Hz. Mevlânâ ve Şems
Hz. Mevlânâ, devrinin önde gelen, belki de aristokrat olarak tanımlanabilecek, hem varlıklı hem de eğitimli ailelerinden birinde yetişmişti. Devrinin ve şehrinin önde gelen isimlerindendi. Böyle iken kimi kimsesi olmayan, üstü başı pek makbul görünmeyen, dahası çevresinde pek de sevilmeyen Şems ile karşılaştığında neden bu kadar etkilenmişti? Neden o güne kadar olan çevresinden uzaklaşıp insanların öfkesini körükleyecek kadar Şems’e bağlanmıştı?
Mesnevî 434. beyit diyor ki “Yürü (Hakk’ın) gölgesi olan bir güneş bul. Şah Şems-i Tebrîzî’nin eteğini tut.”
Bu beyiti Kenan Rifâî şöyle şerh etmiş: “Felekteki güneş de anlayana Hakk’ı tanıtır, amma, sen Şems-i Tebrîzî gibi bir güneş bulursan, gerçekleri daha yakından öğrenirsin. Onun emirlerine, onun uyarışlarına sımsıkı bağlan. Eğer seni Hak visâline götürücü Şems-i Tebrîzî’yi bulamazsan, onu, Hakk’ın ziyâsı Hüsâmeddin’den sorup öğren.”
Sonraki beyit için şerh şöyle devam etmekte:
“Ancak hasetten sakın! İnsandaki şeytanı harekete getirip, nefsi eğri yola sapıtan, o menfur hasettir. Şeytanın Âdem’e secde etmeyişi onu kıskanmasındandı. Bu sebeple Hak katından ve nur âleminden kovuldu. Sen de kendinden üstün olanlara, hele üstün insanlara haset gözüyle bakma. Gözlerine âlemleri simsiyah gösterecek olan o hasut bakışlardır. Hasetten kurtulduğun veya haset şeytanının tuzağına düşmediğin takdirde büyük nuru göreceksin.”
Öyleyse Hz. Mevlânâ Şems ile karşılaştığında Şems’in yüceliğini görmüş, bu yüceliğe bağlanmış ve onun emirlerine, uyarılarına sımsıkı bağlanmıştır. Bunu yaparken nefsin oyununa gelmemiş, ben daha zenginim, daha bilgiliyim, daha ünlüyüm, dememiş. Kendinden oldukça farklı ve şeklen aşağı görünen bu kişinin karşısında bir çocuk gibi oturmuş, kendini onunla kıyaslamak yerine, bu ummana nasıl gark olurum, demiş.
Hazret, bahsi geçen beyitlerde bizi uyarmış, seni de Hakk’a götürecek kişi, tasavvur ettiğinden farklı, senden ve hayat tarzından uzak, beklentinden gayrı olabilir. Sen yine de gözünü dört aç, çünkü nefsin tuzağına düşmezsen bu kişideki nuru görüp onun eteğini tutarak kendi hakikatini bulma şansını yakalayabilirsin.
Ancak başkasının kendinden üstün olduğunu kabul etmek kolay değildir. Haset perdesini yırtmak, acz kemerini takmak ve nasipte varsa aşk libâsını giymek gerekir. Böylece yiyip içen, gezip tozan, ezberini bozan bir Allah’ın kulunun senden üstün olduğunu kabul edebilirsin. Böylece onun ağzından çıkan her sözü hikmet, her hali nimet bilirsin.
Ona uymakla, yap dediklerini yapıp men ettiklerinden uzak olmakla, kendine yaklaşırsın. Kendi hakikatini gördükçe seni bu hakikate yaklaştıranı daha çok seversin.
Herkes Şems hakkında atıp tutarken, Mevlânâ’yı ondan uzaklaştırmak isterken Mevlânâ Şems dedi başka bir şey demedi. Halk anlamadı, koskoca âlim Celâleddin Rûmî’nin bu yabancı için böyle yanmasını… Dedikodular arttı, Mevlânâ’nın itibarı azaldı, o ise hiç vazgeçmedi. Kendisini kendisine gösterene tam bir vefâ ile bağlı kaldı.
Mevlânâ, Şems’teki şekle bakmadı. Onu öyle ya da böyle sınıflamadı. Sadece hakikatini, yüceliğini ve üstünlüğünü gördü. Kendini ona teslim etti. Böylece Celâleddin, Mevlânâ oldu. Yaşadığı sürece ve vefâtından sonra yüzyıllar boyunca gönül yaralarına devâ arayanlara şifâ, yolunu kaybedenlere ziyâ oldu.
Yüzyıllardır nicelerine ışık tutan yüce sultan! Ben sendeki Allah aşkını çok sevdim. Yazdığın her satırda ve yaptığın semâda bu aşkın tezâhürünü yudum yudum içtim. Şems’e olan hürmetin, vefân ve sevgin içime işledi.
Ey sevgili, ben seni çok sevdim, ancak ben en çok senin Şems’i sevişini sevdim…
Yeşim
Son Yazıları: Yeşim (Profiline git)
- TASAVVUFTA VAKİT KAVRAMI - 2 Ağustos 2018
- Sırat Üstünde Şükür - 6 Mayıs 2017
- Kurbiyetten Nasibimiz - 19 Mart 2017
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!