Aklı Çıkar Aradan, Görünür Olsun Yaradan

Biz sıradan insancıklar yüksek mânevî deneyimler ve kerâmetler ile yaratıcıyı görmeye, deneyimlemeye istekliyizdir genelde. Çoğunlukla bu kerâmetleri “insanüstü”nü ya da “insanötesi”ni deneyimleyen insanlarda buluruz. Bizim gibi iki gözü, iki kulağı, bir burnu olan “normal” insanların ortaya koydukları işler ve olağan dışı performanslar karşısında şaşakalırız ve bu hayretimizi kültürümüzün bize aşıladığı edeple “Allah’ın büyüklüğü”nün bir göstergesi olarak düşünür ve dile getiririz. Kimi zaman da “dâhi” olarak adlandırırız ve kendimizi güvenli bir şekilde soyutlarız bu “insanötesi” deneyimlerden.

Ne var ki son yıllarda yapılan araştırmalar “dâhi” bazen de “çılgın” dediğimiz bu insanların temelde bizden çok da farklı olmadıklarını ve onların beyinlerinde ya da bedenlerinde sadece onlara özgü olan bir özelliğin olmadığını ortaya koymaktadır. Peki o halde neden ben de bir Arşimet, bir Itrî, bir Hazerfan, bir Michalengelo olamıyorum? Eğer aynı hammadde, aynı malzeme ile yaşıyorsam aramızdaki bu farkı doğuran ne? İşte bu soruyu sormak için gerçekten insanın içinde bir rahatsızlık duyması gerekiyor. Sinan Canan Hocamın da ifadesiyle bu süreç önce “rahatsız bir zihin”e sahip olmakla başlıyor. İşin şakası bir yana, birtakım insanlar bu “rahatsızlık”la yola koyulup muazzam şeyler farketmiş gibi görünüyorlar.

Buna “Akış” ya da “Akışta olma” adını veren ve benim daha hâlâ adını bile doğru söylemeyi  başaramadığım Mihály Csíkszentmihályi’ye göre bu hal, kişinin tamamen yaptığı şeye derin bir şekilde odaklanması olarak tanımlanıyor. Tamamen odaklanmış süper yüksek bir motivasyon! Duygusal anlamda kişi aslında yaptığın şeyin zevkiyle tamamıyla kendinden geçiyor. Akışta olma hâlini daha sıklıkla deneyimleyen kişiler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar bu hâlin bazı karakteristiklerini şu şekilde ifade etmektedir:

  • “An”da olma
  • Derin bir odaklanma hâli
  • Kendi tarzını ortaya çıkartma
  • Yaptığı şeyi iyi biliyor olma

Bu dört özellikten sonuncusuna baktığımızda akış hâlinin ortaya çıkabilmesi için kişinin o şeyi daha önce yapmış olması ve iyi biliyor olması lâzım. Malcolm Gladwell’in ustalık için 10 bin saat pratik gerektiğine dair teorisi burada geçerli olurken yine akış hâli üzerine yapılan çalışmalar bu deneyimin pratiğe de yansıdığı durumlarda ustalığın pratik saatini neredeyse yarı yarıya azalttığına işaret etmektedir. Yani akış hâlinin öncesinde mutlaka bir gayret ve öğrenme var. Diğer bir unsur olarak kendi tarzını ortaya koymak şart. Kişinin akışta olmayı deneyimlemesi tamamen onun kendi özgün tarzıyla mümkün.

Bununla birlikte aslında akışta olma, biz “sıradan” insanlar için de çok yabancı olan bir durum değil. Bir şeye konsantre olarak zamanın nasıl aktığını fark etmediğimizde, çok zor bir problemi üzerinde doğru düzgün düşünmeden bile çözdüğümüzde, çok riskli bir durumda inanılmaz kısa sürede en doğru kararı verebildiğimizde hep kendimize hayret ederiz ya… İşte o anlarda bizler de akışta olma deneyimini yaşıyor oluyoruz.

Atletler, adrenalin sporları ile uğraşanlar ve sanatçılar gibi daha göz önünde olan insanlarla yapılan çalışmalarda, akış hâlini deneyimlemenin ön koşullarına, tetikleyicilerine ve aşamalarına dair pek çok veri toplanarak birtakım çıkarımlarda bulunulmuş. Buradaki çalışmaların esas amacı ise insan potansiyelinin maksimum seviyede ortaya çıktığı bu hâli kazâra yaşanan bir hâl olmaktan çıkarıp herkesin ihtiyaç duyduğu anda deneyimleyebileceği bir tecrübeye dönüştürebilmek. Akış hâlinin ardındaki kimyasal, biyolojik ve psikolojik yapılar araştırılmaya devam ediyor. Hangi nörotransmiterlerin (sinir ileticilerinin)  hangi aşamalarda devre girip çıktığı ve beynin hangi alanlarındaki aktiviteyi yükseltip hangilerindeki aktiviteyi düşürdüğüne dair pek çok bulgu var. Bunların bir kısmı biraraya gelerek derin odaklanma sağlarken bir kısmı mutluluk ve keyif hissini oluşturuyor. Bu nörotransmiterlerin akış sırasında beynin ön kısmındaki aktiviteyi azalttığı yani bilinçli düşünmeyi baskıladığı çeşitli görüntüleme teknikleriyle görüntülenmiş durumda. Başka bir ifadeyle “akış” deneyiminin yaşandığı ve insan potansiyelinin insanüstü seviyede ortaya çıktığı durumlarda, tasavvufta akl-ı meaş olarak bilinen ve sadece dünya işine eren, kıyaslamalı, rasyonel akıl devreden çıkıyor. İşte tam da bu noktada başka bir akıl öne çıkıyor, öyle bir akıl ki milisaniyeler içerisinde binlerce veriyi işleyip ölüm-kalım anlarında en doğru kararları vermemizi sağlıyor ya da daha önce eşi benzeri görülmemiş sanat eserleri üretmemizi, kimsenin tahayyül edemeyeceği bilimsel buluşlar yapmamızı sağlıyor. Aslında insanlık olarak yol kat etmemizi, sıçrayışlar yapmamızı sağlayan akıl da bu akıl gibi görünüyor. Yine tasavvufta öğrendiğim kadarıyla buna akl-ı mead deniyor ve dünya işine eren aklı aradan çıkardığımızda sanıldığı gibi akılsız kalmayıp mutasavvıfların adına küllî akıl ya da ilâhî akıl dedikleri bir başka akılla başbaşa kalıyoruz. Bir anlamda yazının başlığındaki gibi aklı aradan çıkarıp yaratanı, onun muazzamlığını ve ondan bize yansıyan potansiyeli görebilir, deneyimleyebilir oluyoruz.

Roma’daki Sistine Şapel’e gidenler ya da resimlerini görenler tavanda Tanrı’nın Âdem’e dokunarak onu yarattığı meşhur freski hatırlayacaktır. Kimbilir belki de her “akış” deneyimi o temasın yeniden yeniden –farkında olalım olmayalım-  yaşanması ile insanlığın her an yeniden yaratılmasıdır.

 

The following two tabs change content below.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın