Türk İş Dünyasındaki Değerler Sisteminin Anadolu İrfânı Işığında Yeniden Tesisi

“Beden senin atındır, dünya ise o atın ahırıdır. Atın yemi binicinin yiyeceği olamaz.”

Mevlâna Celâleddin Rûmî


18. yüzyıl Sanâyi Devrimi ile başlayan ekonomik değişimler toplumlarda hem sosyal hem de kültürel önemli dönüşümler yarattı. Ürün ve üretimdeki bollaşma, artan sermâye ve gelişen teknolojiler pek çok alanda hayâta konfor katsa da daha rekabetçi, daha bireyci, daha yalnız ve içinde yaşadığı ortamla anlam bağı kuramayan kitleler ortaya çıkardı. Millî kültürler globalleşme adı altında ortaya konan yeni kültürel yapı karşısında mukavemet sınavına girdiler. Bu konuda sağlam duramayan kültürlerde ahlâkî erozyon yaşanmaya başladı. Gelinen nokta itibâriyle kapitalist yaşam tarzı dünya genelinde insanları olumsuz etkilemekte, ayrıca özelde millî kültür ve buna bağlı değerler sistemine sağlam şekilde bağlı olmayan toplumlarda daha ağır ve kalıcı tahribatlara yol açmaktadır.

Türkiye maalesef kapitalizmin yarattığı kültürel ve ahlâkî anlam kaymalarından önemli ölçüde etkilenmiş ülkelerden biridir. Sâmiha Ayverdi’nin deyimiyle “Müslüman-Türk câmiası, yanmış bir kâşaneden, elinde dört ucu düğümlü bir bohça ile kaçan âfetzedeler gibidir”. Bu bozulma o ölçüdedir ki tarihinde hiçbir zaman sömürge olmamış olmasına rağmen ekonomik ve kültürel açıdan gelinen nokta itibariyle Türkiye için “neo-kolonize” tanımını yapmak dahi mümkündür. Türkiye çalışma hayatı kapitalist sistemin bizâtihî merkezi olması nedeniyle ahlâkî erozyon ve kimlik kaybına en çok şâhit olunan mecrâyı oluşturmakta ve bu anlamda üstünde durmayı gerektirmektedir.

Türkiye’de günümüz iş dünyası “Çalıyor ama bana kazandırıyor da” diyerek hırsızlığı “kazan-kazan” modeliyle meşrû bir zemine oturtan patronlarla, şirketine mal ve hizmet sunan tedârikçisinin ödemesini yalan söyleyerek geciktirmeyi işverene bir vefâ ve başarı hikâyesi olarak anlatan çalışanların vaka-ı âdiyeden sayıldığı bir noktaya gelmiştir. Dürüstlük, güvenilirlik, liyâkat, vakte riâyet gibi pek çok toplumsal ve mânevî değer, iş dünyasında geçerliliğini yitirmiş görünmektedir. Başarının târifi -kapitalizmin sunduğu normlara uygun olarak- maaş, ünvan ve mevkiden gelen yan faydalar üzerinden yapılmaktadır. Aynı şekilde şehirli ve okumuş pek çok ebeveynin çocuklarını karakter yerine kariyer merkezli bir eğitime ve yönlendirmeye mâruz bırakmaları yadsınamaz bir başka gerçekliktir.

Diğer taraftan yaşanan tüm sıkıntılar aslında Türkiye’de çalışma hayatındaki hemen her bireyin temiz ve ahlâklı bir çalışma alanı arayışını gerçersiz kılmamaktadır. Ancak yaşanan ahlâkî deformasyon ya da yüksek ahlâkî meziyetleri yok hükmünde bırakmak bir zorunluluk ve çalışma hayatının mecbûrî kuralları gibi meşrûlaştırılmaktadır.

Türkiye’nin değişimi ithal etmek yerine kültürünün kendi ürünü olarak özgün şekilde ortaya koyması tek ve kalıcı çözüm olarak görünmektedir. Nitekim Aliya İzetbegoviç 1980 yılında bu sistemin kendi içindeki bütün problemlerine set çekecek yegâne kuvvetin kültürün içinden gelecek dinî-ahlâkî terbiye ile mümkün olabileceğini belirtmiştir.

Son kırk yıldır yapılagelen çalışmalar dindarlığın yaşamdan duyulan tatmin ve genel mutluluk seviyesi açısından önemli bir öngörü sağladığını ortaya koymaktadır (Poloma ve Pendleton, 1990). Buna göre varoluşsal açıdan anlam arayışına cevap bulmada ve kişisel korkularla başa çıkmada dinin katkısı yapılan ampirik çalışmalarla da kanıtlanmıştır. İnanılan yaratıcı ile kurulan râbıta arttıkça mutluluk seviyesinin de arttığı açık bir gerçektir.

Örgütsel davranış ile dindarlık arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere yapılan çalışmalar ortaya koymuştur ki dinî yakınlık ile iş hayâtındaki davranışlar arasında bağ vardır. İnsanların işyerindeki tavırları ile dindarlık seviyeleri arasında güçlü pozitif bağlar (Gyekye ve Haybatollahi, 2012) bulunmuştur. Dindarlık ile karar verme etiği arasında bağ (Fernando ve Jackson, 2006) olduğu görülmüştür. Aynı şekilde mâneviyat arttıkça iş tatmini ve çalışılan şirkete olan bağın arttığını gösteren pek çok çalışma (Sikorsa-Simmons, 2005) vardır. Kriger ve Hanson 1999 yılında yaptıkları çalışmada ise dinlerin ortaya koyduğu temel değerlerin modern organizasyonların yönetimine entegre edilmesinin gereği üzerinde durmuşlardır.

Yalnız bu tip mâneviyat eksenli modellerde, işin diğer tarafında bireylerin inanç eksenlerini diğr bireylerin inanç özgürlüğü üzerinde bir baskı ile empoze etmeye çalışmaları riski de vardır. Buradaki tehlike, bir inancın diğerine daha üstün olduğu düşüncesiyle işyerinde nobranlığın hâkim olması ve buna bağlı olarak işletmede baskı ve kayırmacılığın ön plana çıkması ihtimâlidir. Birtakım iş değerlerinin ve kuralların çalışanlar tarafından paylaşılmadığı işletmelerde, çalışanların ortak bir kültüre zorlanması işten uzaklaşmalara ve tepki davranışlarının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir (Gök, 2008).

Bu tip engelleri bertarâf etmenin yegâne yolu bin yıllık Anadolu irfânının ortaya koyduğu davranış modellerini iş hayatına yeniden kazandırmaya yönelik samimi gayretten geçmektedir. Anadolu binlerce yıllık insan ve inanç çeşitliliğini kültür potasında eritmiş ve İslâm ile kültürünü kemâle ulaştırmıştır. Anadolu irfânı kimseyi dışlamayan, yargılamayan, katıksız bir hoşgörü ve tam bir tevhid anlayışını içinde barındırmaktadır. “Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini veriniz ve inancını sormayınız. Zira Ulu Allah’ın katında ruh taşımaya lâyık olan herkes Ebu’l Hasan’ın sofrasında ekmek yemeğe layıktır.” diyen Anadolu’nun fütüvvet geleneğinin kurucularından Ebu’l Hasan Harakanî bu katıksız tevhid anlayışının müstesnâ bir örneğini sunar. Bu anlayış inanan-inanmayan herkese saygı ve hürmetle muâmele konusunda işverenlere ilham kaynağı olmalıdır. Sekiz yüz yılı aşkın süredir tüm insanlığı etkilemeye devam eden Mevlânâ’nın kâinatı kuşatan sevgi anlayışı, farklılıkları değil, benzerlikleri ön plana çıkaran birleştirici görüş açısı (Yeniterzi, 2007) ve hikâyelerle anlattığı değişim, gelişim, bilgi, akıl gibi günümüz iş dünyasında adına yetkinlik denen davranış şablonlarına sade, köklerini bu kültürden alan, insanların, ithallerine kıyasla içselleştirme sorunu yaşamayacakları alternatif bir model sunar. Kur’an ve sünnetin yanı sıra fütüvvet ile şekillenen Ahîlik geleneği de Hz. Mevlânâ, Yunus Emre ve daha pek çok mutasavvıfın eserleri de günümüz dünyasının davranış kalıplarına iyileştirici reçeteleri ziyâdesiyle sunmaktadırlar.

İslâm tasavvufu bize bizzat Hz. Peygamber’in ve O’nun velâyetiyle sırlanmış irfan ehlinin yaşamlarından iş hayatında adâlet, doğruluk, güven ve samimiyet gibi pek çok konudaki davranış kodlarının örneklerini sunmaktadır. Yalan söylememek, malı aşırı övmemek, kendilerine itimat edene ihânet etmemek, söz verince sözden dönmemek, borcu geciktirmemek gibi pek çok ilke gerçek ve samimi İslâmî iş ahlâkının temelini teşkil etmektedir. Seyyid Hüseyin Nasr, Mâide Suresi’nde buyurulan “Ey iman sahipleri! Akitlerinize (ukûd) sadık olunuz.” (Maide,1) âyetini insanın kendisiyle, dünyayla ve Allah’la olan ilişkilerinin tamamını kapsayan bir “dürüstlük bildirisi” olarak belirmektedir (Nasr, 1989). Salt söz verince sözden dönmemek diye târif edilen akit ilkesi bile Türk çalışma hayâtında bugün içselleştirilse, işveren, çalışan, tedârikçi ve müşteri gibi iş hayâtının bütün oyuncularının beklenti ve ihtiyaçlarını dikkate alan bir yapı sağlanmış olacaktır.

Geleneğimizdeki AhÎlik sistemi iş hayâtının ahlâkî temellere dayalı kurumsal ilkelere nasıl dönüşebileceğinin bilgisini sunmaktadır. Çalışanın salt ne ürettiği değil, nasıl davrandığının dikkate alındığı, kaliteli ürün standartlarının konduğu, çalışma ilkelerinin net ve tâvizsiz şekilde uygulanan yazılı kurallara bağlı olduğu, işveren-çalışan dengesini gözeten ve liyâkata dayalı bir ilerleme sisteminin uygulandığı Ahîlik teşkilâtı bugünün Türk iş dünyasının çâresizlik içinde aradığı uygulamalardan pekçoğunun reçetesini bizlere sunmaktadır.

Sonuç olarak Türk iş dünyası aradığı çözümü kendi geleneğinde aramalıdır. Mâneviyatı seküler bir kavram gibi ortaya koyan, sorunu yaratan sistemin yine kendi ürünü olarak ortaya çıkan ve yine Batı merkezli temelli yaklaşımın aksine Anadolu irfânının ortaya koyduğu değerler Türk iş dünyasının cankurtaranı olmaya muktedirdir.

Kaynaklar

Aliya İzzetbegoviç, “Doğu Batı Arasında İslam”, 1980, (İstanbul: Yarın Yayınlar, 2011)

 

Emine Yeniterzi, “Mevlâna’nin Kişisel Değişim ve Gelişime Dair Düşünceleri” , Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Mevlâna Araştırmaları Dergisi, 2007, S. 2, 13–28.

 

  1. Fernando, “Self-actualising workplace spirituality: An empirical study.” In K. Weaver (Eds.), 65th Annual Academy of Management Conference, XXXX, 1-35.

 

Margaret M. Poloma, Brian F. Pendleton, “Religious Domains and General Well-Being”, Social Indicators Research, 1990.

 

Mario Fernando, B. Jackson, “The Influence of Religion-based Workplace Spirituality on Business Leaders’ Decision-making: An Inter-faith Study”, Journal of Management & Organization, 2006, Vol. 12, 23-29.

 

Mark P. Kriger, Bruce J. Hanson, “A Value-Based Paradigm for Creating Truly Healthy Organizations”, Journal of Organizational Change Management, 1999, Vol.12  (4), 302.

 

Samiha Ayverdi, Ne İdik Ne Olduk, (İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, 1985)

 

Seth Gyekye & M Haybatollahi, “Workers’ Religious Affiliations and Organizational Behaviour, An Exploratory Study”, International Journal of Organisational Behaviour, 2012, Vol. 17, 1-18.

 

Seyyid Hüseyin Nasr, “Islami Çalışma Ahlakı”, İş Ahlakı Dergisi, 2009, Cilt:2 S. 3, 143-151 (Bu makalenin orijinali Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr’ın Modern Dünyada Geleneksel İslam (İstanbul, 1989, İnsan Yayınları, s. 39-51, çev. Savaş Şafak Barkçın ve Hüsamettin Arslan) adlı kitabında yayımlanmıştır.).

 

Sibel Gök, “İş Etiği ile İş Ahlakı Arasındaki İlişki ve Çalışma Yaşamında İş Etiğini Etkileyen Faktörler”. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 2008, C.5, S.1.

 

Tuğrul İlter, “Modernizm, Postmodernizm, Postkolonyalizm:  Ben-Öteki İlişkileri ve Etnosantrizm”, 2006, Küresel İletişim Dergisi, S.1, 1-13.

 

Vahit, Göktaş, “Ahilik Ve Tasavvuftaki Bazi Müşterek Ahlaki Ögeler”, http://akademik.semazen.net

 

 

 

Emine Ebru Arslan’ın 1. Uluslararası Tasavvuf Araştırmaları Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu’nda sunduğu bildirisinin özet versiyonudur. 

The following two tabs change content below.

Emine Ebru

Orta halli, sıradan bir Türk ailesinin yine orta halli, sıradan çocuğu olarak yetişmiş bu fakir. Hayatının ilk 30 yılını gayretiyle dünyada mekan kurmaya harcamış; akıllı insan olmayı, hayırlı evlat olmayı, iyi okullarda okuyup kariyer yapmayı bir de kendini çocuklarına feda eden türden anneliği en ala hayat sanmış. Dünyayı kontrol edebileceğini sanmış, edemediğini gördüğü her anda da yaygarayı basmış. Sonra bir el öpmüş ve yıllarca kurduğu kumdan kaleleri yıkılıvermiş. Bütün kavramlar, bütün renkler, iyiler kötüler birbirine karışmış BİR olmuş. Artık varlık iddiasını yok etmeye, nefsine galip gelmeye ve aklı bu sefer gönlüyle bulmaya çalışıyor. Kul olmaya çalışıyor. Her an hata yapmaya devam ediyor, edeceğini de biliyor ama en azından niyetlerini ve tevbelerini temiz tutmaya çalışıyor.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın