Ken’an Rifâî’de Kerâmet, Mucize ve İman

“Bir şeyler yazmak ister misin?” Sevgili kardeşim Melike’nin bu suali üzerine şöyle bir içim titredi, tüm vücuduma bir hareket geldi. Lâkin “isterim isterim, amma gel gör ki bu koca sultanlar öyle kendilerini şuna buna pek anlattırmıyorlar; günlerdir derdindeyim ama olmuyor, yazamıyorum” diyemedim.

Beni tanıyanlar bilir. Öyle aklı fazla derinlere eren biri değilimdir. Mâneviyat konusunda da hasbelkader “bir pîrin eteğin tuttum, ana belû deyup gittim, nice yüzbin günah ettim, her biri bir dağa benzer” misali bir gidişatım var elhamdülillah. Bundan olsa gerek öyle ilmî, derûnî, mübârek bir yazının benden çıkası pek olmaz; çıksa da yine beni tanıyanlar bilir ki, ya biraz zorâki olmuştur ya da eteğini tuttuğum sultan alenen kerâmet göstermiştir. Gel gelelim onlar da öyle kerâmet göstermeyi pek sevmiyorlar ne yazık ki.

“Kerâmet, kerâmetsizliktir. İlim, ilimsizliktir ve bir şeyi bilmediğini bilmektir.”…”İman da insanlık da mucize ile değildir. İnsanlık, bu çokluk âlemi içinde ve dünya umûru ortasında olduğun hâlde bir nefes Allah’tan gâfil olmamaktır.” (Sohbetler, Ken’an Rifâî)

İşte imanın ve insanlığın mucize göstermek ya da bunlara tanıklık etmekle olmadığını ifade eden bu koca sultan, aynı zamanda Allah sevgililerine muhabbetin de kerâmetle ve mucize ile değil, mânevî yakınlıkla yani onların izlerinden gitmekle, yaptıklarını yapmak, yapmadıklarından ise kaçınmaya çalışmakla olacağını sohbetlerinde defaatle izah etmektedir. Kaçınmaya çalışmak diyorum zirâ kişi herkesi kendisi gibi bilirmiş ya; işte ben de kendimden biliyorum ki ancak gayret etmeye gayret edebiliyorum; sonrası için ise sadece duâcıyım.

Ken’an Rifâî Hazretleri, sohbetlerinde mucizenin iman sebebi olmadığını, imanın aynı cinsten olmakla mümkün olabileceğini, ancak idrâki belirli bir seviyenin üzerine çıkamayanlar için kerâmet ve mucizenin önemli olduğunu belirtmektedir.

“Böyle olmasaydı Resûllullah Efendimize herkesin iman etmesi gerekirdi. Ortada Ebû Cehil’ler ve Ebû Leheb’ler kalmazdı. Resûllullah’ın mübârek yüzü mucize üstüne mucize iken, ona ne eziyetler ettiler, mübârek vechine bile tükürdüler.”.….”Cins cinsine meyleyler, bu ilâhî bir kanundur;

Nadânı nadân bulur, dânâyı dânâ, dûnu dûn

Cinsine meyleyler elbet bu cihanda her kişi

 

Şu da var ki geçici olarak iki ayrı cins arasında bir yaklaşma vâki olsa da, ilk fırsatta ayrılık mukadderdir.” (Sohbetler, Ken’an Rifâî)

***

“Büyük mürşitler, eşyayı hükümleri altına alma yoluna aslâ kıymet vermezler. Çünkü onların gayesi kerâmet değil, istikâmettir.” (Sohbetler, Ken’an Rifâî)

“Kerâmet istikâmettir.” Mânevî yolculukta (seyr-i sülûkta) sabit kadem olmak, sırât-ı müstakim üzere kalarak tereddütsüz, tezatsız ve devamlı olarak hedefe yüzünü dönüp, “korkutucu yol kesicileri” fark edemeyecek kadar hedefe kilitlenmiş olmak, ondan başkasını görememek, başkasından meded umamamak, sevgilinin gerdanlığından, yakın olduğu anlarda, cebine kaçan 2-3 parça inci ve elmasın tuzağına düşmeden edebini, hem de nâmusunu koruyabilmektir, hakiki kerâmet.

“Tarikat demek, irfân-ı Muhammedî demektir. Falan pîr şöyle uçtu, falan şeyh böyle kerâmet gösterdi demek değildir. Ehlullah kerâmetten son derece kaçınırlar. Esâsen ehlullah demek, baştan ayağa kerâmet demektir. İnsanın insanlığı gayreti ile çalışması ile ölçülür kaidesince çalışmak şarttır.” (Sohbetler, Ken’an Rifâî)

Pek çok mefhumun benim için sadece harflerden ibâret olduğu yıllarda “mürid” kelimesinin anlamının “murâd edilen” olduğunu ve istikâmetin de murâd edilen şekilde hareket etmek olduğunu ve dolayısıyla da müridin “murâd edilen şekilde hareket eden, yani istikâmet eden, yani kerâmetin ta kendisi” olduğundan habersizdim. Tıpkı Ken’an Rifâî Hazretleri’ni görebildiğim o pek nâdir rüyâların birinde “Benim en muazzam eserimi görmek istiyorsan…” diyerek Hocamı işaret ettiklerinde de hem bu sırdan hem de ondaki sırdan habersiz olduğum gibi…  Vakti zamanında İmam Rabbânî’ye etrafındakiler, hiç kerâmet göstermediği için biraz serzenişte bulunmuşlar. Bunun üzerine kendisi de, “omuzumuzda bunca günahın kamburu varken, ayakta duruyor, geziyor, dolaşıyoruz ya” cevabını vermişler. Bu sözün derûnî mânâsını ehline, mahremine bırakıp da zâhirine bile bakarsak anlatılan kerâmeti görmek mümkün olabilir. Ama görene, köre ne?

“Haberiniz olsun ki, Rabbimiz Allah deyip de sonra istikâmet üzere doğru gidenler yok mu? Onların üzerine melekler iner, korkmayın, mahzun olmayın, vaadolunup durduğunuz Cennet ile neşelenin. Bizler sizin hem dünya hayatında, hem âhirette dostlarınızız. Ve size orada, mağfiret ve rahmetine nihâyet olmayan Allah’tan bir konukluk ikrâmiye olarak nefislerinizin hoşlanacağı şeyler ve her ne isterseniz o var.” (Fussilet, 30-32 )

Semerkand Dergisinde rastladığım bir yazıda bu âyet-i kerimede geçen “sonra istikâmet üzere doğru gidenler” ifâdesinin mânâsını açıklarken Hz. Ebûbekir’in “Sözlerinde müstakim oldukları gibi işlerinde de müstakim oldular” buyurduklarını okumuştum. Yani Ken’an Rifâî Hazretleri’nin de sohbetlerinde sıklıkla vurguladıkları gibi “dildeki dâvâya elde hüccet isterler.”

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hud, 112)

Peygamberimiz, kendisini Hud Sûresi’nin ihtiyarlattığını buyurduklarında, “Seni oradaki peygamber kıssaları mı ihtiyarlattı?” diye sorarlar. Kendileri ise “Hayır! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol âyeti ihtiyarlattı” buyururlar.

Sözü, fazla uzatmadan, müfessirlerin bu âyet-i kerimeyi tefsirleri ile artık dinlendirelim.

 “Ey Nebî! Kur’an ahkâmı ve ahlâkı mucibince hareket ederek, bilfiil müşahhas bir istikâmet örneği olman gerekmektedir ki, böylece hakkında hiçbir şüpheye ve tereddüte yer kalmasın. Sen müşrik ve münâfıkların lâflarına bakma. Onları Allah’a havâle et. Gerek umûmî ve gerekse husûsî vazifelerinde tam emrolunduğun gibi hakkıyla istikâmette ol. Sırât-ı Müstakim’den ayrılma. Sana vahyolunan emrin ifâsı ne kadar ağır olursa olsun, o emrin tebliğ, icrâ ve tatbikinde hiçbir engelden yılma. Rabbin senin yardımcındır.”

 

The following two tabs change content below.
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın