Ken’ân Rifâî İslâm Çalışmaları Kürsüsü ve İslam ve Çin Medeniyeti

Cemâlnur Sargut’un başlatmış olduğu inisiyatif ile Pekin Üniversitesi’nde 2011 yılı Kasım ayında bir İslâm Çalışmaları Kürsüsü kurulmuştur. Kürsü, 20. yüzyılın en önemli mutasavvıflarından olan Kenan Rifâî’nin ismini taşımaktadır. Pekin Üniversitesi 1.4 milyar nüfuslu Çin’in en büyük üniversitesidir. Kürsünün tesis edildiği enstitünün başında dünyanın en karizmatik bilim adamlarından birisi olarak kabul edilen Tu Weiming bulunmaktadır. Tu Weiming 34 yıl Harvard Üniversitesi’nde görev yapmış, daha sonra Çin hükümeti tarafından kendisine yapılan dâveti kabul ederek Pekin Üniversitesi’ne gelmiş ve İleri Beşeri Bilimler Enstitüsü’nü kurmuştur. Tu Weiming, halen bu enstitü bünyesinde bulunmakta olan Kenan Rifâî İslâm Çalışmaları Kürsüsü’nü şu sözleriyle değerlendirmektedir: “Yapılan bu çalışmalar Pekin Üniversitesi câmiasının kültürel ve özellikle de ahlâkî değerlerinin dönüşümüne sebep olmuştur. Dolayısıyla katkı, sadece dersler sunma kabiliyeti değil, Çin’in hâlihazırda kendi içine bakma ve kendini anlamasına yönelik olarak İslâm’ın ahlâkî bakışını ve dinî soruları ortaya çıkarma kabiliyetidir (…) Bu hâdisenin en can alıcı noktası, İslâmiyet’in Çin kültürünün ayrılmaz bir parçası olmasının yanı sıra Hui Konfüçyüs diyaloğu olarak adlandırdığımız muhteşem bir Çin geleneğinin de bu sayede yeniden anlaşılıyor olmasıdır. Burada Çinli Müslümanlar, meselâ Uygurlar vardır ve bunun ötesinde geniş bir İslâm dünyası bulunmaktadır. Geleceğe baktığımız da ise Çin, entelektüel ve mânevî hassasiyetini İslâm dünyasına kanalize edecektir.”

Çin, kendi tarihi itibariyle iki önemli İslâm geleneğine hâmîlik etmektedir. Uygur Türkleri ve Çinliler kendi kültürleri ve dilleri ışığında kendi İslâm geleneklerini oluşturmuşlardır. Arapça kelime ve kavramların doğrudan Çinceye çevrilmesinde önemli güçlükler bulunmaktadır. Çinli mutasavvıflar Konfüçyüs geleneğindeki temel kavramların, İslâm’ın âlem anlayışı ile uyumunu fark etmiş, halkı İslâm’a çekmek ve Kur’an’ı öğretebilmek için İmam Gazâlî, Sühreverdi, Nesefî gibi mutasavvıfların önemli temel eserlerinden bölümlerin yer aldığı kitaplar hazırlayarak İslâm’ın temel kavramlarını halkın âşinâ olduğu Konfüçyüs öğretisindeki benzerlikleri kullanarak açıklamışlardır. Bunlara Han Kitab adı verilmektedir ve Hui Konfüçyüs adıyla bilinen Çin-İslâm geleneğinin temel kaynaklarını temsil etmektedir.

