Başlıksız

“Mâh-ı Muharrem oldı meserret harâmdur

Mâtem bugün şerî’ate bir ihtirâmdur”

 

(“Muharrem ayı geldi, sevinç haramdır. Bugün yas tutmak şeriata saygının bir ifadesidir”)

Hadîkatü-s Süedâ – Fuzûlî

 

Kaynaklarda “muharrem” kelimesinin Arapça’da yasak mânâsına gelen haram kelimesinden türetildiği belirtilmektedir. İslâm tarafından hicrî yılbaşı olarak kabul edilmiş, Câhiliye Devrinde dahî hürmetli olan bu ay, yasak ay olarak kabul gördüğü için savaş, husûmet gibi mevzular bu aya saygıdan ötürü vukû bulmamış. Ne kadar ironik değil mi?!

Bu ay içinde neredeyse her peygamber Allah’ın bir mûcizesine tanık olmuş, sayısız önemli olay cereyan etmiş; lâkin sanki hiçbirisi ümmet-i Muhammed-i âl-i abânın en küçüğü, Ey Ehli Beyt! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” (Ahzab, 33) âyetinin şerefli muhatabı, Kerbelâ’nın “galiptir, bu yolda mağlup” lideri Hz. Hüseyin’in (r.a.) şehâdeti kadar etkili olmamıştır. Vukû bulduğu tarihten günümüze kadar etkisini İslâm coğrafyasında hissettirmiş, üstüne sayısız kitap, şiir, ağıt, mersiye yazılmış, bir ümmeti belki de kıyâmete kadar fikir olarak sonsuza kadar bölmüş. Kendi karısının verdiği zehirli tatlı yüzünden öldürülen abisi veya câmi avlusunda suikaste kurban giden babası, kendisinin şehâdeti kadar tesir etmemiş İslâm coğrafyasına. Susuz kalan bebeler, birbirlerinin gözleri önünde can veren kardeşler, babalar, dostlar, Kûfe’de, Şam’da sanki bir zafer âbidesiymiş gibi gezdirilen Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in okşadığı, öptüğü, sevdiği, Kerbelâ’nın kızgın çöllerinde garip bırakılmış o mübârek vücuddan esir alınmış baş, daha çok etkilemiş vicdanları sanki. Etkilemiş etkilemesine de müslümanlar sadece etkilenmişlikleriyle kalakalmışlar, tıpkı şanlı kitap Kur’an’da anlatılan târihî öykülerin sûretinde kalıp mânâlarını anlamaya çalışmadıkları gibi, bu büyük olayın da mânâsından bir ders çıkaramamışlar, yüzyıllarca ve günümüzde de zâhirî kavgalarına devam etmiş, bâtınî kavgalarını unutmuşlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) inananlara büyük “cihad”ı, yani nefse karşı durmayı öğütlemiş, bunun da herhangi bir zâhirî cenkden daha zor olduğunu, zamanla kor hâline geldiğini, bir müminin esas gayesinin nefsine karşı dik durarak ahlâkını bütünlemesi, namaz, zekât, oruç gibi ibâdetlerin bu kutsal hedef için araç olduğunu bildirmiştir. Bu böyle olmasaydı der miydi zaten Efendimiz (s.a.v.) “Ben güzel ahlâkı tamamlamaya geldim” diye?

Ken’an Rifâî Hz. (k.s.) de şöyle buyurmuşlar: “Ehl-i Beyt’e muhabbet, onların yolundan gitmekle olur“. Hattâ örnek olarak “Sana Hz. Hüseyin (r.a.) için ölüm teklif etmek değil, bir sigaranı bırak, hattâ içtiğini yarıya indir desem yine yapamazsın. Bir dumana esâretten kurtulamıyorsun, ötesini sen var kıyas et” demişlerdir. Kerbelâ hâdisesini anlatan yazar Ahmet Turgut, kitabı Aşkın Şehidi’nin önsözüne şu kıtayı nakşetmiş: “Kerbelâ’yı uzaklarda arama. Bu hikâyenin Yezid’i sana her dem kötülükler emreden ve yeryüzünde nifak çıkartıp kan döken nefsindir. Zoru gördükçe dostlarını yarı yolda koyan Kûfeliler, maslahat gözeten aklındır. Arına paklana yücelen ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan Hüseyin, Allah katından sana üflenen ruhtur. Unutma! Seni yaratan Yezid’i de, Kûfelileri de, İmam Hüseyin’i (r.a.) de var edendir.”

Bugün hâlen Suriye’de, Irak’ta, Kuzey Afrika’da, Müslüman coğrafyasının çoğunda bir taraf öldürürken “Allahu ekber”, diğer taraf ölürken “Allahu ekber” ve biz buna şâhit olup izlerken “Allahu ekber” diyorsak, Allahım bizi affet! Biz ne Sana, ne de bizim idrâkimizi açmak için o Kerbelâ çölüne şehâdete doğru yola çıkan kutlu Peygamber’in (s.a.v.) mübârek torununa lâyık olamamışız. Lâyık olabilmek için, durup düşünmek için, nefsimizi dizginlemek, mânâyı anlamak için sen bizim idrâkimizi aç Allahım. Âmin.

 

 

The following two tabs change content below.

Mehmet Can Taşçı

Son Yazıları: Mehmet Can Taşçı (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın