K. R. Ö. – K. R. S.

Koskoca bir sultanı anlatmak bana düşmez ama dilim döndüğünce Ken’an Rifâî Hazretleri’nin benim hayatımdaki etkilerini anlatmak isterim.

 

Bir mürşide nasipli olmak, daha doğru bir deyişle ezelden bir mürşidin seni seçmesi, büyük bir lûtuftur. Âcizâne yaşadığım hayatı “Ken’an Rifâî öncesi” ve “Ken’an Rifâî sonrası” diye değerlendirirsem  yanlış olmaz. Kendileri, hayatıma anlam, içime mutluluk ve huzur, gönlüme aşk ve ilim zerketti. Belki küçücük bir damlaydı hissettiğim… O koca azgın nefsimin karşısında böyle ulu ve mütavâzı birini hissetmek beni utandırdı.

 

2008 yılına kadar kendi küçücük aklımla bir gün mutlu, beş gün depresif geçen bir hayatım vardı. Yaşamımda bir sağa bir sola koşuştururken düşüp duruyordum. Tam kalkayım ve bir adım atayım derken yerde yuvarlanıp duruyordum. Derin bir mutsuzluk içinde savrulurken, bir kâbusun içinde olup ama kâbusun içinde olduğumu bilmezken, bir gün bir el dokundu omuzuma. “Ben burdayım” dedi bir ses. “Ben hep burdaydım ama sen farkında değildin. Artık kâbus bitti. Ben buradayım, aç gözlerini.” Açtım ve karşımda karşısında ağlamaktan duramadığım, büyüklüğü karşısında başımı kaldıramadığım birini gördüm. Aslında zâhirde küçücük bir kadındı. Ama bâtında herşey oydu.  Ken’an Rifâî Hazretleri’nin vârisiydi. Ben Efendimi onda gördüm ve onda tanıdım. Benim için Cemâlnur Hoca neyse Ken’an Rifâî Hazretleri de oydu. Muazzam bir tevâzu, ilim, aşk, yumuşaklık, huzur, mutluluk, hizmet aşkı, âhireti ve dünyayı dengeli yaşayandı Hz. Ken’an.

 

Kâbusum bitip uyandığımda başka bir dünyaya gözlerimi açtım. Ahlâk-ı Muhammedî’nin  halifesi olan mürşitten göründüğünü ve elinde fener ile hep doğru yolu göstermek için kendini hizmetçi kıldığını gördüm. “Gördüm” demek çok büyük bir lâf. Ben kimim ki görebileyim… O istediği zaman gösteriyor ışığını, istediği  zaman gözünü kör ediyor nefsinle. Nefis öyle azgın bir şeytan ki, dışarda şeytan aramaya hiç gerek yok. Feneri  gören senin rûhun ama gözünü kör eden nefsin.

 

Hz. Ken’an’ın bütün büyük mürşitler gibi “ben bir hiçim” demesinin bir nedeni de bize  örnek olmak içindir. O zaten Allah’la bir ve beraberdir, fakat biz değiliz. Biz nefsimizin arzu ve isteklerinin esiriyiz. O nefsinin emiri. Mürşit, olunması gereken bir prototip gibi karşımızda durup bize nasıl insan olmamız gerektiğini ve Peygamber’in ahlâkını gösterir. Biz ona benzeme ve rengine boyanma çabasındayız. O da bize doğru yolu gösterme ve örnek olma istediğinde…  Hz. Peygamber’in söylediği gibi “Allahım, ben sadece tebliğ ettim.” O da bize tebliğ ediyor; yapıp yapmamak, uyup uymamak, yanında durup durmamak bizim sadece ezelî nasibimiz. Bu yazıyı yazarken içimde uyanan istek ve duygu şu ki; Allahım  kimseyi mürşidinden ayırma. Hepimizi bölünmelerden koru. Bizi kendi nefsimizin eline bırakma.

 

Ken’an Rifâî’nin ilmiyle tanıştıktan sonra ne değişti hayatımda derseniz, ben gene eski nefis ehli, içinde bir sürü öfke, suçluluk ve hırs barındıran biriyim aslında. Değişen şu ki,  bunların farkına varma ve düzeltme gayretindeyim. O bana bunlara takılmamayı, kendimi suçlamamayı, bir kul olduğumu ve hatâ yapabileceğimi ama aynı hatâyı tekrarlamama gayretinde olmam gerektiğini öğretti.

 

Önemli bir konu da, Ken’an Rifâî Hazretleri’nin yolundan giden vârisine, yani şu anda yaşıyan halifesine biât etmektir. Mürşitler ölmez, onlar ezelî haydır; yalnız mutlaka önümüzde ondan feneri devralmış bir mürşidin yolumuzu aydınlatmasına ihtiyacımız vardır. Âcizâne ben biraz sohbetlerden uzak kalsam hemen yoldan çıkıyor ve bu çıkmalarımın da farkında olmuyorum. Tâ ki sohbete gidince anlıyorum ki ben mânâdan uzaklaşmışım. Tekrar suru üflüyor kulağıma sohbetiyle, ilmiyle, aşkıyla… Tekrar diriliyorum. Bir kâbustan uyanır gibi sarılıyorum eteğine, beni ne olur bırakma diye yalvarıyorum. Bu gel-gitler oluyor hep. Tek dileğim, ondan bir dem ayrılmamak; bu gel-gitler arasında son nefese kadar bölünmeden Ken’an Rifâî Hazretleri’nin yolunda kalmak.

 

Allah hepimize nasip etsin.

 

Âmin.

 

The following two tabs change content below.

Banu Büyükcıngıl

Kendimi tanımak sevdasıyla yola çıktım. Sonra bu yolculukta parça parça olduğumu hissettim. Aramak, önce kendimi parçalara ayırmak mı demekti bilmiyordum. Sanki karanlıkta bir balçık çamurunun içinde yol almaya çalışıyor ve üşüyordum. Bir zaman sonra karşımda bir ışık gördüm, gayrı ihtiyari ışığa doğru yürüdüm. Işığın içinden geçerek cennet tasvirlerine benzeyen bir bahçenin içine aktığımı hissettim. Bu bahçenin içinden de cennette olduğu gibi dört nehir akıyordu; bal nehri, şarap nehri, süt nehri ve su nehri. Bu cennet bahçesi İnsan-ı Kamil'di. Onu farkettiğim günden beri, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi Her Nefes Dergisi'nde paylaşmaya çalışıyorum.

Son Yazıları: Banu Büyükcıngıl (Profiline git)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın