Fütûhât-ı Mekkiyye’den…

Allah’ın evi, mümin kulunun kalbidir. Ev, O’nun isminin evidir. Arş ise, Rahman’ın istivâ ettiği yerdir. ‘Hangi isimle duâ ederseniz (edin), en güzel isimler O’na âittir.’ ‘Duânı ne çok sesli ne de bütünüyle içinden oku.’ ‘Çünkü Allah gizliyi de açığı da bilir.’ Aynı zamanda Allah ‘gizleneni ve daha da gizliyi de bilir.’ ‘Daha gizli’, ‘bu ikisinin arasında bir yol benimse’ âyetinde belirtilen durumdur. Çünkü sözü edilen yol, sırdan daha gizlidir, yani daha açıktır. Çünkü iki uç arasında engel olup ikisini belirleyen ve ikisini ayırt eden orta, o iki şeyden daha gizlidir. Örnek olarak, güneş ile gölge arasındaki ayrım çizgisini veyâ acı ve tatlı denizler arasındaki berzahı veyâ bir cisimde siyah ile beyaz arasındaki ayırıcıyı verebiliriz. Biliriz ki, ortada bir ayırıcı vardır, fakat göz algılayamaz. Ne olduğunu, başka bir ifâdeyle mâhiyetini bilemezse de, akıl onun varlığına tanıktır. (…)

Hac bu Ev’in belirli bir zamanda sürekli ziyâret edilmesi anlamına geldiği gibi kalp de belirli bir hâlde ilâhî isimlere ulaşmak ister. Çünkü her ismin kendisine özgü özel bir hâli vardır. Söz konusu hâl her ne vakit kuldan ortaya çıksa, kendisine âit ilâhî ismi aradığı gibi o isim de bu hâli arar. Bu nedenle ilâhî isimler kalp evini ‘hacceder’ (sürekli ziyâret eder). Bazen bu isimler, kalbin Hakk’ı sığdırması bakımından kendisini ziyâret eder. Bunun yanı sıra ilâhî isimler, isimlendirilenlerini arar ve onların isimlendirilenlerini ziyâret etmeleri kaçınılmazdır. Bu amaçla ilâhî isimler, Hakk’ın bildiği bir genişliğe sâhip bu evi ziyâret ederler. İlâhî isimlerin kalbe yönelmelerinin nedeni, onun varlıklardan talep ettikleri hâllere doğru yönelmiş olmasıdır. İlâhî isimlerin hükümleri söz konusu varlığa işlediğinde, bu kez isimlendirilenini aramak üzere geri döner. Bu kez, mümin kulun kalbini arar ve ona yönelir. İsimlerin yinelenen bu yönelişleri ve ziyâret (bâtınî yorumda) ‘hac’ diye isimlendirilir. Her yıl insanların, cinlerin ve meleklerin farz ve nâfile hac nedeniyle Kâbe’yi ziyâretleri de yinelenir. Hac zamanının ve durumunun dışında bu yöneliş hac olarak değil, sadece ziyâret diye isimlendirilir ki, bunun adı umredir.

Umre, ziyâret demektir. Bununla birlikte umrede ihram giymek, tavâf etmek, (Safâ ile Merve arasında) koşmak, saçları kesmek veyâ kısaltmak, sonra da ihramdan çıkmak gibi uygulamalar bulunduğu için ‘küçük hac’ diye isimlendirildi. Yine de, umre hacdaki bütün uygulamaları içermediği için bütün uygulamaların yerine getirildiği büyük hacca kıyasla küçük hac diye isimlendirildi. ‘Kıran haccı’ yaparak ikisini birleştiren kişinin tek bir tavaf ve tek bir sa’y (koşma) yapması yeterlidir. Nitekim Hz. Peygamber, vedâ haccında kıran haccı yaparken böyle yaparak şöyle buyurdu: ‘Hac uygulamalarınızı benden öğrenin.’ Âhirette genel ziyâretteki durum da böyledir. Bu ziyâret, dünya hayâtındaki hac konumundadır. Umre haccı ise, her insana özgü ziyârete benzer. Kim ne kadar (kalbini) îmâr ederse, Rabbini de o ölçüde ziyâret eder. Belirli bir zamanda yapılması gerekli olan genel ziyâret ise, büyük haccın karşılığıdır. Özel ziyâret ise –ki umre demektir– herhangi bir zamana özgü değildir. Öyleyse onun hükmü, zaman bakımından büyük hacdan daha etkindir. Büyük haccın hükmü ise, uygulamaları yerine getirme bakımından umreden daha etkindir. Bu durum, hac ile umre arasında üstünlük ilişkisini sağlamak içindir. Bu sâyede üstünlük karşılaştırması yapılamayacak kemâl Allah’a özgü kalır. Allah’ın dışındakiler ise böyle değildir.

 

Kaynak: İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2007, Cilt 5, s. 242-244

The following two tabs change content below.

Nefes Arşiv

Nefes Akademi; tasavvufî bilginin güvenilir kaynağı...
0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir Yorum Yazın