Görmeden, İşitmeden Yürüyen

Bir gün vardı. O gün boyunca hep yazmak mümkündü. Akşam oldu. Gün bitiverdi.Yazamıyordu artık…

Kalemi bıraktığında hâli belirsizdi; ya yazacak ilham kalmamıştı ya da gün yazıyı elinden alıvermişti. Kendisinden biraz dolaşmasını, azıcık yaşamasını ister gibiydi. Nasıl yaşayacağını sordu da yanıtları duymadı. Kalemi ile birlikte kulağı da ondan alınmıştı. Alınmasından ziyâde vermiş olmak isterdim diye içinden geçirdi. Olsun, buna da razıyım, dedi. Yolunda yürümeye devam ediyordu. Gözü de kapanmıştı. Gördüklerini bir kavanoza sığdıramayacağını fark etmesi gerekirdi. Geç kalmıştı. Kendisine görünenleri elinde tutamayacağını biliyordu da kendisine yenik düşüyordu. Hep sahipleniyordu. Dolayısıyla gözü de alınmıştı.Halbuki verebilirdi. Olsun, herşeye rağmen yolunu kaybetmemişti. Buna da razıydı.

Adım adım yürümeye devam ediyordu. Gözü, kulağı olmadan, görmeden, işitmeden yaşıyordu. Yaşıyordu da aslen ölüydü. Fakat ölü vücudunu taşırken güvenmeyi öğrendi. Bir hayır vardır diye geçirdi içinden. Karanlıkta kaldı diye yolundan dönecek değildi ya. Bir adım daha attı. Hiçbir şey olmadı. Öbür adımı da attı. Yine hiçbir şey olmadı. Olsun, ümidimi yitirmem ben dedi. Elinde kalan tek mum ışığına üflemeye hiç niyetli değildi. O, güveniyordu. Güvenmeyi öğreniyordu.

Günler geçip gidiyordu. Ne kadar istese de gözleri ona açılmıyordu. Ses çıktığını biliyordu fakat kulakları duyamıyordu. Her yerden akan nehirleri, çıkardıkları sesleri özlüyordu. Olsun, anısı var buna da razıyım dedi. Vakit geçtikçe içine bir hisdoğuyordu ki onu acele etmeye zorluyordu. Geç kaldığını, ömrünün kısalığını hatırlatıp duruyordu. İçi boş bir aceleciliğe kapılıp yolunu şaşırmasını ister gibiydi. Neyse ki, kendisi ne işitiyordu ne de görüyordu. Yalnızca yürümekteydi.  Evet, hâlâ memnun memnun yürüyordu. Vakit onun için ne duruyor ne akıyordu artık. Geçip giden günlerde sabretmeyi öğrendi. Sabretmekteydi. Ne şanslıydı ki her bir adımda bir şekilde topraktan filizlenen ağaçlar gibi dallanıp budaklanıyordu. En azından böyle hissediyordu. Bundan emindi. Güneşe uzanmaktı gayreti. Belki hiç dokunamayacaktı. Fakat doğru istikamette olduğuna dair hiçbir şüphesi yoktu. Emindi. Hatta belki de dokunmaması kendisi için daha hayırlı diye düşündü ve devam etti. O adım adım yaklaşıyordu.

Yolu uzundu. Ne başı ne de sonu vardı. Bu onu ne sevindirdi ne de üzdü. Görmeden, işitmeden, varlığından haberdar ve emin olarak sabrediyordu. Her gün bir arpa boyu kadar da olsa yol alıyordu. Vicdanı rahattı. O nasıl olsa hiçbirşeyden farksızdı. O kadar sessiz sedâsız kalmıştı ki fark edeni yoktu. Yokluğunu tattığını idrak etti. Her gün kendisinin sandığı şeylerin ondan bir bir alındığını hatırlayıverdi. Bu sefer o alınmasına sebebiyet vermeden verecekti. Elinde ne kaldığını düşündü. Hiçbirşey yoktu. Kendisi de yoktu. O halde yalnızca verecekti. Yokluğu da kalmayınca…

The following two tabs change content below.

Umut Alihan Dikel

Hamım. Pişmekteyim. Yanacağım.

Son Yazıları: Umut Alihan Dikel (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın