Lâ Mevcûde İllâ Hû

“İnsan ömrünün yaklaşık 800-1000 sene olduğu Nuh (a.s.) zamanında bir kadın ağlayarak hazrete gelir ve oğlu 275 yaşında öldüğü için ne kadar üzgün olduğundan dert yanar. Hz. Nuh “Bu kadar üzülme, âhir zamanda bir ümmet gelecek ve ömürleri sadece 70 – 80 yıl olacak, onlar ne yapsın?” der. Kadın çok şaşırır ve sorar: “Ev de yapacaklar mı?”
İnsanoğlunun, aslında olmayan dış âlemini mâmur etmekle hayli meşgul olup hakîkati ve özü olan iç âlemiyle bağlarını kopardığı ve bu kopukluğun yansımalarına üzüntü içinde şâhit olduğumuz bir devreden geçmekteyiz.
Hz. Şems’in Makâlat’ta,
“Kendi kendime dedim ki,“Beni bu şekilde yaratan Tanrı ile doğrudan doğruya konuşmadıkça ve sorduğum sorulara cevap almadıkça benim yemek ve uyku ile ne işim var? Bu âleme körü körüne yemek yiyip içmek için mi geldim? O’na neden geldiğimi ve nereye gideceğimi sormalıyım ancak ondan sonra yemek yiyip uyuyabilirim” buyurduğu gibi bizler de bu âleme gelmekteki esas amacımızı unuttuğumuz ve şehvetlerimizin esîri olduğumuz sürece nefis ile ruh arasındaki bu ezelî çekişmenin süregitmesi kaçınılmaz olsa gerek…
Sâmiha Ayverdi’nin Dile Gelen Taş adlı eserinde,
“Âlem halkı, ellerinde silahlar ve imkânlarla birbirlerini tepeleyip dururken, kapının eşiğini atlayan bahtiyarlara, evvelâ kendi iç düşmanlarına saldırmayı öğrettiğini olsun, ifşâ edeyim mi Devletlim?”
sözleriyle ifâde ettiği gibi, hırs, öfke, kin, nefret, haset, şehvet çamurlarına batmış ve tüm bu nifâkın sebebi olan nefisleri terbiye etmenin, o bireylerden oluşan halklarda, ülkelerde ve tüm âlemde barış, refah ve kemâl hâsıl edebilmenin ön şartı olduğu açıkça görülmektedir.
Ken’ân Rifâî Hazretleri de aynı mânâyı Sohbetler’de şöyle anlatır:
“Biz dervişler, kimseye lânet etmez, şu şudur, bu budur demeyiz. Bize ancak Yezid nefsimize lânet etmek yaraşır. Çünkü biz hiçbir şeye sahip değiliz. Af da bizden değil, cezâ da. La fâile illallah. Yâni Allah’tan başka fâil olmadığını bilmiyorsak yazık bize!
Yapan, yaptıran Allah’tır. Allah’ın emri olmaksızın bir kıl oynamaz. Lâyığına cezâ, müstehakına mükâfat vermek de o irâdenin şânıdır. Sen kendi başına bak. Seni Allah’tan uzaklaştıracak olan nefsindir, onu ıslâha çalış.”
Aç olmadığımız halde, zevk için yemek yediğimizde, bize ters bir lâf eden, hattâ sadece bizden farklı düşünen birine tüm kibir ve benliğimizle cevap verdiğimizde ya da bir sivrisineği sadece rahatsız olduğumuz için öldürdüğümüzde, başka ülkelerin topraklarını ele geçirmek için mâsum insanları bombalayanlar ile aramızda, fenâlık derecesinden başka ne fark kalıyor?
İşte kâinatta, tek vücut olan Hakk’ın vücudundan gayrısını görmeyen, âhirette kendisini zindana atanların peşinden koşup “Ya Rabbi! Onları cennetine almadan ben de girmem” diyerek kendisine kötülük yapanları bile seven, affeden ve onlar için duâ eden nûr-u Muhammedî vârisi irfan sahipleri, Hakk’ın isim ve sıfatlarının mazharı olan mevcûdat ile ilişkilerimizi düzenlemekte bizlere en güzel örnektir.
“Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı,
Ben beni terk eyledim gördüm ki ağyâr kalmadı.”
sırrına eren âriflere benzeyebilmek niyâzı ile…

 

The following two tabs change content below.

Sezin Özdemir

N’ola tacım gibi başımda götürsem daim Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusûl’ün Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir Bahtiyâ durma yüz sür kademine o gülün

Son Yazıları: Sezin Özdemir (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın