Yazılar

Editörden (Temmuz-Ağustos-Eylül 2018)

Merhabalar Her Nefes Dostlarımız,

 

Temmuz-Ağustos-Eylül 2018 sayımızda Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nün Kerim Vakfı’nın desteğiyle 9-11 Mart 2018 tarihlerinde organize ettiği I. Uluslararası Tasavvuf Araştırmaları Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu’nda sunulan bildirilerin dergimiz için hazırlanan özetlerini yayınlamaya devam ediyoruz. Buna ek olarak, vazgeçilemez konumuz “Allah aşkı ve hayatımızda tasavvuf”, dergimizdeki yerini korumaya devam ediyor.

 

Ramazân-ı Şerif’in bereketinden Kurban Bayramı’nın lûtfuna yöneldiğimiz bugünlerde, temennimiz Ramazân-ı Şerif’te Rabbimizin lûfettiği sınırsız bereketten, Kurban Bayramı’nda nefislerimizden geçerek Rabbimize kul olma nimetine O’nun istediği gibi ilerleyebilmektir. Bugünlerin kıymetini bilelim inşaallah.

 

15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Gününü ve 30 Ağustos Zafer Bayramını da içine alan bugünlerde, vatan müdâfaası yolunda, bu millet ve memleket için canını hiçe sayıp şehâdet şerbetini içmiş tüm şehitlerimizi de rahmetle, sevgiyle ve saygıyla anıyoruz.

 

Onlar, vatan müdâfaası için şehâdet şerbetini içerken, hem bu ülkenin münbit toprağında yetişen insanımızın cesâretini hem de “önce vatan!” diyerek kişisel çıkar ve benliklerin ötesine geçmek sûretiyle vatan uğruna kurban olmanın hakikatini bizlere gösterdiler. Allah bizleri kahraman ceddimize lâyık kılsın. İnşaallah haklarını bizlere helâl etsinler; zîra onlar canlarını bizler için verdiler. İnşaallah bizler de –inşaallah- helâl ettikleri emânetlerine onlar kadar sahip çıkabilelim.

 

Bugünlerin ruhumuza rahmet, gönlümüze bereket ve hizmet aşkı olması temennisi ile eksiklikleri bizlere, güzellikleri her şeyin sahibine ait olarak, mütevâzı sayımızı sizlere sunuyoruz. Hoşgeldiniz.

 

Sohbetler (Temmuz-Ağustos-Eylül 2018)

 

– “Bütün bu görünen kesret, hakikatte vahdettir. Harem-i Şerif’te binlerce insan bulunur, kimi namaz kılar, kimi zikreder, kimi Kur’an okur, kimi salât ü selâm getirir, kimi yâ Resûlallah! diye nida eder. Fakat bu seslerin bir araya gelmesinden hâsıl olan sadâ, bir Hû sesidir.

Hep Hû duyulan cümlesi bir hoşça sadadır. Amma ne nevadır. Bütün renklerin birleşmesinden beyaz renk zuhur ettiği gibi, bütün seslerin birleşmesinden hâsıl olan sadâ da Hû sesidir!”

 

Kenan Rifâî, Sohbetler, İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 35.

 

*****

Sûret ve mânâ hakkında konuşulurken:

– “Kırk sene dervişlik etmiş bir kimseye: Bir müşkülünüz varsa buyurun sorun! demiştim. O da sual olarak, tesbihi çekerken nasıl tutmak lâzım geldiğini, düz tutulursa Sırat’ın kolay geçileceğini ve daha buna benzer çeşit çeşit sualler sordu.

Tesbihle Sıratın alâkası ne? İster yukarı tut, ister aşağı… hiçbirinin fâidesi de yok zararı da.

Sen kendine bak, kendini doğru tut. Bu kâfidir.

Sırat, tesbihin suretiyle değil, mânâsıyle alâkalıdır. Tesbih demek, Allah’ı tenzih etmek, birlemek demektir; bunu yapabiliyor musun?”

 

Kenan Rifâî, Sohbetler, İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 38.

 

******

  • İki defa doğmayan melekût ve semâvattan ileri geçmez, deniyor. İkinci doğuştan maksat, ihtiyârî ölüm değil midir?
  • “Birinci doğuş, cümlenin malûmudur: Anadan doğmak. İkinci doğuş ise ihtiyârî ölümdür. Yoksa tabiî ölümle ölen kimse, tabiat anasından ikinci defa doğmuş olmaz. Tabiî ölümle ölenler ekseriya anâsırda kalır, ileri geçemezler. Hadîs-i şerîfde de: İrâdenle öl, saadetle hayat bul! buyuruluyor.”

 

Kenan Rifâî, Sohbetler, İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 39.

 

Sohbetler (Ocak-Şubat-Mart 2018)

Gece, Kandilli dağlarının arkasından ay doğuyordu.

 

“Baksanıza çocuklar, ay doğuyor. İşte, şu ilk görünen parçacık, Âdem. Biraz daha yükselince Nûh, İbrahim, Mûsâ, Îsâ, nihayet bedir hâli, zuhûr-ı Muhammed gibidir.

Şimdi bunların nur cihetiyle, yâni ay olmaları îtibâriyle asılları hep birdir. Aralarında fark yoktur. Lâkin ayın henüz doğarken neşrettiği hafif ve zayıf ziya ile bedir hâlindeki şavkı bir midir?”

 

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 10-11)

 

 

****

Sabîha Hanımefendi’nin akrabasından münevver, uyanık ve aynı zamanda imanlı bir hanımın vefâtından konuşuluyordu:

— “Allah’ın feyzi kime erdiyse elbette mahrum kalmaz. İş, velev bir zerre olsun o nurdan nasibi almaktadır.

Camille Flammarion bir kitabında şöyle der: İnsan, dünyâya gel­diği vakit iki âlemle de merbûtiyeti vardır. Buradan öldüğü vakit râbıta o âlemle başlar. Yâni rûh cesetten çıkınca bir yeni hayat başlar. İnsanın bu dünya âlemindeki yaşayışı ve işlediği ameller, öteki âlem için hazırlıktır.

Ne güzel bir söz!

 

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 167)

 

 

***

 

Allah’ın sevgililerinden biri Fırat nehrine düş­müş, boğuluyormuş. Her ne kadar gayret etmişse de kurtulamamış. Nihayet “Yâ Rabbî” demiş. “Çalıştım çalıştım kurtulamadım. Eğer beni buradan kurtarırsan sana üç kul hüvallâhü okurum.”

 

Bu sözü söyledikten sonra da sudan kurtulup çıkmış. Lâkin ahdini yerine getirmek üzere kul hüvallâhü diye sûreyi okumaya başlayan bu zat ‘ahad’e gelince, yeniden başlangıca dönmek suretiyle bir türlü devam edemez ve hep yeniden sûrenin başına dönermiş. Bunun sebebini merak eden birisi, bir türlü akıl erdiremediği bu tekrarlamanın neden ileri geldiğini sorduğu zaman o zat “Kul hüval­lâhü diyorum, ahad’e gelince Hak bana soruyor: Evvel söylediğin ben; peki ahad kim? diyor. Onun için yeni baştan alıyorum. Yine kul hüval­lâhü deyip ahad’e gelince yine soruyor. Ben de tekrar ediyorum. İşte ye­di senedir de böylece okuyup okuyup gidiyorum!” demiş.

 

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 2000, s. 330)

Editörden (Mart 2017)

Merhabalar,

Baharın doludizgin geldiği bu günlerde siz dostlarımızla yeniden beraberiz çok şükür. Her Nefes’in bu ayki konusuna geçmeden önce sizlerle Her Nefes’teki bazı değişiklikleri paylaşmayı diliyorum. Yaşadığımız dönem son derece süratle dijital dünyaya doğru değişti-değişiyor. Artık birçoğumuz için dijital haberleşme, bilgilenme daha popüler hale geldi-geliyor. Bizler de Nefes Yayınevi çatısı altında PDF formatında yayınladığımız dergimizi daha interaktif bir forma, blog formuna çevirme kararı aldık. Zaten 2013 yılından bugüne kadar çıkan sayılarımızdaki yazıları blog formatında da yayınlıyorduk, şimdi blogu asıl formatımız haline getirdik. İnşallah gün geçtikçe bu formatımızı da da istekleriniz ve önerileriniz doğrusunda geliştirerek daha donanımlı ve güzel kılacağız. Böylece yazarlarımıza, yazılarına doğrudan beğenilerinizi ve önerileriniz iletebileceksiniz. Bir anlamda daha yüzyüze olacağız diyebiliriz. Beğenirsiniz inşallah diyerek Mart konumuza geçelim.

Efendim, konumuz “İstidat”. İstidat kelimesi, aslında a’yân-ı sâbite demekmiş. Bunun dışında istidat kelimesi güzel Türkçemizde, yetenek, kabiliyet, fıtrat, yatkınlık, kapasite ve hakkını verme gibi pek çok anlamda kullanılıyor. Arapça kökenli bir kelime ama dilimize yerleşmiş ve yukarıda belirtildiği gibi pek çok farklı anlamda kullanılabiliyor. Biz yazılarımızda nasıl kullandık? Yazar ekibimiz ile toplandık. Önce bu kelimeyi öğrendik, çalıştık ve kendimizce bizi, hayatımızı etkileyen anlamları ile gönlümüzden gelen, kalemimizden dökülenleri bir hizaya getirdik ve sizlere kendimizce, bu kelimenin ve anlamlarının hayatımızdaki yerini istidâdımız ölçüsünde anlatmaya çalıştık.

İnşallah sizler de bizim kadar bu kelimeden etkilenir ve kendi gönlünüzde yeşeren mânâ çiçeklerini derlersiniz. Elbette kusurları bizlere, güzellikleri yaratılmış her şeyin rabbine ait olmak üzere Mart 2017 sayımıza hoş geldiniz, safâ getirdiniz.

Sohbetler (Mart 2017)

–  Cenâb-ı Hakk’ın iki âşıktan birine zâtıyla, diğerine ise sıfatiyle tecellî etmesinin sebebi nedir?
–  “Tecellî, herkesin istidat ve kabiliyetine, yâni kabına göredir. Bu kaplardan meselâ bir fincanın, bir bardağın üstünden deryayı da geçirsen, istiabı kadar alır ve dolunca da, hal diliyle ‘doldum’ diyerek geri kalan akıp gider. Kezâ bir kazan, bir havuz ve ilh… için de aynı kânun hâkimdir. Tâ deryaya varıncaya kadar…
Gerçi her kabın dolunca, doldum, demesi tabiîdir. Fakat bir fincanın bir kazana nisbetle doldum diyip övünmesi ne kadar gülünçtür.
İşte, bu alış ve istidat sebebiyle, herkese kabiliyetine göre tecellî vâki’ olur. Fakat azamet-i ilâhiyyeye nihayet yoktur. Öyle olmamış olsa, Hazret-i Resûl-i Ekrem ‘Yâ Rabbî senin marifetini hakkıyle bilemedik’ buyurur muydu?”

