Türkiye’nin Ermeni Meselesi – III
Bu sayımızda Sâmiha Ayverdi’nin “Türkiye’nin Ermeni Meselesi” isimli kitabının Sertaç Karaağaoğlu tarafından hazırlanmış özetinin üçüncü ve son bölümünü yayınlıyoruz.
***
Eskiden beri Ermeni katliâmı mevzubahis oldukça dâima Türklerin barbarlığını, Ermenilerin de Türklere karşı Hıristiyanlıktan başka kabahati olmayan mağdur bir millet bulunduğunu ileri sürmek âdet olmuştu. Acaba Türk patronajı altında olan milletlerin serbestliği ile, Rus, İngiliz, Fransız idarelerini kıyas etmek kâbil olabilir miydi?
Hindistan ve Afrika yerlilerine karşı girişilen fecî vakalar, Rusların ise Yahudiler, Türkler ve Ermeniler üzerinde tatbik ve icrâ ettikleri katliamlar düşünülürse küçük milletlerin hâmisi sıfatını takınan ve Ermeniler için gözyaşı döken İngilizlerle Garplı devletler, acaba neden Ermenilerle kabil-i kıyas olmayacak bir mevkide bulunan Boerleri, aileleri ile beraber mahvederken, İrlandalıları ise topa tutarken bir zerre teessür ve merhamet duymadılar?
Noel Bohstun, Londra’da “Lyoeum Club”un coğrafya şubesinde 5 Teşrinisânî 1916 tarihinde verdiği nutukta aynen şöyle demiştir:
“Ermeniler bizim küçük müttefikimizdir. Sırbistan’ın, Belçika’nın itilâf hükümetlerine karşı yaptıkları hizmetlerden ekseriya bahsediyoruz ve bunlara âid birçok şeyler istiyoruz. Fakat Ermeniler, kendilerine ait bir hükümetleri olmadığı halde, büyük bir istekle bize hizmet ettiler. Binlercesi Rus ordularına girerek bilfiil bu fedâkârlıklarını ispat ettiler. Grand Duc Nikolas’ın Anadolu’ya saldıran ordusunu yalnız Ruslar teşkil etmiyor, bilâkis bunların büyük bir kısmı Türkiyeli ve Kafkasyalı gönüllü Ermenilerden teşekkül etmiş bulunuyordu. Bugün de muntazam Ermeni taburları gönderiyorlar. İtilâfçıların davâsı uğrunda Ermenilerin gösterdiği fedakârlığı şimdiye kadar hiçbir müttefikimiz göstermemiştir.”
Van, Kars, Sarıkamış, Erzurum’u işgal eden Ruslar, o zamana kadar Ermenilere müsâit davrandıklarını, onların hâmisi rolünü takındıklarını hatırlamak istemediler. İşgal ettikleri bu toprakları Ermenilere terk edeceklerini vaat etmişlerse de, sözlerini çoktan unutmuş bulunuyorlardı. Zaten öteden beri Rus siyâseti bu değil miydi? Türkiye’nin şark vilâyetlerini işgal ederek Akdeniz’e inmek. Oyunun senaryosunu hazırlayan Ruslar, oynayanlar Ermeni idi. Hepsi bu kadar!
H. Koçaznuni:
“…böyle bir şey olamazdı. Biz Rus emellerine körü körüne hizmet ettik, sürüklendik, hakikatte ise sadece onların maksatlarına çalışmış olduk. Bir taraftan Taşnaksutyun Ruslar tarafından aldatılırken, diğer taraftan da Bogos Nubar Paşa, Fransız Hükümeti tarafından iğfal olunuyordu. 1916 sonlarında Fransa Hariciye Nâzırı, Sûriyeli ve Ermenilerden teşkil edilecek Şark Lejyonu için gönüllü istiyor ve mukabilinde de harpten sonra Fransa’nın hissesine düşecek olan Kilikya’nın Ermenilere terkedileceğini vaat ediyordu.”
1917 Bolşevik ihtilalinden sonra Ruslar, işgal ettikleri Osmanlı topraklarından çekilirken, Ermeniler de beraber kaçmak mecburiyetinde kalmışlardır. Zira yaptıkları bunca katliamdan sonra, aynı topraklar üstünde kalamayacaklarını anlamışlardı.
Osmanlı İmparatorluğu bütün başarılı mücadelesine rağmen, müttefiklerinin teslim olmasıyla mağlup kabul edilmişti. Memleket coğrafyası virânelik, insanlar perişan bir halde idi. Mehmetçik cepheden yorgun, ümitsiz ve bîtap halde döndüğünde kasabasını, köyünü, evini Ermeni vahşetiyle harâbe; çoluğunu-çocuğunu, anasını-babasını Ermeni zulmünden kalıntı hâlinde tek tük bulabildi.
General Veysel Ünüvar:
“1918 Mütârekesinden sonra Ermeniler, İngilizlerin yardımına güvenerek Doğu Anadolu ile beraber Nahcivan bölgesini yeniden zabt ve istilâ etmek hevesine düştüler. 10 Aralık 1918’de ansızın Aras vadisinden Türk Hükümeti’ne taarruza geçtiler.”
Ermenilerin yalnız başlarına Nahcivan bölgesini işgal edemeyeceğine kanaat getiren İngilizler, 1919 senesi Aralık ayında Ermeni askerlerini Hintli askerlerin muhâfazası altında Nahcivan bölgesine getirip garnizonlara yerleştiriyorlardı.
Cihan Harbi’nin sonunda, Avrupa efkâr-ı umumiyyesini hayâlî Ermeni katliamıyla dolduran Ermenilerin ve İtilâf Devletlerinin bu yaygarasını tahkik için, 1919’da Amerika askerî bir komisyon göndermişti. Eylül-Ekim ayları arasında Doğu Karadeniz’i ve şark vilâyetlerini dolaşan komisyon, söylenenlerin asla hakikate uygun olmadığını “Türkiye hududunu, Karadeniz’den İran’a kadar geldik, bu raporların doğru olduğunu ispat edecek hiçbir iz dahî görmedik” cümlesi ile tespit etmiştir.
Yüzyıllardır Türkiye Ermenileri, Garplı devletler ve bilhassa İngiltere, Rusya ve nihayet Amerika tarafından kendi siyâsî çıkarları adına tahrik edilirken, istiklâl fikrini kuvvetlendirmek yolunda Türklerle Ermeniler arasındaki etnik ve dinî farklar bir yem olarak kullanılmıştır. Memleket nüfusu içinde ancak bir avuç yeri olan Ermeni cemaatinin kulağına, dış çevrelerce bir istiklâl vaadi fısıldanarak, aslında ise kendi siyâsî gaye ve menfaatlerinin tahakkuku yolunda bu zavallı insanlar bir değersiz malzeme olarak kullanılmış olduklarının ne yazık ki hâlâ farkında değillerdir.
Halbuki bütün diğer azınlıklar gibi, Türk patronajı altında yaşayan Ermeni vatandaşlar da yeryüzünün en mesut, en saygı gören cemaati idi. Hatta isyanlar bastırılıp, elebaşılar tasfiye olduktan sonra da, gene, kin bilmez ve hoşgörür Türk milleti, bu kanlı saldırıların hesâbını aynı vilâyette, aynı semtte, aynı mahallede bulunan komşusu Ermeni’den sormaz, çıban başını koparanların birkaç hain olduğunu söyleyerek, dükkâna tezgâhına dönen Ermeni hemşerisi ile dostluğuna gölge düşürmeyecek münasebetini devam ettirirdi. Maalesef şimdi de öyledir!
Türkün bir medenî husûsiyeti de, yüzyıllardır başına dert üstüne ders açan azınlıkların iman bakımından kendi safına kazanmayı düşünmemesiydi. Çünkü Müslümanların kitabı olan Kur’an-ı Kerim, çok açık olarak “Senin dinin sana, benim dinim bana” diyerek farklı inanış taşıyan cemaatleri kendi imânını kabûle zorlamayı yasaklamıştı. Tâ Bizans ve Selçuklular devirlerinden süregelen Ermeni isyanlarıyla tedirgin olan Yavuz Sultan Selim, devletinin huzur ve asâyişi adına Şeyhülislâm Molla Ali Cemâli’den bu kavme hudud dışı edilecekleri tehdidini ileri sürerek Müslümanlığı kabul etmelerinde ısrar edilmesi için fetvâ istemiştir. Fakat bu büyük din ulusu “Hayır olamaz, dinde zorlama yoktur” diyerek padişahın istediği fetvâyı vermemiş, hükümdar da İslâmiyetin emrine uymakta tereddüt etmemiştir. Eğer öyle olmamış olsaydı, Türklerin üç kıta üstünde bayraklarını dalgalandırdıkları devirlerde, Osmanlı hudutları içindeki çeşitli din mensupları olarak, hiçbir azınlık kalmaz, bir vakitler Bizans’ın yapmış olduğu gibi, çatısı altında bulunan bütün toplulukları kolonize ederek kendi hamuru içinde eritirdi.
Halbuki misyonerliği bile imanlar üstünde bir tazyik, bir hile ve bir nevi kandırma kabul eden İslâmiyet, vicdanları zorlamamak için böyle bir teşkilât dahi kurmamış ve ayrı inanışlara sahip kitleleri kendi imanları çerçevesi içinde hür ve rahat bırakmıştır. Bu yüzden de, Müslüman Türklerin iman ve ibâdet mahalli olan câmiler, asla cephanelik olmamış ve din adamları da halkı, azınlıklar aleyhine kışkırtmak gibi Allah’a inanmış kimselere yakışmayacak fiillerde asla bulunmamışlardır.
Ancak, hâdiseler dünya umûmî efkârına aksettirilirken, daima tablo tersine çizilerek, Türk zâlim, Ermeni mazlum olarak gösterilmiştir.
Sâmiha Ayverdi
Son Yazıları: Sâmiha Ayverdi (Profiline git)
- BİRLİK - 23 Ağustos 2016
- AHMED ER-RİFÂÎ HAZRETLERİ’NDEN… - 23 Ağustos 2016
- MÂNEVÎ HAZİNENİN ANAHTARI - 23 Ağustos 2016
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!