Ahde vefâ, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” âyetinde işâret edilen sözde durmaktır. Bunun çeşitli dereceleri vardır: Avamın ahde vefâsı, Allah’ın vaadini ummak, tehdidinden çekinmek. Seçkinlerin ahde vefâsı, herhangi bir karşılık için değil, verilmiş sözü yerine getirmek için emirlere uymaktır.(…)
Seçkinlerin seçkinlerinin ahde vefâsı, güç ve kuvvet iddiasından uzak durmaktır.
Perde kalkmazdan önce zannederdim ki:
Seni zikreden ve sana şükreden benim
Gün aydınlanınca öğrendim ki:
Sen imişsin zikredilen, zikir ve zikreden
Sevenin ahde vefâsı, kalbini sevdiğinden başkasının yerleşmesinden korumaktır.
Ey kalbimin sâkini!
Kalbimde senden başka bir ikinci yoktur
Niçin ‘kalbimi kırdın’ dersin ki:
Onda ‘iki sâkin’ bir araya gelmez ki
Ubûdiyet (kulluk) ahdine vefâ, kulun eksikliklerin kaynağı olarak kendisini görmesidir. Rubûbiyet ahdine vefâ, bütün kemâlleri Hakk’a ait görmektir. Tasarruf ahdinin korunmasına vefâ, ikrâmlar ve ihsanlar esnasında insanın kulluğunu ve acizliğini unutmamasıdır.
*****
Sûfîler, sadâkatla, hâlis niyetle nefisleriyle mücâhede edeceklerine, murakabe ve tâata bağlı kalacaklarına, nefse ağır gelen şeylerde sabır göstereceklerine dâir Allah’a bey’atle söz verdiler. Nitekim Hak Teâlâ bu gibiler hakkında “İnananlardan Allah’a verdiği sözde sadâkat gösteren nice erler vardır.” (Ahzab, 23) buyurmaktadır.
Sûfiler azim binitlerine binerek uykuyu bırakır, yemek ve içmek peşinde koşmayı terk eder, Hâlîk’in hizmetine koşarlar. Geceleri huşû ile kıyam, rükû ve secdeye varır, oruç tutarlar. Bunlar namazgâhlarında sevdikleri Yüce Mevlâ’nın huzurunda muradları olan vuslata ermek için gözyaşı dökerler, tâ ki kurb ve üns makamına erebilsinler. Bu suretle kendilerine şu âyet-i kerîmenin sırrı zahir olur: İyi ameller işleyenin ecrini zâyi etmeyiz. (Kehf, 30)
Hak Teâlâ, iyi amel işleyenlere âlî (yüce) dereceler, yüksek mertebeler ihsan eder. Hiç şüphesiz Allah’a yakın olana yakın olmak, dolayısıyla Allah’a yakınlıktır. Sevgilinin sevdikleri, yâni onun yanında sevgili olanlar, sevgiliye de sevgili olur. Allah’ın sevdikleri tarafından sevilen, Allah nezdinde de sevilir. Sevgisinin bereketi, onu Allah’ın sevgili
***
Velilerden bir grup, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren erkek ve kadınlardır. Allah kendilerinden razı olsun! Allah onları vefâlarıyla dost edinmiştir. Allah şöyle buyurur: ‘Sözleştiklerinde ahitlerini yerine getirenler.’ Başka bir âyette de şöyle denilir: ‘Onlar, Allah’a verdikleri sözü tutan, sözleşmelerini bozmayan, sözleştiklerinde verdikleri sözü bozmayan kimselerdir.‘ Bizans imparatoru Kayser’in Ebu Süfyan b. Harb’a Hz. Peygamber’in nitelikleri hakkında sorduğu sorulardan biri de ‘Verdiği sözü bozar mı?’ şeklindeydi. Vefâ, Allah’ın seçkinlerinin düsturlarından biridir. Allah’ın tam olarak yerine getirmeyle yükümlü tuttuğu işleri yerine getiren ve bütün hallerinde bunu çoğaltan kişi vefâlıdır ve vefâ göstermiştir. Allah şöyle buyurur: ‘Sözünü yerine getiren İbrahim…’ Başka bir âyette ise ‘Allah’a verdiği sözü yerine getiren kişiye Allah büyük ödül verecektir’ denilir.
Karşısındakileri mağdur etmeyi kendisine bir iş sayan kimseden ahde vefâ beklenmez. Gafil kimsede nur aranmaz. Ahdine vefâsı olmayanın, imanının olması da şüphelidir.
Bir kimseyi asrın allâmesi de görsen, onun zâhirde olan ilim ve mârifetine bakmayıp, Allah’la ve halk ile olan ahdine vefâ edip etmediğine bak. Çünkü ilim, kabuk gibidir; ahde vefâ etmek de o ilmin özüdür.
*****
İmanın ve yakînin zayıf da olsa, bir şey vaad ettiğinde ona sâdık kal. Onu bozma ki, imanın kaybolup yakînin gitmesin. Kalbinde ahde vefâ duygusu kuvvetlendiğinde, bu şekilde hitap olunursun: “Artık sen, bugün bizim katımızda güvenilir ve emin birisisin.”(Yusuf, 54) Bir halden bir diğer hale geçerken hep bu hitap tekrar olunur ve sen özel insanların en özellerinin arasına girersin. Sende bir irade ve istek kalmaz. Hoşuna giden bir iş, kurmak istediğin bir yakınlık, yükselmek istediğin bir mevki kalmaz. Bunları istemekten kurtulursun. İçinde akıcı bir şey duramayacak derecede kırık bir kap gibi olursun. İçinde dünya ya da ahiretten herhangi bir şeyin özlemi, isteği kalmaz. Allah’tan başka her şeyden temizlenir, arınırsın. Allah’tan râzı olur, onun senden râzı olması ile vaad olunursun. Allah’ın fiilleri ile nimetlenir, lezzetlenirsin. İşte o zaman sana bir şey vaad olunur. İçinde o vaad edilen şeye bir özlem ve istek belirirse, o vaad edilen şeyden daha yüce ve daha şerefli bir şeye naklolunursun. Ve o ilk vaad edilen şeye artık ihtiyaç kalmaz. Sana ilmin ve marifetin kapıları açılır. Birinci halden bir sonraki hale intikalinin ardındaki sırlar ve hikmetlere vâkıf olursun. Hâlini korumada ve sırlarını korumada daha bir güçlenirsin. Kalbin rahatlayıp gönlün nurlanır. Diline güç gelir. Herkesçe sevilir hâle gelirsin. Allah’ın sevgilisi olunca, insanlar, cinler ve bütün mahlûklar tarafından sevilirsin.
Mahlûkların sevgisi, Allah’ın sevgisine bağlıdır. Aynı şekilde buğz (düşmanlık) etmeleri de, Allah Teâlâ’nın buğz etmesine bağlıdır. Hiçbir surette senin bir istek ve iradenin olmadığı bu makama ulaşırsan, içinde bazı şeylere karşı bir istek ve irâde verilir. O şeylere karşı istek ve irâde bulunduğunda, o şeyler yok edilip giderilir ve onlardan uzaklaştırılırsın. Ve dünyada o şeylerden sana verilmez. Onun yerine âhirette makamın yüceltilir. Yüceler yücesi Hak Teâlâ’ya daha yakınlaştırılır, Firdevs cenneti ile nimetlendirilirsin.
Dünyadayken, hedefin yalnızca yaratıp dirilten, veren ve alan Allah’ın rızâsı olsa bile, bunlarla ödüllendirilirsin. Bazen de daha dünya hayatındayken, verilmeyen şeye mukâbil bir başka şey ya da o şeyin bir benzeri de verilebilir. O durumda sadece o vaad edilen şeyden men edilmiş olursun. Karşılığı ise, ifâde edildiği üzere, âhirette verilecektir.
*****
Biz bu dünyaya rûh âleminde Rabbimize verdiğimiz sözü tutmak, şâhitliğimizi yerine getirmek için geldik. Bizler kaza ve kader hâkiminin şu dehlizinde, yâni şu dünyada; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunun cevabına “Evet Rabbimizsiniz” cevabını verdiren bir ahitte bulunduğumuz, bu ezel dâvasının görülmesi, gerçekleştirilmesi için bulunuyoruz.” Mademki ezelde biz “Evet” dedik. İşte ezelde verdiğimiz bu sözün, bu “Evet” deyişimizin, bu dünyada başımıza gelen musibetlerle imtihanını vermekte, bu dâva için şâhitlik etmekteyiz. Yâni bizim bu dünyada yaptığımız işlerimiz, hareketlerimiz, sözlerimiz, dertlerimiz, kederlerimiz, sabırlarımız ezel dâvasına getirdiğimiz şâhitlerdir. Neden ezel hâkiminin mahkeme koridorunda susup duruyoruz. Biz buraya şâhitlik etmeye gelmedik mi? Neden Muhammedî emirlere uyarak, insan gibi yaşayarak, şâhitliğimizi yerine getirmiyoruz?
Ey şâhit, ne zamana kadar mahkeme koridorunda bekleyip duracaksın? Vakti gelmişken şâhitlik vazifeni yap. Bu iş bitsin, gitsin. Bu pis, bu sıkıcı koridorda hapis olup kalmak hoşuna mı gidiyor? Aksilik yapma, aklını başına al, şâhitliğini bir an evvel yerine getir. Kurtul, çık git. Seni buraya şâhitlikte bulunman, inat etmemen, inkâra düşmemen için çağırdılar. Hâlbuki sen, inadından şu daracık yerde, şu pis karanlık koridorda oturmuş, elini sadaka vermekten, yoksullara yardımdan esirgiyor, dilini Allah’ı zikretmekten alıkoyuyor, dudaklarını yumuyorsun.
Ey şâhit, senden beklenen şâhitliğini yapmadıkça bu koridordan nasıl kurtulursun? Yaşadığın zamanın kıymetini bil. İş başarma zamanı geçmeden iş yap, kurtul. Haydi bir an önce şâhitlik vazifeni yap. Bu senin için kârdır, inadı, inkârı bırak da kurtul ve koşarak git. İşi uzatıp durma. Bu sıkıcı yerde eğlenme. İster yüzyılda, ister bir anda, madem sonunda şu emâneti vereceksin, hemen şimdi ver de kurtul.
*****
Bu dünyâya gelişimizden maksat, Elest gününde verdiğimiz ahdi yerine getirmek ve levhimizdeki îlâmı -ki kalb-i selimdir- bu dünya mahkemesinde bir kâmil mürşit kadısından alıp korku ve hüzünden kurtulmaktır. Öyle değil mi ya? Elest bezminde Cenâb-ı Hak bize “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye bitap buyurdu. Biz de “Belî, evet…” dedik. Fakat bu evetin doğru olup olmadığını tasdik ettirmek lâzımdır. Onun için dünya mahkemesine gönderildik. Fakat mahkemede de şâhitsiz dâva dinlenmiyor. Bunun için de mürşit kadısı huzuruna ilimden ve amelden iki şâhit getirdik ve dâvamızı kazandık. Demek oluyor ki kim bu îlâmı dünyâda bir kâmil mürşitten alırsa, o kimse hür ve azat olur.
*****
Bir kimsenin, dünyâda mâruz kaldığı cefâ ve sitemleri hoş karşılaması, Elest’te verdiği ahde (belî) “evet” demesidir. Allah “Bunları sana veren ben değil miyim?” dediği zaman, kulun hoşnut olup “evet” demesi, işte o ahde sâdık kalmasıdır. Bu düstûru her âna teşmil etmek lâzımdır. Zîra her nefeste Cenâb-ı Hak “Ben senin Rabb’in değil miyim?” diye bize soruyor. Eğer biz de her ânımızı her hâlimizi hoş karşılıyorsak, belî demiş oluruz. İşte bunu yapabilmek için çok uyanık, çok tetikte bulunmak lâzımdır. Netîce, insanın her nefesi bir Elest muâmelesidir.