğreten de sensin. Senin imtihanların, senin rahmetin olmasa ben kendimi nasıl bulurdum? Tövbe! Seni nasıl bulurdum? Kendimi buldum, seni buldum. Ben gittim, Sen kaldın. Ben yoktum Sen vardın. E sen hep vardın, ben neydim?”
***
Yazının başında Rahman Sûresi’nden 4 âyet paylaştık, ona bir de Kubbealtı Lûgatı’ndan mürşid ne demek, onu ekledik. Şimdi bu fasıllarla alâkayı kur bakalım kurabilirsen. Lûgatta bir açıklama daha vardı mürşid ile ilgili. Onu unuttum sanma. Sona sakladım. Ayrı dursun, beynine çakılsın diye. Ne diyorsun? Al, bak:
“Mürşid: Mürşid-i âzam: En büyük mürşit, Hz. Muhammed (s.a.v)”
Hayattaki en büyük hakikat mürşiddir. En hakiki, en büyük mürşid ise Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Vesselâm.