Çin yaklaşık 70 yıl ağır bir baskı döneminden geçmiş, bu süreç zarfında din ile ilgili kurumlar zarar görmüş, din adamları ve İslâm konusunda çalışan ilim adamlarının son iki jenerasyonu kaybolmaya yüz tutmuştur. Son yıllarda Çin’in gerek ekonomik gerekse toplumsal alanda refah düzeyi arttıkça, dinî açıdan da daha elverişli bir dönem yaşanmaya başlamıştır. Ancak bu süreç, Çin’i de tüm dünyada etkili olan modern İslâm akımlarının Vahâbî anlayışı ile karşı karşıya bırakmıştır. Şimdilerde Çin’i çok iyi tanıyan bir bilim olarak Tu Weiming Çin’in kendi gelenekleri üzerinden İslâm’a varabilmesinin yolunun kendi tarihi içindeki Hui Konfüçyüs geleneğinin yeniden canlandırılmasından geçtiğini açıkça ifade etmektedir. William Chittick, İstanbul’da gerçekleştirilmiş olan Rahmet Kapısı Uluslararası Kenan Rifâî Sempozyumu’nda, kürsünün, Çin’in kendi geçmişini reddetmek zorunda kalmadan İslâm’ı öğrenebileceği, târihî bir fırsat yarattığını dile getirmiştir. Kürsüyü Çin’in kendi İslâm geleneğinin yeniden canlandırılabilmesi için konuya hâkim bilim adamlarının yetişeceği ve bu alanın birincil kaynaklarının yeni neslin okuyup anlayabileceği şekilde hazırlanacağı yegâne adres olarak göstermektedir.

Geçtiğimiz Nisan ayında ise bu eşsiz projeyi perçinleyecek çok önemli bir adım daha atılmıştır. Pekin Üniversitesi’nde, TÜRKKAD İstanbul Şubesi, Kerim Vakfı ve Pekin Üniversitesi İleri Beşeri Bilimler Enstitüsü işbirliği ile “İslâm ve Çin Medeniyeti” başlıklı bir sempozyum düzenlenmiştir. Sempozyumda dünyanın çeşitli ülkelerinden 16 araştırmacı ve bilim adamının sunduğu tebliğlerin yanı sıra, açılış ve kapanışta Tu Weiming ve Cemâlnur Sargut’un önemli değerlendirmeleri olmuştur. Sempozyuma Türkiye’den Mahmud Erol Kılıç, Ekrem Demirli, Osman Nuri Küçük ve Semih Ceyhan, Amerika’dan Muhammed Khalil ve Kristian Peterson, Malezyadan Sloan Douglas Crow dâvet edilmiştir. Sempozyuma Çin’in önemli üniversitelerinden 8 bilim adamı katılmıştır. İlk oturum kürsünün son yıllarda hocalığını yürütmekte olan Gholamreza Aavani’nin yönetiminde, Cemâlnur Sargut’un İslâm Tasavvufu ve Konfüçyüs geleneğinin karşılaştırıldığı tebliği ile açılmıştır. Cemâlnur Sargut “İslâm’a göre bütün mahlûkat ve bütün yaradılış âlemi Hakk’ın güzelliğinin aksidir ve âlem Rahman’ın sureti üzere icat edildiği için kâmil insanın hakikati tabiat denen aynada ortaya çıkar. Yaratıcı tecellisi itibariyle kâmil insandır, bütün isim ve sıfatların ortaya çıkışıdır. Aynadaki görüntüsü olan tabiatta ise pasiftir” demişler, Yaratıcının ise zâtı itibariyle ihâta edilmekten ve tam olarak bilinmekten münezzeh olduğunu, varlık mertebeleri ile açıklanan bu bâtınî içeriğin kemâlini ancak İslâm’da bulduğunu ifade etmişlerdir.

Ardından Osman Nuri Küçük, İslâm tasavvufunda ve Lao-Tzu geleneklerinde insân-ı kâmil anlayışını karşılaştırdığı çalışmasını sunmuştur. Mahmud Erol Kılıç da yine İslâm ve Çin mâneviyatında insanın bâtınî seviyelerinin değerlendirildiği bir konuşma yapmışlardır. Semih Ceyhan “Son insân-ı kâmil Çin’den gelecektir” diyen İbn-i Arabî’nin Fusus’ta Şit fassında ele aldığı metaforu yorumlayan tebliğini sunmuştur. Oturum büyük ilgi görmüş, sunumların süresine eşdeğerde soru ve cevap bölümü eklenmiştir. Aavani, tartışma bölümünün sonunda İslâm’ın doğru anlaşılabilmesi için bâtıni yönüne vurgu yapmıştır. “Yatay ve dikey İslâm” olarak tanımladığı çerçevede, yalnızca tarihî perspektif, kural ve kaidelere bağlı olarak ele alınan yatay İslâm’ın zamanı ve farklılıkları kavramakta yetersiz kalacağını, bu kavrayışın ancak İslâm’ın bâtıni yönünün anlaşılması ve ön plana çıkarılması ile dinin ikame edilebileceğini söylemişlerdir.

Daha sonraki oturumda Sha Zongping, Wang Xi ve Yang Guiping tarafından, Konfüçyüs geleneği ve İslâm arasındaki etkileşimlerle doğmuş olan Çin-İslam Teolojisi, Çin-İslâm geleneğinin önemli mutasavvıflarından Liu Zhi’nin ve Zhen Jing Zhao Wei’nin görüşlerine yer verilmiştir. İslâm’ın Konfüçyüs geleneğine nasıl entegre olduğu ustalıkla ele alınmıştır.

Sempozyumun ikinci günü, Mohammed Rustom’un Çin İslâm’ının referans kaynağı olarak ele aldığı, Kur’an’ın İslâm mutasavvıflarının görüşlerine göre açıklandığı metinlerden oluşan “Han Kitab” konulu çalışması ve Kristian Peterson’un yine geleneksel Çin İslâm’ının köklerini açıklayan, Çin’in Kur’an’ı anlama yaklaşımları üzerine yaptığı önemli bir çalışması yer almıştır. Muhammed Rustom sadece metafizik düşüncenin devam eden önemini vurgulamakla kalmamış, aynı zamanda müslüman Çincesinin kullanımından ilhamla, İslâm’ı daha doğru anlamak için İngilizcede de benzer bir ıstılahın yapılabileceğine ve böyle bir İslâmî entelektüel projenin ne denli önemli olduğuna dair önemli pencereler açmıştır.  Ding Shiren, Çinlilerin İslâm’ı öğrenmesinde başlıca engel olarak kabul edilen Çince’nin Arapça harfleri ve kavramları ifade edebilmekteki güçlüklerini örneklendirdiği ilgi çekici bir bildiri sunmuştur.  Oturum Ekrem Demirli’nin sunduğu Peygamber Efendimiz’in “İlim Çin’de dahi olsa arayınız” hadisi için bazı atıflar ve değerlendirmeleri ile sona ermiştir.

Son oturum iki ayrı bölümde gerçekleştirilmiştir. İlk bölüm Aavani’nin Nasir al Din Tûsî’nin İslâm’ın bâtınî boyutunu vurgulayan çarpıcı görüşlerine yer verdiği bildirisi ile başlamıştır. Douglas Sloan Crow Çin’de müslüman ve müslüman olmayan Çinliler adına modernizmin karşı karşıya bıraktığı ahlâkî problemlerin ortaya çıkardığı medeniyet problemlerini tartışmaya açmıştır. Mohammad Hassan Khalil “İslâm ve ötekilerin kaderi” başlığı altında Gazalî’nin gayrimüslimlerin kurtuluşu konusunda öne sürdüğü kıstaslar ve bu kıstaslar üzerine kendisinden 8 asır sonra yaşamış olan Muhammed Raşid Rıza’nın değerlendirmelerini aktarmıştır. Oturumun ikinci bölümü Wang Jianping’in eski Çin medeniyetinden Hui Konfüçyüs geleneğine kadar farklılıkların nasıl buluşturulabileceğini vurgulayan, çatışır görünen sosyal sistemlerin ortak değerler çerçevesinde bir araya getirebileceğini anlatan bildirisi ile başlamıştır. Sempozyumun son tebliği Hua Tao tarafından sunulmuş, Müslüman Uygur Türkleri, Çinli Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar arasında son 15 yıldır kurulmuş olan köprülerin Çin’in bugününü ve geleceğini nasıl etkileyeceği anlatılmıştır. Oturum, konunun taraflarının karşılıklı bir araya gelmesini sağlamış olan bu sempozyumun önemine atıflar ve vurgular yapan etkili bir tartışma bölümü ile sona ermiştir.

*********

Pekin Üniversitesi azınlık statüsünde kabul edilen Uygur Türklerinin öğrenci ve öğretim üyesi olarak kabul edilmediği bir kurumdur. Çin hükümetinin siyasi hassasiyetleri ve ayrımcı prosedürleri katı bir şekilde uygulanmaktadır. Azınlıkların gittiği üniversitelerden öğrenciler Pekin Üniversitesi’nden dışarıdan olmak kaydıyla dersler alabilmektedir. Bu öğrenciler, açılmış olan İslâm araştırmaları kürsüsündeki tüm dersleri takip etmişlerdir. Kenan Rifâî İslâm Çalışmaları Kürsüsü profesörleri, Çin’deki en büyük azınlık üniversitesi olan Minzu Üniversitesi’nde de dönemlik dersler vermiştir. Kürsü, çalıştay ve sempozyumlar düzenleyerek azınlık üniversitelerinden bilim adamlarını biraraya getirmiş, Remin, Zhejiang, Ningxia ve Jiujiang Üniversitelerinde ortak çalışmalarda bulunmuş, Uygur Türkleri ile Pekin Üniversitesi arasında görünmez bağlar kurmuştur. “İslâm ve Çin Medeniyeti Sempozyumu” her yönüyle 2011 yılından bu yana yaratılmaya çalışılan hoşgörü ortamına bir ayna ve âdetâ tüm bu gayretlerin izlenebildiği bir tarihî sahne olmuştur. Bu köprüler Tu Weiming’in karizmatik bilim anlayışının, basiretinin, Kenan Rifâî Kürsüsü Seçkin Profesörleri William Chittick, Sachiko Murata ve Ghulam Reza Aavani’nin adanmış hocalıkları ve samimi imanlarının eseridir. Kürsünün ayakta durmasını sağlayan, isimlerini bu güne değin hiç geçirmemiş Özada ailesinin eseridir. Evvel emirde her şeyi yerli yerine koymasını bilen, hâdiselerin önünü sonunu görebilen, kimsenin bilemeyeceğini bilmekte olan eşsiz bir inisiyatifin eseridir.

*****************

Sempozyum sonunda Cemâlnur Sargut ve Tu Weiming birer değerlendirme konuşması yapmışlardır. Cemâlnur Hocam, başta Prof. Tu Weiming olmak üzere, kürsüye emeği geçen çok sevgili dostları Chitticklere ve Avaani’ye şükranlarını sunmuş, sempozyumun Çin’deki farklı İslâm geleneklerini bir araya getiren ve buluşturan yönüne vurgu yapmıştır. İslâm’ı tahkikin ahlâk-ı Muhammedî’nin yayılması ile gerçekleşebileceğini ve Çin kürsüsünün her anlamda amacına ulaştığını söylemişlerdir. Sözlerine Çin’i İslâm’a davet eden açık ifadeleri ile son vermişlerdir. Tu Weiming, sempozyumun birleştirici, karşısındakini anlamaya yönelik bir hoşgörü ortamı yarattığını, kültürler arasında iletişim imkânlarını artırdığını belirtmiştir. Çin’in bilhassa ekonomik anlamda tanımlanan Çin modernleşmesini anlamaya yönelik derin çabaları bulunduğunu ve şimdi Çin’in modernleşme dürtülerine karşı farklı arayışlar içinde olduğu görüşünü tekrar etmişlerdir. Modernleşme ve materyalizmin olumsuz tesirlerinden kurtularak kendisini anlamak isteyen her insanın mâneviyata ihtiyaç duyacağını, bir Çinli için müslüman olsun olmasın, İslâm’ın bâtıni boyutlarını öğrenmekle kendisini ve kendi geleneğini daha iyi anlayabileceğini söylemişler ve sözlerini “En yüksek mistik boyut, İslâm’ınkidir!” diyerek tamamlamışlardır.

The following two tabs change content below.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın