Sohbetler (Mayıs 2015)
Hocamız sofrada, damadı Doktor Ziya Cemal Bey’e, Fener Rum Mektebi muallimlerinden Hami Bey ismindeki bir zat ile yapmış olduğu bir konuşmayı anlatıyordu. Birkaç dil bilen ve okumaktan çok hoşlanan bu kimsenin ilmî tedkikleri olduğunu, bilhassa İslâm dîni hakkında yaptığı araştırma ve tercümeleri Avrupa’ya göndermekte bulunduğunu söyledikten sonra, Çin târih ve medeniyeti hakkındaki tedkikleri neticesi, bu milletin, binlerce sene evvelden beri târihî vak’aları günü gününe kayıt ve muhâfaza ettiklerini de söylemiş. Bu kitâbelerin birinde ‘Semavî bir hâdise oldu. Kamer süzüldü ve iki parça oldu’ diye kaydedilmiş bulunduğunu, vak’anın zamanını tedkik edince de Asr-ı Saâdet’te olan şakk-ı kamer (ayın ikiye bölünmesi) hâdisesinin târihiyle tamâmı tamâmına karşılaştığını söylemiş:
– “Ben de dedim ki: Resûlullah Efendimiz buyuruyor ki: İlmi Çin’de bile olsa arayınız.”
Güzîde Hanımefendi:
-Demek ki bu hadîs-i şerif bunun için söylenmiş.
– “Yine dedim ki bir İngiliz astronom da tedkiklerinden bahsederek, bir zamanlar ayın iki parça olduğunu tesbit ettiğini, bunun olsa olsa müslümanların iddia ettikleri şakk-ı kamer hâdisesinden ileri geldiğini söylemektedir.
Hâmî Bey, evet, dedi. İngilizlerin İslâmiyet hakkında ilmî tedkikler yapmakta olduklarını ve her gün fevc fevc İslâm’ı kabul edenler bulunduğunu, hattâ Lordlar Kamarası’nda bir müslüman âzâ grubu olduğunu sözlerine ilâve edip İstanbul’da da bir ay zarfında üç yüz yirmi beş kişinin müslüman olduğunu söyledi.
Ne hoş nasibi ve ne güzel meşgalesi olan bir zat!”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 301)
****
– “Ölüm, insanın ilmî kazançlarının imtihan yeridir. Herkes oraya imtihan edilmek üzere gider, tâ ki burada tahsil edilmesi îcap eden ilimden cevap versin, diye…
Eğer kendisine tevcih olunan suallere gereken cevâbı verebilirse daha âlâ mevkilere, yükselir. Yok eğer cevaptan âciz kalır da dönerse cehenneme gider. Yâni cehennem gibi olan hicran ve firaka atılır.
İmtihana çekilenler de üç kısımdır. Tıpkı talebenin çalışkan, orta ve tembelleri olduğu gibi… Çalışkan talebe, sorulan suallere kolaylıkla cevap verir: Sâdıklar ve âşıklar gibi. Ortalar, mü’minlerdir. Tembeller ise kâfirler.”
-Filozoflar: Felsefe, ölüme hazırlanmaktır, diyorlar.
– “Doğru, fakat çok defa ilmen bilip de tatbik edemedikleri bir söz… Gerçi bu düşünen kimselerin, bu tefekkür erbabının içlerinde bir kaynama, hakikati bilmek için bir merak ve hareket olduğu muhakkak. Fakat bu kıpırdanış, ilmi ile âmil olmak ilminin gerektirdiğini işlemek demek değildir. Onun için sırasında filozofun bilgisi, değil başkalarını, kendini dahi tatmin edip huzura kavuşturamaz.
Meselâ insanlar eski zamanlarda yaprakla, deri ile setr-i avret ederler ve barınmak için de ağaç kovuklarına mağaralara girerlerdi. Ne için? Hep kendilerine uygun yaşama şartlarının temîni için, değil mi? Fakat ne ibtidâî ne basit vâsıtalar ile… Bugün ise sıcakta ve soğukta giymek üzere ne kadar çeşitli kumaşlar ve bu kumaşlardan yapılmış türlü türlü ne elbiseler var. Keza bugünün köşklerinde, konaklarında, saraylarındaki rahat ve düzen ile ağaç kovuğundaki emniyetsiz ve huzursuz barınış bir midir? İşte filozofun küllî akla yol bulamamış cüz’î aklı ile, ehlullâhın küllî aklın azameti içinde fânî olmuş aklı arasındaki fark! En fazla bildiğim, aczimi bilmekliğimdir demiş olan filozoflara zamanlarının enbiyâ ve evliyâsı demek yerinde olur.”
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 24)
****
İngiltere’de Nicholson isminde bir ilim adamının dokuz senede üç cilt Mesnevî-i Şerîf tefsir etmiş olduğundan, tamamlaması için de daha pek çok yıllara ihtiyaç duyulduğundan bahsedildi.
– “Bu zat, en aşağı yirmi sene araştırma ve incelemeden sonra ancak tefsire başlamış demektir. Sonra da bir o kadar daha bu işle meşgul olup uğraşacağına göre kendini, tamamen meslek edindiği bu işe vermiş oluyor. Eğer bir manevî zevk duymamış olsa, bunca intihap edilecek meslekler arasından böyle bir iş seçip onunla meşgul olur muydu? Cins cinsine meyleder, hükmü, hisler ve zevkler hakkında da geçer. Şimdi bu zâta nasıl olur da müslüman değildir deriz? Bu bir müslümandır hem de gerçek bir müslüman.”
– Bu zat, bütün ömrünü tetkik ve tefsire hasr edeceğine, o ilmi bir kâmil insandan bir manevî tefsirciden öğrenseydi belki daha kestirmeden gitmiş olurdu.
– “Niçin her şeyin hakkını vermiyorsun? Bu adama da tecellî oradan olmuş. Hem, herkesin derecesi de bir olamaz. Öyle yükseklere sıçramayın!
Esasen bu zâtın böyle bir işe sarılmış olması, kendi derecesinin hakikatini araştırması demektir. Hadîs-i şerîfte ‘Kim ki arar ve aramasında ısrar ederse bulur!’ buyrulduğuna göre, bu adamın emekleri de aramak demektir. Elbet Allah mahrum etmez.
(Ken’an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı Neşriyâtı, 2000, s. 53)
Ken'an Rifâî
Son Yazıları: Ken'an Rifâî (Profiline git)
- Sohbetler (Ekim-Kasım-Aralık 2018) - 31 Aralık 2018
- Sohbetler (Temmuz-Ağustos-Eylül 2018) - 2 Ağustos 2018
- Sohbetler (Nisan-Mayıs-Haziran 2018) - 7 Haziran 2018
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!