O’na Dâir Kelimeler…
Yurt içinden ve yurt dışından pek çok katılımcı, Rahmet Kapısı Uluslararası Kenan Rifâî Sempozyumu’na tebliğleri ile katıldı. Bu katılımcılarla sempozyum esnasında gerçekleştirilen özel röportajlardan Kenan Rifâî Hazretleri’ne ve sempozyuma dâir çarpıcı alıntıları sizlerle paylaşıyoruz.
Prof. Dr. Carl Ernst
Karizma kelimesini ele alalım. Bu kelimeyi İngilizce’de bir yeteneği olan kimse için kullanırız. Bu yeteneğin etkileri hakkında konuşmak, yeteneğin kendisini tanımlamaktan çok daha kolaydır. Başka bir deyişle, etkiyi görebilirsiniz, insanların nasıl dönüştüğünü görebilirsiniz fakat bu yeteneğin doğasına, özüne parmak basmak çok zordur. Bazı politikacılar ve özellikle peygamberler ve her türden dinî liderler bunu hâizdir. Etkileri muhâkeme edersek Kenan Rifâî bu karizmaya sahiptir. Bu çok ilginçtir çünkü resimlerinde hep sükût içinde olduğunu görürüz. Fakat bu hâlin bir nevî yoğunluğu vardır.
Prof. Dr. Mustafa Kara
İnsanların gönül açlığı, kanun ile yok edilemez. Kanunları çıkarabilirsiniz fakat insanların gönüllerindeki açlığı ve susuzluğu gideremezsiniz. Dolayısıyle insanların, gönüllerine bu ilâhî aşk gıdâsını sunan rehber insanlara ihtiyaçları vardır. İşte 1925’den sonra, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Kenan Rifâî Hazretleri bu ihtiyacı karşılamıştır. Yani sâkîlik yapmıştır. “Sâkî”, tasavvuf edebiyatında insanlara ilâhî aşkı taşıyan ve ilâhî aşkı insanlara aktaran insanlar için kullanılır. Dolayısıyla bu çeyrek asırlık süre içerisinde Kenan Rifâî Hazretleri etrafındaki insanlara, genç-yaşlı, kadın-erkek, çoluk çocuk herkese, 1925’den önce anlattıklarını anlatmıştır. Tasavvufî ahlâk adına 1925’den önce söyledikleri ile sonrasında söyledikleri arasında hiçbir fark yoktur. Bunu kitaplarından öğreniyoruz. Dolayısıyla Kenan Rifâî Hazretleri, cumhuriyet dönemindeki insanımıza ulaşan bir gönül adamıdır, bir gönül rehberidir. Toplumumuz ona ve onun gibi bu hizmete gönül veren bu insanlara çok şey borçludur.
Prof. Dr. Bruce Lawrence
Görebilen için, kötü bir an diye bir şey yoktur çünkü her ânın içinde ilâhî ya da mânevî bir anlam vardır. Kenan Rifâî, bir optimist (iyimser) ya da pesimist (kötümser) değildir. O ümitvar bir tasavvufî dünya görüşü içinde duran bir realisttir. Ayrıca kadınları da erkekler gibi tasavvuf yolunun merkezinde görür. (…)Kenan Rifâî neyi temsil eder? Kadınları ön plana çıkartması çok önemlidir. Bunu yaparak “Ben sadece yeni bir dergâh kurmuyorum,genişletilmiş bir tekke kurmuyorum” der. “İstediğim şey, tasavvufun modern dünyanın bir parçası olması, üniversitelere girmesidir.” Eğitime verdiği büyük önem burada yatar. Konuşmacılardan biri kendisini Bediuzzaman Said Nursî ile karşılaştırdı ve bence bu çok önemliydi; çünkü ikisi bir anlamda çakışırlar. Fakat Nursî modernleşme karşısında öfkeli ve hoşnutsuzdur. Kendisinin Risâle-i Nur’unu okudum ve çalıştım; üzerine düşündüm. Bence çok önemli bir eser. Fakat bu eser bir protestodur. Oysa Kenan Rifâî “Bu, Allah’ın dünyasıdır” der. Mükemmel olmayan bir şey yoktur. “Sahip olduğumuz tek dünya budur ve hayatta olduğumuza şükretmemiz icab eder” diyen Merkez Efendi gibidir. O da Merkez Efendi’ye benzer olarak “bu bize Allah’ın verdiği dünyadır” der. Bizler de kendimizi bu dünyanın içinde kâmil insan olmak üzere hazırlamalıyız. Bu anlamda rolünü sadece Türkiye’deki tarikatler arasında değil, diğer yerlerdeki tarikatler arasında da özel bir yere sahip olarak gerçekleştirir.
Prof. Dr. James Morris
Kenan Rifâî büyük bir mânevî öğretmendir. Ne pahasına olursa olsun öğrenme açlığına hitap eden bir rehberlikten ziyâde, herkesin içinde bulunan ve kendi istidâdına göre, kendisi için uygun bir şekil almış bir mânevî ilmi uyandıran ve bizlere, çocuklarımıza, ailemize, meslektaşlarımıza ve etrafımızdaki insanlara birer rehber olabilmeyi öğreten bir ilmi aktarır. (…) Kendi devrine uymuş ve çok faydalı bir öğretmen olmaya devam edebilmiştir. O devirde bazıları bunu yapabilmiş, bazıları ise yapamamıştır. Fakat ister şirketler, ister binalar, ister büyük kurumlar kurun, biliyoruz ki tarihte bunlar gelip geçicidir. Bâkî olan, etkileyebildiğiniz gönüllerdir ve buradaki dinleyicilerin gözlerine baktığınızda bunu apaçık görmek mümkün.
Prof. Dr. Omid Safi
Kenan Rifâî’nin çok önemli bir sorumluluğu var. Bir taraftan kökleri geleneksel tasavvufta: Kur’an, İbn Arabî ve Mevlânâ üzerine bir uzman. Diğer tarafta ise özellikle de Türkiye’de her şeyin hızla değiştiği bir dünyada geleneğin esasına tutunurken değişime ve sürekli değişen dünyaya uyum sağlamak durumunda. Açıkçası Osmanlı toplumundan cumhuriyet devrine geçişte tasavvufu dergâhlardan, tekkelerden çıkarıp açarak tüm yeryüzünü, hatta insanın kendisini bir dergâh haline getirişine hayranlık duyuyorum. Artık tasavvuf toplumun tümünün ahlâkını şekillendiriyor. (…)
Beşerî bilimlerin icrâ edildiği yerler olarak kabul ettiğimiz üniversitelerin çok kritik bir rolü var. Beşerî bilimlerin ana görevi ise insan olmanın ne anlama geldiği hakkında çalışmaktır. İnsan olmak idrâkı tam olan ‘insan’a doğru giden bir tekâmül sürecidir ve burada tasavvufun bize öğreteceği çok şey var: Aşk hakkında, arayış hakkında, bulmak hakkında ve kim olduğumuz, hattâ ne olduğumuz, kimin sûretinde yaratıldığımızın özü hakkında… Kenan Rifâî’nin tasavvuf öğretilerini üniversiteye ve akademiye getirme modeli burada çok önem kazanıyor. TÜRKKAD’daki dostlarımızın Amerika’da ve Çin’de İslâm çalışmaları için açtıkları sahalar çok önemli. Üniversitedeki arkadaşlarım, bunun bir benzerini yapabilmiş bir başka organizasyon bilmediklerini söylüyorlar. Özellikle İslâm ve müslümanlar hakkında yanlış anlamaların ve korkunun Batı’da yaygınlaştığı bir dönemde bu çok cömert, benlikten uzak ve nazik bir yaklaşım.
Doç. Dr. Osman Nuri Küçük
İşte bugün bizim İslâm’ın şartları ve imanın şartları olarak bildiğimiz esaslar bir hadisten çıkartılmaktadır: Hz. Peygamber’e Cebrâil gelir. Önce İslâm’ın, sonra imanın ve sonra ihsanın ne olduğunu sorar. İhsan ile ilişkili olarak Hz. Peygamber şu tanımlamayı yapar: “Allah’ı görüyormuşçasına ona ibâdet etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görmektedir.” Sûfîler geçmişte tasavvufun ne olduğunu bu hadis üzerinden değerlendirmişler ve demişler ki, “Tasavvuf, dinin ihsan boyutuyla değerlendirilmesi ve yaşanmasıdır.” İhsan boyutu hem kendisinden önceki İslâm ve iman mertebelerini içermekte ancak onlarda olmayan, hakikati bizzat müşâhede ediyormuşçasına, bir müşâhedenin sonucu olarak da güzelliğe yönelik olarak bir insanın ifadelerini ve hâlini ifade etmektedir bu mertebe. Mesnevî şârihi olması hasebiyle Kenan Rifâî Hazretleri’nin hem eserlerindeki tutumunun hem de yaşam ve öğretilerinin bu düzeyden bir din anlayışı olduğunu söyleyebiliriz. Bu düzey, bir yandan dinin zâhirine, şeriat boyutu dediğimiz boyutuna vurgu yaparken, bunu imanın kanalize edildiği, gösterildiği bir alan olarak yorumlarken, ancak dinde asıl önemli ve değişmez olanın, asıl çekirdek olanın, asıl dinin kalbi olanın ne olduğu hususunda bir vizyona sahiptir. Kenan Rifâî Hazretleri’nin kendi dönemlerinde olan olaylara ilişkin tavırlarında bu vizyonu fazlasıyla görüyoruz.
Dr. Turgut Alsırt
Mâlûm-u âlîniz Hz. Peygamber, “Allah her yüz senede bir bir yenileyici, bir müceddid gönderir” diyor. İslâm dininin hiçbir tamamlanmaya ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Niye gönderiliyordu o zaman? Zemin ve zamana göre İslâm dininin nasıl yaşanacağını göstermek için gönderiliyordu bu yenileyiciler… İşte bendenizin fikrine göre Kenan Rifâî Hazretleri, 20. asrın yenileyicisiydi. Bunu hayatından çıkarıyorum. Bir kere yetişmesi, klasik tekkeden yetişme değil. Bir mürşid-i kâmil tarafından yetiştiriliyor tabiî ama tekke terbiyesi ile değil. Sonra batı ile çok alâkası var. Batı kültürü almış, lisan biliyor. Batıyı gayet iyi tanıyor. Yani devrin batıyı tanımaya doğru gittiği zamanda dünyaya teşrif ettikleri için batı kültürü ile de alâkası var. Zaten Fatih devrinden beri yapılmak istenen, batının iyi taraflarını alarak doğunun iyi tarafları ile birleştirmek meselesi olduğuna göre ben o iş için geldikleri fikrindeyim. Zaten yetiştirdikleri talebelerden, hayat tarzlarından ve talebelerinin hayatlarından bunu anlıyoruz.