Sohbetler (Nisan 2016)

Bir mes’ele hakkında iyi ve fena diye mukayese yapılması üzerine:

– “Fena yoktur. Fenalık denen şey, iyiliğin bir derecesidir. Fena da iyidir. Niçin iyidir? İyiliğin kıymeti onunla meydana çıktığı için.

    Dünyâda mutlak hayır ve mutlak şer yoktur. Bir kimse için fena olan, diğer biri için iyidir.

Dünyâdaki bütün sedalar, Türk, Arap, Acem, Kürt, İtalyan, İngiliz, Çin, Japon, eşek, köpek, arslan, kurt, ağustos böceği, yılan seslerinin hepsi do’dan si’ye kadar olan yedi notanın içindedir.  (…) bütün sesler de bu yedi notanın muhtelif tarzda sıralanmasından ibarettir.

Böyle olmakla beraber, sizin pek hoşlandığınız alaturka bir parçadan bir Avrupalı hazzetmeyebilir. Onun da hoşlandığından siz zevk almayabilirsiniz. Ama hoşlandığınız da hoşlanmadığınız da hep aynı notaların evrilip çevrilmesinden ibaret. O halde bunları nasıl beğenmez de fenadır, dersiniz? Binâenaleyh hiçbirini ayırt edip hor görmemeli. Hepsini hürmetle dinlemeli ye seyreylemelisiniz. Hiç değilse zevk alanların zevkine hürmeten sen de onlara saygı göstermelisin. Ama zevk almak mes’elesi başka!”

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 353)

*****

Sokrat der ki: İlmin başlangıç noktası cehil olamaz. Meselâ hesapta bir veya iki meçhullü bir mes’eleyi halletmek için mutlak evvelce bâzı bilinen şeyler konmuş olmak lâzımdır. Cebirde de meçhullü muadele halletmek için evvelâ bâzı malûm şeyler konmalıdır. Onun için ilmin başlangıcı cehil olamaz, demiş. Fakat bu beyânını şerhetmemiştir. Eflâtun da der ki: “Bilmek demek, evvelce bilinen şeyi hatırlamak demektir.” O halde insanın dünyâya geldiği vakitte aradığı nedir? İlimdir. O ilmi bilecek, ondan sonra hayıra kavuşacak ve hayıra kavuştuğu vakitte de onu icra edecektir. İşte o vakit ilim, ameli meydana getirmiş olur.

Bunun için lâzım olan, evvelâ diyalektik mertebeleri geçmektir. Birinci mertebede ruhu ayıplardan, fenalıklardan temizlemek lâzım gelir. Çünkü ayıp ve noksan oldukça ilim elde edilemez. İlim elde edilemedikçe hayıra kavuşulamaz.

Yine der ki: Kâinatı ibda eden mîmar, bu tabiatı kendine benzetmiş ve öyle tasvir ve tanzim eylemiştir. Binâenaleyh tabiat, yaratılmış değildir. O, evvelce de mevcut idi. Hazret-i Muhiddîn’in buyurduğu gibi bu imkân âlemi içinde bundan daha güzeli yoktur.

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 364)

*****

Fener Rum Lisesi Müdürü’nün bir müddetten beri hasta olduğu söyleniyordu. Nihayet Balıklı Rum Hastahânesi’ne yattığını duymuştuk:

– “Bu gün müdürü ziyarete gittim. Beni görünce hem hayret hem de memnuniyet içinde: Ah efendim, buraya kadar niçin geldiniz, sizi bu ziyarete sevkeden sebep nedir? diye hem sevindi hem de hastahâneye kadar gelmiş olmama taaccüp etti.

Esasen evde de hastayı yoklamaya gideceğimi söylediğim zaman itiraz edenler olmuş: Mübarek kandil günü bu ziyarete ne lüzum var? demişlerdi.

Hastaya cevaben: Beni buraya sevkeden insaniyet duygusudur, dedim. Öyle ya… Bir kalbi memnun etmek gibi güzel şey var mıdır? Nasıl ki kalp kırmak kadar da fena şey yoktur. Hıristiyan olsun, müslüman olsun, her insanın bir kalbi vardır ve kalpten de Allah’a giden bir yol vardır. Şu halde ben o vazifeyi Hakk’a karşı yaptım; oraya gitmekle Hakk’ı tazim etmiş oldum.”

(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 369)

 

The following two tabs change content below.

Ken'an Rifâî

Son Yazıları: Ken'an Rifâî (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın