Efendim

Ken’an Rifâî  ismini ilk duyduğumda 29 yaşında idim. Günlük hayatın içinde pek çoğumuzun takip ettiği eğitim silsilesini tamamlamış, yaşamımı idâme ettirmek için çalışmaya başlamış,  iş, ev, aile, arkadaşlar, yıllık tatiller arasında geçen bir hayat sürmekteydim. Hayatımdaki önceliğim iş hayatım, sonra da kendi rahatım idi. Belli ahlâk kuralları çerçevesinde yaşamaya çalışırken her gece uyumadan önce kelime-i şehâdet getirmek dışında pek de dinî aktivitesi olmayan biriydim.

 

Dinî kaidelere uygun yaşam, benim için daha çok toplumdan uzaklaşmak ve bulunduğum çevreden çok farklı bir hayat tarzı içine girmek anlamına geliyordu. Din, doğrusunu söylemek gerekirse, pek de üstünde durmadığım, biraz da bana uzak olduğunu düşündüğüm bir konu idi.

 

Sonra bir gün Kendilerinin ismini duydum, O’nu seven insanlarla tanıştım. Bana ve kılmadığım namaza, bilmediğim dinî konulara hiç değinmeyen bu insanların arasında konuşmaları dinlemeye başladım. Ken’an Rifâî Hazretleri’nin yaşamına ait kıssaları huşû içinde dinlerken, O’nun ve çevresinin resimlerini hayranlıkla incelerdim. Ne kadar şık giyindiğini, ne güzel ve özenle hazırlanmış sofralarda yemekler yediğini, O’nu kuşatan çevrenin ne kadar aydınlık, ne kadar nezih olduğunu uzun uzun inceler ve sergiledikleri sükûnetli duruşu düşünürdüm. Ken’an Rifâî Hazretleri, zihnimde oluşmuş dindar insan imgesinden çok farklı bir görüntü sergiliyordu. Zannederim O’nun görüntüsü idi beni ilk önce O’na çeken, söylediklerini aktaranları can kulağı ile dinlememe ön ayak olan ve kendimi yakın hissetmemi sağlayan… Temiz, şık, çağın getirdikleri ile uyumlu.

 

Bu çekiliş döneminde kendimi alamadığım başka bir konu ise bakışları idi. Bir resmini görmüştüm; gözlerinde heybet, yumuşaklık, bir yandan çok tanıdık bir ifâde, bir yandan ise hiç erişemeyeceğim birinin vakarı vardı. Bu resmin önüne geçip gözlerinin içine bakardım. Ne olduğunu anlayamadığım bir çekim yaşardım bu vesikalık resme bakarken.

 

Bir de başka bir resmi vardı, üzerinde takım elbisesi, yeşillik bir alanda seccâde yaptığı pardesüsü üzerinde namazını bitirmiş, duâsını ederken çekilmiş. Zannederim, din hakkındaki önyargılarımı neyin yıktığını sorsanız “bu resim” derdim. Namaz, hayatın içinden bir sahne idi, gayet olağan olan. Çok defalar kendimi o piknik alanında O’nun yanında hayal etmişimdir. “Ne gariptir, bir insanın bir fotoğrafa kendini bu kadar yakın hissetmesi” demiştim kendime pek çok kez. Benim için rasyonel dünya içinde alışılmamış hislerdi bunlar…

 

Bu anlattığım günlerin üzerinden şimdi yıllar geçmiş durumda. Bunca yıl sonra, bana Kendisini anlatmamı isteseniz:

 

Çok ama çok affedicidir, derim. Bir baba müşfikliği ile bize defalarca iyiyi ve doğruyu anlatan, hatâ yaptığımız zaman hatâmızla bizi yüzleştirmeyecek kadar asil, yüce gönüllü. Aynı hatâyı tekrar işlemememiz için yol gösterici, bizim dâimâ iyiliğimizi isteyen, kendi istek ve arzusu olmayan…

 

Allah’ın Kur’an’daki âyetlerini günlük olaylar içinde şerh eden, zoru kolaylayan, uzağı yakınlaştıran, bilinmeyeni âşinâ eden…

 

Durmaksızın Allah’tan, Allah aşkından dem vuran, Allah’ı sevmenin kulu sevmek olduğunu, halka hizmet olmadan Hakk’a hizmetin olamayacağını söyleyen, önce kendimi sonra başkalarını sevmemi, pek sevemediklerime de hürmet etmem gerektiğini öğreten …

 

Bana Ken’an Rifâî Hazretleri’ni sorsanız:

 

Mavi kocaman bir deniz gibi olduğunu söylerim size. İçinde nice âlemler barındıran, oysa dışarıdan sâkin ve olağan görünen…

 

Sonra O’nun toprağa benzediğini söylerim. Hakkında ne derseniz deyin, toprak gibi sükûnetli, muhkem, emin ve kucaklayıcı.

 

Toprak ya da deniz yetmez, gökyüzü olduğunu söylerim. Ne olursa olsun bizi kuşatan, kuşatmaktan ve sarıp sarmalamaktan vazgeçmeyen…

 

Bana O’nu sorsanız, bakışlarını bir kez hissedenin bir daha unutamayacağını söylerim. Vefâtından yıllar sonra bile nice gönüllerde aşk ateşi yakmaya devam eden, Allah diyen, Allah dedirten vücudunu o güzel Yaradan’ın aşkında yakmış, yok olmuş bir sultan olduğunu söylerim size… Bana Allah’ı öğreten, İslâm’ı anlatan, içime huzur, aklıma sükûnet, hayatıma düzen getiren… Dinî vecibeleri görev duygu ile değil de coşku ile yapmamı temin eden.

 

Bana O’nu sorarsanız, bir an durup gülümserim. Size dilim döndüğünce O’nu anlatırım, ve bilirim ki benim âciz kelimelerim kuru, O’nun kelimeleri diri.

 

Öylesine diri ki bugün bile pek çoklarının kalbine Allah aşkını nakşeden, kalpleri Allah aşkı, iman ve zevkle dolduran… Varlığı için şükrettiren…

 

The following two tabs change content below.

Yeşim

Allah istedi bir gün doğdum, kader ne icap ettirdiyse yaşadım ve Allah'ın takdir ettiği vade gelinceye kadar da onu yaşayacağım. Gerisi teferruat. Allah kendisinden razı olanlardan ve kendisinin razı olduklarından kılsın.

Son Yazıları: Yeşim (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın