Bir Avuç Aşk
Bir varmış, bir yokmuş… Ucu bucağı olmayan bir derya varmış ve içinde binlerce yolcusuyla pek çok gemi yol alırmış bu deryada… Her geminin rotası meşrep olarak birbirinden farklıymış; hâliyle kimi yolculuklar çetinmiş kimi de kolay… Ama bütün yolcuların bu sonsuzlukta varmak istediği hakikat ve gönüllerindeki aşk birmiş…
Aralarında bir de küçük bir kız varmış. Cenâb-ı Allah, imtihanlarını eline tutuşturup onu “Yokluk” isimli gemiye göndermiş ve kaptana emanet ederken de “Ona beni öğret, beni sevdir” demiş. Kızcağız, aşkın hüküm sürdüğü bu geminin kaptanını zâhirde hiç görmemiş ama mânâsını taşıyarak yolundan giden sevgililer “Bize emânettir” diye tutmuşlar onun ellerinden… Her zaman ona örnek olmuşlar, yüzünü fânî olandan bâkî olana çevirmişler.
Bir yandan da dünyanın tuzaklarına dalıp “nefis”le tanışmış küçük kız. Kimi zaman olduğu yerde saymış kimi zaman da düşüp yaralanmış. Ama ne büyük bir lûtuf ki Cenâb-ı Allah, o küçük gönüle iman tohumunu ekmiş. Küçük kız da gönlüne kulak verip minik ellerinin tutabildiği kadar yapışmış sevgililerin eteklerine ve onların himmetleriyle büyümüş. Derken, yıllar geçmiş ve onlar, Hakk’a kavuşmuşlar.
Küçük kız yalnız kalmamış elbette. Zâhiren göremese de Cenâb-ı Allah, geminin kaptanı ve onu büyüten sevgililer her an onunlaymış. Ama kızcağız yine de kendisini bu yolculukta yalnız hissediyormuş. Bir mürşidin rehberliğine, nazarına ve muhabbetine çok açmış. Hiç farkında olmasa da gönlü böyle bir arayıştaymış… Çünkü mânen daha çok küçükmüş. Önünde uzun bir yol varmış. Sonra bir gün hiç beklemediği bir anda o sevgili çıkmış karşısına…
Daha ilk görüşte küçük kızın gönlü o sevgilinin aşkıyla dolmuş. Bu hal içinde günlerini geçirmiş ama ne çare ki bir zaman ayrılık gelip kapıya dayanmış… Sevgiliyi tekrar göreceği günü beklerken uzun bir süre kendisine ne olduğunu idrak edememiş. Çünkü hayatında böyle bir şeyi ne hissetmiş ne de yaşamış. Ruhu, beden kafesinin parmaklıklarını zorluyormuş adeta… Koşup kavuşmak istediği ise Hakk’ın o sevgiliden yansıyan hakikatinden başka bir şey değilmiş aslında…
Zaman akmış, günler birbirini kovalamış… Küçük kız, yanında olduğuna inandığı geminin kaptanına gece gündüz o sevgiliyi anlatmış. Sonunda Cenâb-ı Allah bahşetmiş ve vuslat gerçekleşmiş… Bakmış ki birbirlerinden uzak kalmalarına rağmen hiçbir şey değişmemiş. Aksine o sevgiliden de küçük kıza bir muhabbet akıyormuş. Bu ucu bucağı olmayan derya, sevgilinin gözlerindeymiş sanki… O nazar ettikçe küçük kızın ruhu yavaş yavaş işleniyormuş.
Şimdi küçük kız, âvâre bir su misali, sevgilinin lûtfedeceği kaba dolmayı diliyormuş. Onun arzu ettiği şekle girip boyasına boyanmak ve bu vesileyle Hakk’a vâsıl olmak için…
Mehveş Eşitkoş