Dede Efendi’yi Anlamak
Seneler önce ney dersleri alıyordum. Her hafta Cuma akşamları yaklaşık on kişilik bir grup halinde hocamız Salih Bilgin’le ders yapıyor, derslerin sonunda da sohbet ediyorduk. Bu derslerden birinde kulağımızın musikiye alışması için kimleri dinlememizi tavsiye edeceğini sorduk hocamıza. Türlü isimlerden bahsederken bir arkadaşımız “Dede Efendi’yi de dinleyelim mi?” diye sordu. Salih Hoca herkesi şaşırtan bir cevap verdi: “Hayır, dinlemeyin”. İlk önce bu cevabı duyduğumuza emin olamadık. Soruyu tekrar soracaktık ki hocamız devam etti: “Sizin kulağınız Dede Efendi’nin müziğini dinlemeye henüz hazır değil. Daha çok çalışmanız, müzik kulağınızı geliştirmeniz gerek. Ancak o zaman üstâdı dinleyebilirsiniz. Erkenden dinlemeye kalkarsanız o müziği anlayamaz ve ona layık olduğu takdiri gösteremezsiniz. Belki Dede Efendi’den soğursunuz bile”.
Evet, bazı şeylerin kıymetini anlayabilmek için idrakımızın belli bir seviyede olması gerekiyor. Fakat kıymet biçmek deyince aklımıza hep değeri âşikar şeyler gelir. Oysa hergün gözümüzün önünde olan ve değerini idrak edemediğimiz o kadar güzellik var ki…
Selamsız’da, Kâtibim Azîz Bey Sokak’ta Muhsin Baba Cumartesi akşamları sohbet yapardı. Bu sohbette daim olanlar arasında Mehmet Amca da vardı. Her Cumartesi gelir, sohbeti dikkatlice dinler, çok gerekmedikçe de konuşmazdı. Sohbeti dinlerken gözümün hep ellerine takıldığını hatırlıyorum. Yıllarca demirci ustası olarak çalışmış Mehmet Amca’nın elleri hayatını özetler gibiydi. Çok çalışmış, yorulmuş, hırpalanmış ama hala dinç ve güçlü. Yine bu Cumartesi akşamlarından birinde, konunun nereden açıldığını hatırlamıyorum ama bu yaşlı demirci ustası konuşmaya başladı. Bir önceki gün, torunları onu Salacak’ta, boğaz kenarında bir çay bahçesine götürmüşler. Mehmet Amca önce denize, sonra gökyüzüne ve etrafına hayret içinde bakmaya başlayınca torunları ne düşündüğünü sormuşlar. Mehmet Amca “Ne muazzam bir yerdeyiz! Şu deniz ne hârikulâde, martılar ne kadar muhteşem!” demiş. Bunu duyan torunları, “Dedeciğim ne şanslısın; böyle küçücük şeylerle mutlu olabiliyorsun. Seni mutlu etmek ne kolay!” demişler. Dürüst olmak gerekirse hikâyenin buraya kadar olan kısmını duyunca ben de torunları gibi düşünmüştüm. Mehmet Amca’yı mutlu etmek ne kadar da kolaydı. O ise anlatmaya devam etti: “Bu deniz sizin için küçük bir şey mi? Bu gökyüzü sizin için küçük bir şey mi? Tüm bunlara bakıp hâlâ bunların küçük şeyler olduğunu nasıl düşünebiliyorsunuz? Sizin için büyük şeyler nedir, ben de onu merak ediyorum.” Hakîkaten de daha büyük, daha muazzam ne olabilirdi?
Çok uzağa gitmeden, hemen sokağımızda dahi görebileceğimiz kediler, karıncalar, bahçede biten otlar, kendi kendine senelerce ayakta kalan ağaçlar, mevsim mevsim değişen bitkiler, çiçekler… Her birinin güzelliğini layıkıyla takdir edebilmek için belki bir ömür boyu seyretmek yetmez. Biz ise kendi aklımızca neyimizin eksik olduğunu, nerede kusur olduğunu bulmakta mâhir olmuşuz. Bu muazzam şeylerin güzelliğini idrâk edenlere de “küçük şeylerle mutlu olanlar” diyoruz. Oysa Cenâb-ı Allah “Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir düzensizlik görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların âciz ve bitkin halde sana dönecektir” (Mülk 3, 4) diyor.
Dede Efendi’nin musıkîsi her tarafımızı sarmış, yüksek sesle çalıyor. Fakat o musıkînin hakkını verecek kulağımız var mı? Yoksa anlamadığı için onu beğenmeyenlerden miyiz?
Hüseyin Gökhan
Son Yazıları: Hüseyin Gökhan (Profiline git)
- Kayınbabam Ameer Raschid - 31 Aralık 2018
- “FUAT SEZGİN HOCA” - 2 Ağustos 2018
- Kur’an Ayı Ramazan - 7 Haziran 2018
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!