Nerede Muhammed, Orada Zarâfet

2009 yılının Ramazan ayında nasib olan umreden geldikten sonra hep şunu istemiştim: Keşke Mescid-i Nebevî’nin bir köşesinde hayatımı sürdürsem… Evim, kazancım olmasa da olurdu. Mescidde yatardım nasıl olsa; orada aç kalmak da mümkün değil. Mutlaka yemek dağıtan, yoksulları doyuran birileri de var. Ekmek elden, su gölden mutlu ve huzurlu yaşayıp giderdim. Fakat zaman içinde şunu farkettim: Eğer böyle bir hayat sürseydim mutlaka orada da takılacak, kendimi huzursuz edecek bir şeyler bulur, memnuniyetsiz tavır takınacak bir şeyler icad ederdim. Bilmiyorum herkes böyle mi yoksa sadece ben mi böyleyim, ama cennete girsem orada bile huzursuzluk üretebilirim…

Bu ara -neden bilmem- estetik kelimesiyle enteresan bir ünsiyet içindeyim. Gayriihtiyârî olarak zihnimde de şu cümle dönüyor: “Estetiği seviyorum…” Geçen gün internette bir arama yaparken şöyle bir hadise rastlamıştım: “Her kim kibarlıktan yoksun ise, güzellikten yoksundur.” Hadis sahih mi değil mi bilmiyorum fakat Hz. Muhammed muhabbetinin insanı zarif, kibar ve ince ruhlu bir estetik âbidesi hâline getirdiği muhakkak.

Umre sırasında dikkatimi çeken şeylerden biri, özellikle Doğu ülkelerinden umreye  gelen müslüman erkeklerin şık kıyafetleriydi. Modern zamanın giyim üstadlarının -özellikle Batı âleminin- şıklık adı altında bizi içine sıkıştırdıkları takım elbiselerin, pantolonların aksine Doğu ülkelerinin erkeklerinin kıyafetleri şıklıkla birlikte rahatlık, doğallık ve estetik içeriyordu. Bedeni sıkmayan uzun ve geniş kesimli rengârenk gömlekler, boyunlara-omuzlara sarılıp doğallık ve rahatlıkla sarkıtılan şallar, desenli ya da kendinden işlemeli kumaşlardan oluşan uzun elbiseler, yine renkli ve işlemeli kumaşlardan yapılan sarıklar ve başlıklar, ibâdet aracı olmasının yanında sanki aksesuar olarak da kullanılan, boyunlara, kollara dolanmış tesbihler vs… Müslüman erkekler bu bambaşka podyumda esen bambaşka moda rüzgârının zarif temsilcileriydiler.

Hiç unutmuyorum, Mescid-i Nebevî’nin bahçesine yere oturmuş muhabbet eden, bu giyim tarzına sahip 8-10 kişilik bir grup görmüştüm. Zannediyorum 25-30 yaş arası bir gruptu. Ne kadar şık göründüklerini anlatmam mümkün değil. Çok yakınlarına oturup uzun süre onları izledim. Seslerini duymama rağmen ne konuştuklarını anlayamadım. Fakat giyim tarzlarındaki şıklık aslında ruhlarındaki şıklığın bir yansıması olmalı ki halleri, tavırları, ses tonları, birbirlerine yaklaşım şekilleri muazzam bir incelik yansıtıyordu. Sanki dünyanın en samimi, en ahlâklı, en eğitimli, en entelektüel insanları bir araya gelmiş, dünya sanatı, kültürü, edebiyatı üzerine fikir alışverişi yapıyor ve insanlığa fayda sağlayacak eserler üzerine kafa yoruyorlar gibiydi.

Belki bu insanlar –ki kendim için kesinlikle bunu düşünüyorum- Mekke ve Medine dışında olduklarında giyim tarzlarında ya da hal ve hareketlerinde bu kadar zarif ve şık görünmüyorlardır. Tüm mesele Peygamberin mânâsı ile alâkalı. Mekke ve Medine’de ya da Tokyo ve Sidney’de, nerede olursa olsun, kendisini onun yanında hisseden, onunla yaşadığını düşünen kişi için zarif ve lâtif bir ruh hâlinden, şık ve estetik bir yaşam tarzından başka bir hâl sergilemek neredeyse mümkün olmuyor.

Zirâ Allah, yarattıklarına bakılırsa son derece zarif, ince ve şık. O’nun bütün zarifliği ile kendisine süzüldüğü Hz. Muhammed’in ahlâkı ve yaşam şekli de aynı inceliklerle dolu. Dolayısıyla onun mânâsıyla yapılan muhabbetten de elbette zarâfetten başka bir şey sudûr etmiyor.

The following two tabs change content below.

Yavuz

Basit.

Son Yazıları: Yavuz (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın