İnsanı Anlamak ve Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü
2015 yılı benim için bir eğitim çeşitliliğinin hayatımda baskın olduğu bir yıl oldu çok şükür. Senelerdir katılmak istediğim pek çok eğitim vardı ve ben o veya bu nedenle bunları sürekli olarak ertelemekteydim. Hani bahanelere ihtiyaç duyduğumuz anda onlar her dâimhazır ve nâzır olarak kendilerini “ama”larla belli ederler ya, işte ben de o pek çok “ama”nın arasına sıkışıp bir türlü gereken adımları atamamıştım. Koçluk eğitimine katılmak istiyordum, ama… Yüksek lisans yapmak istiyordum, ama… NLP’yi öğrenmek istiyordum, ama… Velhâsıl nasıl oldu da o ilk adımı attım bilemiyorum ancak geçtiğimiz yıl hepsi bir sıraya dizildi, kendi içlerinde anlam bağları oluşturdu ve ben bu doğrultuda yol kat etmeye başladım. Benim zihnim genel olarak “bütün” üzerinden yürüme eğilimindedir ve bu da bana öğrendiğim şeyleri birbiriyle bağdaştırıp bütünlemeye çalışırken heyecan verici, coşkulu bir motivasyon olarak geri döner.
İnsan kaynakları alanında çalışan birisi olarak mesleğim icâbıinsanı haritalar üzerinden okuma konusunda bir yatkınlığım varfakat bu sene haritaların insanı anlamak için önemli birer araç olduklarını görmekle birlikte insanın kendisi olmadıkları hakikatine uyandım.(Bu arada “siz hâlâ insana kaynak gözüyle mi bakıyorsunuz” diyenlere şunu söylemek isterim: “Evet, hâlâ insana, insanlığın yegâne kaynağı gözüyle bakıyorum,çok şükür.) Uyandım diyorum çünkü bir şeyi lâfta bilmek ile o bilgiyi içselleştirmek ve onunla yürümek arasında gerçekten büyük fark varmış. “Bilmek, bulmak ve rengine boyanmak” da bu içselleştirmeye dikkat çeken ne güzel bir cümleymiş meğer.
Daha önceki yazılarda da sözünü ettiğim kişilik envanterleri, insanların metaprogramları, temsil sistemleri, tipolojiler, spiraller, vs. gibi her bir araç bu anlamda bizlerin insanı anlaması, insana ve onun potansiyeline dâircümle kurması konusunda oldukça güçlü birer harita olarak önemli olmakla birlikte yine de insanın kendisi değil.Çünkü insan,hem onlar hem de onlardan çok ama çok daha ötesi. Bir defa haritalar çizildiği andan itibârensâbittir, tâki bir sonraki çizilene kadar. Oysa ona konu olan, her dâimbir değişim içerisindedir. Her an yeni bir işte, yeni bir oluştadır. Hâl böyleyken tembelsin, dağınıksın, dikkatsizsin, akıllısın, akılsızsın, analitiksin, sosyalsin, asosyalsin gibi etiketleri de yıllarca alnımıza yapıştırıp dolanmak ne yazık! Evet, bu haritalar bize o an için ne üzere olduğumuz, nasıl davranmaya meyilli olduğumuz konusunda çok güçlü fikirler verebilir ama insan, davranışlarındanibâretdeğildir ki. Davranışlar değişebilir ve zaman içerisinde değişmektedir de zaten. Öte yandan kabullendiğimiz ve ister istemez benimsediğimiz etiketlerimiz ise bu davranış değişikliğini gerçekleştirmemizin, bir anlamda tekâmülümüzün önünde belki de hiç farkına varmadığımız dağlar gibi olabilir.
CemâlnurHoca’nın pek çok defa “insanları size bakan yüzleriyle değil Allah’a bakan yüzleriyle değerlendirin” dediğini duymuştum. Önceleri ne yalan söyleyeyim bu cümle bana biraz ikiyüzlülük çağrıştırıyor gibi gelmişti. “Nasıl yani, insanın iki farklı yüzü mü var?” diye düşünmüştüm. Oysa şimdi anlıyorum ki bu cümledeki “size bakan yüzü” onların davranışlarını, “Allah’a bakan yüzü” ise değerlerini ifade ediyordu. Bir değer varlığı olan insanın aslında kim ya da ne olduğuna dair en yakın cümleleri ancak onun değerleri seviyesinden kurabileceğimizi ise henüz kısa bir süre önce farkettim ve bende bu farkındalığı uyandıran ise, aldığım koçluk eğitimleri oldu. Hakikaten ilim Çin’de de olsa gidip almak lâzım çünkü bazen Çin’deki ilim gelip mirasyedi gibi üzerine oturduğumuz, evdeki ilim hazinesinin kilidini açabiliyor. Bu nedenle disiplinlerarası çalışma konuları muazzam bir zenginleşme potansiyelini içinde taşıyor.
Tabii burada yine çok güçlü bir vizyona değinmeden edemeyeceğim: “Tasavvuf sadece ilâhiyatçılar tarafından değil,disiplinlerarasıbir şekilde çalışılmalıdır” diyen ve bu düsturla Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nünkuruluşuna öncülük eden Cemâlnur Hocamızın vizyonuna… Bu konu üzerine en az bir yazı daha çıkar ve müsaade ederseniz yazmakta oldukça zorlanan bendeniz bunu yedekte saklamayı arzu eder.
İkincisi, bizlerin insanı anlamaya dâirher çabamız, onu bulunduğu seviyeden anlayamayacağımız hakikatiyle tekrar tekrar yüzleşmemize ve çok daha alt seviyelerden tarif etme çaresizliğimize dönüşmekte. Günün sonunda neyi kendi ürünü cinsinden anlamaya çalışıp da muvaffak olabiliyoruz ki? Einstein’ın da dediği gibi hangi sorun onun yaratıldığı seviyede çözülebilir ki? Gücün yarattığı sorunların güçle, ilkesizliğin yarattığı sorunların ilkesizlikle, cehâletinyarattığı sorunların cehâletleçözülemediği gibi aklın yarattığı sorunların da yine salt akılla çözülebilmesi pek mümkün değil gibi görünüyor. Aklı bırakmaktan söz etmiyorum ama yanına başka yoldaşlar da eklemek gerektiğini düşünüyorum. İnsanı anlamaktan buraya nasıl geldiğimize bakacak olursak, şu günün ve yakın geleceğin bu konuyu kendisine dert edindiğini hepimiz görebiliyoruz. Bu nedenle özellikle batıda gözler çok keskin bir şekilde insan beyni üzerine çevrildi ve beynin en mükemmel haritalarını çıkarmak üzere önemli bir grup bilim insanı yola koyuldu bile. Sinan Canan hocanın kitaplarında dikkat çektiği gibi bir kere daha bir şeyi kendi ürünü cinsinden anlamaya çalışmak üzere âlimler “Bismillah” dedi. Şahsen ne bulunacağını çok merak ediyorum ama bu gayretleri küçümsediğimden değil bilakis insanın hakiki potansiyeline giden yolda beynin gerçek rolünü ve yerini anlamada önemli ipuçları sunabileceğine duyduğum inançtan. Peki sonrası? Sonrası için artık başka bir bakış açısına, farklı bir paradigmaya ihtiyaç olacaktır diye naçizane düşünmekteyim.
İnsan beyni üzerine uzmanlığı esas alan bir üniversitede Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulması ne güzel, ne mânâlıbir tevâfuktur. Tam da yukarıda sözünü ettiğim o bakış açısına, o paradigma dönüşümüne zemin yaratabilecek, disiplinler arası çalışmayı teşvik eden, insanı bulunduğu seviyeden anlayabilmeyi değil, en üst seviyeden, onu yaratanın seviyesinden görebilmeyi gaye edinmiş muazzam bir platform… Önyargılardan ve kalıplardan sıyrılmış pırıl pırıl bir vizyon. Güneşin Batıdan da doğabileceğine inanan ve ilmi Çin’de aramaktan korkmayan yine de bu toprağı mayalayanlardan bir an olsun kopmayan cesur, ilerici, girişimci ve bir o kadar da vefakâr bir gayret…