 

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 17)

********


Her ihtiyâcın üstünde olan aşk ihtiyâcına neden herkes aynı ölçüde arzulu ve istekli olmuyor?
— “İlâhî saltanatın zuhuru zıtlar iledir de onun için. Her ihtiyaç da istidat ve kabiliyete göredir. Meselâ İstanbul vilâyetini aşk farzedelim. Bu vilâyetin valisinden en küçük memuruna kadar her kademede birçok hizmet erbabı mevcut. Defterdarı, muhasebecisi, husûsî kalem müdürü olduğu gibi, belediye memuru, polisi, jandarması hattâ süprüntücüsü de var. Kendilerine göre birer mevkie ve isme sahip olan bütün bu kadro, hep aynı vilâyetin lüzumlu elemanları. Fakat bunların hepsi birden, valinin muavini olmak isteseler, bütün kalabalığın vilâyet merkezinde toplanması ve aynı işi yapması lâzım geleceğinden, teşkilât ve nizam derhal alt üst olmaz mı?
Halbuki bunların hepsi de aynı vilâyetin yukarı veya aşağı kademeden vazifelileri, memurları. Yâni o merkez etrafında hisselerine ve liyâkatlarına düşen tecellîye sahip âşıklar… fakat o merkezin, kendi ihata ve kudretine göre uhdesine vermiş olduğu derecede kalmaya mecbur. Tâ ki çark dönsün, nizam bozulmasın.
Bunun gibi herkes de ilâhî mâşûka nedîm olmayı istese dünyâdan maksut hâsıl olmaz ve Hakk’ın saltanatı zuhura gelmezdi.”

Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 36

 

************

 

– Mesnevî-i Şerif’de de dişleri çıkmamış bir çocuğa ekmek yahut et yedirebilir misin? Ama dişleri çıkınca o bunları kendiliğinden ister, buyuruluyor.
– “‘Öyle ya… bir süt çocuğuna vakitsiz elemek vermek hazımsızlığına belki de ölümüne bile sebebiyet verir. Yâni, bir kimseye, kaldıramayacağı sözleri söylersen îmânını kaybetmek tehlikesine düşer. İşte bunun için Resûlullah Efendimiz ‘Halka, akıllarının yettiği dereceden söyleyiniz, kendi aklınızın yettiği mertebeden değil…’ buyuruyor. Çünkü herkes aynı istidat ve kabiliyeti hâiz değildir.”

Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 84

Editörden (Şubat 2017)

Merhaba Dostlar,

Her nefes gönlümüzden kalemimize dökülen ve kâğıtlara saçılan kelâmlarımızı paylaştığımız kıymetli dostlarımız!

“Şükür” konulu Şubat 2017 sayımıza hoş geldiniz.

Bu sayı bizim için çok özel bir sayı oldu. Nedenini siz dostlarımızla da paylaşmak istiyorum. Biz Her Nefes yazarları olarak oldukça uzun zamandır birarada bulunan ve iyi dostlardan oluşan bir ekibiz. “Şükür” sayısı hakkında konuşmak için biraraya geldiğimizde konu gereği, ne kadar çok şükredecek sebebimiz olduğunu ve bizim bunlara ne kadar az şükrettiğimizi konuştuk. İşte tam da bu noktada yıllardır süren dostluklarımızı, ailelerimizi, sahip olduklarımızı, kıymetini bildiklerimizi ve kıymet bilmekte zâfiyete düştüğümüz zamanları hatırladık. Anılarımızı, hallerimizi ve birlikte geçirdiğimiz zamanlarımızı düşündük, konuştuk ve paylaştık. Bu fikir alışverişi bizi bizle yüzleştirdi. Velhasıl bu sayı bizler için de etkileyici bir sayı oldu.

Sayımızda neler var derseniz, neler yok ki diye cevap verebiliriz. Öncelikle hâlimize şükür var. Sonrasında sahip olduklarımıza, olamadıklarımıza, öğrendiklerimize, öğretenlere, daha doğrusu öğretenlerin ve öğrenilenlerin en mükemmeli olan Rabbimize, peygamberimiz Ahmed Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) ve dinimize şükretmek var. Özetle, bizler gibi eksik ve yetersiz olsa da her şeyden biraz var.

Elbette konusu şükür olan bu sayımızı hazırlarken hatamız, eksiğimiz ve kusurumuz olmuştur. Siz kıymetli okuyucularımızın hoşgörüsüne sığınıyoruz ve sürç-ü lisan ettiysek affola diyoruz. Bir sayımıza daha kavuşmanın şükrü ile Şubat sayımıza safâlar getirdiniz.

Sohbetler (Şubat 2017)

Şükrün mânâsından söz açılması üzerine:

– “Yalnız dil ile şükreylemek, tam şükür demek değildir. Şükür, çalışmaktır. Hakk’n hoşlandığı her yerde ibretle Allah’ın azametini seyreylemektir. Şükür ailesinin hizmetinde bulunmaktır. Kulağınla, fena ve harama müteallik bir şey dinlememek; elinle, Allah’ın rızâsının hâricinde bir şey tutmamak; ayağınla, yine o rızânın olmadığı bir yere teveccüh etmemek; hâsılı bütün varlığını Hakk’ın rızâsında kullanmak şükretmek demektir.

Meselâ bir sarhoş gördün. Sarhoş, rezil… Bak şu adamın hâline… Başı da hiç secdeye gelmiyor… deme. Yâni ayıplama! Yâ Rabbî, şu kuluna hidâyet et, beni de bu halden muhafaza et… Bilirim, istersen bir anda beni onun hâline, onu da benim hâlime koyarsın. Yâ Rabbî sana sığınıyorum. Koru beni, buna da hidâyetini ihsan et! diye Allah’a yalvar.

Böyle yapmaz da o kimseyi ayıplarsan, hem onu gıybet etmiş hem de kendini beğenerek şeytanlık sıfatını giymiş olursun. Hulâsa şükür, benliğe düşmemek, yâni kendini beğenmemek, Allah’tan gelen lütuf ve kahrı hoş görmek, Allah’ın verdiği sefayı da cefâyı da tatlı karşılamaktır.”

(Kenan Rifâî, Sohbetler, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, 2011, s. 398)

******

Hazret-i Davut öyle demiş: Yâ Rabbî ben sana nasıl şükredeyim? Çünkü şükür de senden bir nimettir. O nimete de ayrı şükür lâzımdır. Bunun üzerine buyurulmuş ki: Yâ Davut, şükre iktidarın olmadığını, aczin bulunduğunu bilmek asıl şükürdür.

Şükür üç türlü olur. Biri kalp şükrü ki, kalbin, nimetin nimeti vericiden olduğunu bilmesidir. Yâni maddî olsun, manevî olsun, nimetlerin Allah’tan olduğunu bilmek kalp şükrüdür.

Biri de lisan şükrüdür ki, nimeti vereni lisanla medhetmektir.
Üçüncüsü ise âzâ ile şükürdür ki, bu da Allah’a itaat ve ibâdet etmektir. Fakat bu şükürlerden asıl olan, kalp şükrüdür.

Şükür üç kısım olduğu gibi, aynı zamanda üç derecedir. Birinci derece, senin için makbul olan, hoşuna giden şeylere şükretmektir. Bu şükürde avam da havas da dâhildir. Meselâ evlât sahibi olmak, işi ilerlemek, maaşı artmak gibi, hoşlanılan hâdiselere şükretmektir.

İkincisi, sevdiğin ve sevmediğin şeyleri bir tutarak, Hak’tan her ne gelirse ona razı olmaktır. Ama bu her kişinin kârı değildir.

Üçüncüsü ise, nimeti veren Allah Zülcelâl’de o kadar müstağrak olmak ki, nimeti görmeye bile vakti olmamaktır, ki şükrün asıl mânâsı budur. İşte, bu şükür sahibinin önünde bende ol, yok ol.”

(Kenan Rifâî, Sohbetler, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, 2011, s. 315)

Sohbetler (Kasım 2016)

Nefsi kirlerinden arıtan, ancak sıdk ve ihlâstır. İhlâs, her bir umurunu Allah için yapmaktır. Her yaptığın işte, karşında Allah’ı görmezsen ihlâsta bulunmuş olmazsın.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 171)

***

Biz ne isteriz de sen vermezsin? Senin için güçlük yok. Nur ve zulmet, akşam ve sabah da yok… Yâ Rabbî bizden murâdın ne ise bize onu müyesser eyle… o murâdın kullarında ihlâs ve safâ ve ahidlerinde sıdk ve vefâdır, ondan ayırma!

Bizi senin benliğine benliksiz eriştir ki sıfatınla sıfatlanalım. Bizi bizsiz senden sana ulaştır ve şükrün yolunu bize müyesser et ki tâat ve hizmette seninle olalım.

İlâhî, yüzümüzü îman ve İslâm kıblesinden, ayağımızı tevhîd ve îkan yolundan ayırma. Yâ Rabbî, bizi senin murâd ettiğin doğru yolda eyle. İlâhî, hıfzınla iffet, aşkınla gınâ ve devlet ihsan et ve hidâyete erdirdikten sonra dâllîn ve mağdûbînden eyleme.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 173)

***

  Elverir ki kerîmlerin eteğine sıdk ile yapışasın, kendi bildiğinden geçip onun bildiğine sıdk ile sarılasın.” 

Sabîha Hanımefendi:

  Sahibin lutfuna kalmış bir iş… Çalışmakla olmuyor ki….

  Peki ama, hazırlanmış, pişmiş ve önüne gelmiş bir yemeği bile elini uzatıp alıyor ve lokmayı ağzına koyduktan sonra da çiğneyip yutuyorsun. Bu yolda da azıcık kımıldanmak ve emek sarfetmek lâzımdır Sabîhacığım. Yâni bir mânâda istemeği bilmek lâzımdır. Bu kabiliyeti bu istîdâdı hazırlamaya çalış… Verecek olan Allah’tır.

Meselâ üşüyeceğini biliyor giyiniyorsun. Seni zemmederlerse bunun acısı günlerce içinde kalıyor, bir türlü unutamıyorsun. Medheder-lerse de sevinmeyi biliyor, bunun zevkini de kaç gün içinde gezdiriyorsun. Bunları da ben mi yapıyorum? Mademki sende bir kuvvet var. Onu da kendin kullan. Mademki sende tedbir, sonunu düşünme, hoşnutluk veya hoşnutsuzluk hisleri vardır, o halde cüz’î irâde de var demektir. Sen bunları sarfet. Esas cihetlere karışma, yapabileceklerini yap. Ben senden bunları istiyorum. Esas sahiptedir, sende değil.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 266)

***

Vefakâr olmaktan konuşulurken, söz, Erenköyü’nde yaz mevsimini içinde geçirdiğimiz Doktor Suphi Neş’et Bey’in köşkünün bahçesindeki ceviz ağacına intikâl etti. Hocamız bize dâima

–  “Vefâ, Allah’ta ve Allah’ın sevgililerindedir,”

demiş ve her söylediğini işlemesine alışmış olduğumuz için bu hükmünü de hareketleri ile doğrulamak ve isbat eylemekten geri kalmadığını göstermiştir. İşte, havalar sertleşmiş ve yazlıktan Konağa nakledeli bir hayli zaman geçmiş olduğu halde, bir gün Erenköyü’ne gidip ceviz ağacını ziyaret etmek arzusunu gösteren Hocamız:

–  “O bana yazın süt annelik etti. Meyvesinden yedim. Şimdi gidip
ağacı okşamak isterim,” diyerek İstanbul’dan Kadıköyü yakasına geçip ağacı ziyaret eylemiştir.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 451)

 

CEMÂLNUR SARGUT‘un Ders Kayıtları Sizin İçin SOUNDCLOUD’da…

Bilgisayar, cep telefonu ya da tabletten Ses Arşivi menüsüne tıklayarak Cemâlnur Sargut’un 2015 ve 2016 yıllarındaki tasavvuf, Mesnevî ve Fusûsu’l Hikem derslerinin ses kayıtlarını ücretsiz olarak dinleyebilirsiniz.

SoundCloud uygulamasını cep telefonunuza indirerek de sözkonusu kayıtlara ulaşabilirsiniz. Bilgisayar ya da cep telefonu üzerinden oynatma listeleri oluşturabilir ve dilediğiniz ses kayıtlarını internet ortamında paylaşabilirsiniz.

Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, Açılış Töreni

ABD ve Çin’deki İslam Araştırmaları kürsülerinden sonra Japonya’da Tasavvuf Araştırmaları Merkezi kuruluyor.

Türk Kadınları Kültür Derneği ve Kerim Vakfı’nın girişimleri ile Japonya’nın Kyoto Üniversitesi’nde kurulan Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezinin resmi açılış töreni 6 Mart Pazar günü Japonya’da gerçekleştirilecektir.

TÜRKKAD İstanbul şubesi başkanı, Kerim Vakfı kurucu üyesi ve tasavvuf araştırmaları ile tanınan Cemalnur Sargut’un girişimleriyle Japonya’da açılan bu araştırma merkezi yurtdışında kurulan üçüncü merkez olma özelliğini taşımaktadır.  2009 yılında ABD North Carolina Chapell Hill’de, 2011’de Çin Pekin Üniversitesi İleri Beşeri Bilimler Enstitüsü’nde Ken’an Rifai İslam Araştırmaları Kürsüleri kurulmuştu. Kyoto Üniversitesi ise akademik camiada yürütmekte olduğu üst düzey araştırmaları ile tanınmaktadır ve Japonya’nın ilk üç üniversitesi içinde yer almaktadır.

TÜRKKAD ve Kerim Vakfı tarafından başlatılmış olan girişimle kurulan Kyoto Üniversitesi’ndeki Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi ile Japonya’da İslam alanında yapılan çalışmaların derinleştirilmesi ve tasavvuf araştırmalarının artırılması hedeflenmektedir. Merkezin eğitim alanında iki ülke arasında karşılıklı kurumsal anlayış ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine de katkı sağlaması beklenmektedir. Merkezin direktörlüğüne Kyoto Üniversitesi Asya ve Afrika Çalışmaları Fakültesi öğretim üyesi, aynı zamanda üniversitenin İslam Araştırmaları Merkezinde araştırmacı olarak görev yapmakta olan Prof. Yasushi Tonaga atanmıştır. Prof. Tonaga, İbn-i Arabi uzmanı olarak tanınmaktadır. Özelde Osmanlı dönemi olmakla birlikte tasavvufî düşünce ve hareketler konusunda çalışmalar yapmaktadır. Prof. Yasushi Tonaga iyi derecede Türkçe bilmektedir.

Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi’nin resmî açılışı 6 Mart Pazar günü Kyoto Üniversitesi’nde, üniversite yetkilileri, TÜRKKAD ve Kerim Vakfı yöneticilerinin katılımı ve Türkiye’deki akademik camiadan tanınan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Doç. Dr. Osman Nuri Küçük, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Özel’in yanı sıra açılış izlemek için Türkiye’den gelen basın mensuplarının da yer aldığı bir tören ile gerçekleştirilecektir. Törene Japonya Büyükelçisi Ahmet Bülent Meriç Tokyo’dan katılacaklardır. Törende dekan Prof. Yasushi Kosugi, Türkiye Büyükelçisi Ahmet Bülent Meriç ve Cemalnur Sargut açılış konuşmaları yapacaklardır. Ardından Prof. Yasushi Tonaga ve Türkiye’den Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın tasavvuf başlığı altında yapacakları konuşmaları  ile törende yer alacaklardır.

Kyoto Üniversitesi Ken’an Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, Açılış Töreni 06 Mart Pazar günü Türkiye saati ile saat:09:00 ‘da http://kerimvakfi.org/pg/canli-yayin sayfasından CANLI yayınlanacaktır.

Tarih: 06 Mart 2016 Pazar saat: 9:00
Yer:  Kyoto Üniversitesi

Portföy Ögeleri